Friday, June 29, 2007

Yunanistan Biyoteknoloji Yasağını Genişletiyor

Bakanlık GDO’ların yayılmasına çok güçlü bir biçimde karşı. “Hedefimiz kaliteli ürünler yetiştirmektir ve hiçbir koşul altında genetiği değiştirilmiş ürünler bunun hakkını veremez.” Yunanistan Tarım Bakan Yardımcısı Alexandros Kondos.

Yunanistan Biyoteknoloji Yasağını Genişletiyor
The Associated Press, June 26 2007http://www.chron.com/disp/story.mpl/ap/fn/4921613.html

Atina, Yunanistan- Salı günü Yunanistan’da Birleşik Devletler devi Monsanto tarafından geliştirilen genetiği değiştirilmiş darı tohumu hakkındaki yasağı 2 yıl daha genişletti. Alexander Kondos, kararın ayrıca, 31’den 51’ e kadar değişen MON810 tohum çeşidinin ekilmesi ve satılması yasağını da genişlettiğini söyledi.

“Bakanlık GDO’ların yayılmasına çok güçlü bir biçimde karşıdır” dedi Kondos. “Hedefimiz kaliteli ürünler yetiştirmektir ve hiçbir koşul altında genetiği değiştirilmiş ürünler bunun hakkını veremez”.

Avrupa Birliği’nden gelen baskıya rağmen, Yunanistan Nisan 2005’ten beri MON810 cinsi üzerindeki yasakları genişletti ve uyguladı. Bu ay, Avrupa Birliği Ticaret Komisyon Üyesi Peter Mandelson, ortak kurallar üzerinde karara varma yerine, biyoteknoloji yiyecekleri üzerine kişisel yasaklar uygulayarak Dünya Ticaret Örgütü’nden gelen bloğa karşı yasal hareketi davet eden üye ülkeleri uyardı.

Yunanistan bunun iyi danışılmış bir hareket olduğunda ısrar etti.

“(Yeni yasak) aynı sağlam bilimsel ve hukuksal temeller üzerine kurulmuş, ayrıca yeni bilimsel veriler ve bulgular içeriyor”, deniyor Tarım Bakanlığı’nın bir açıklamasında. “Bunlar insan sağlığına olduğu kadar arıcılık endüstrisine karşı da olası bir tehditi ilgilendiriyor”.
Avrupa Birliği üye ülkelerine, gelişen genetiği değiştirilmiş türlerden gelecek tehlikeleri değerlendirmek için yeterli bir zaman çerçevesinin verilmesine gerek olduğu da belirtiliyor.

TARIMDA NEOLİBERAL DÖNÜŞÜM VE KÜÇÜK KÖYLÜLÜĞÜN TASFİYESİ

"Halkevleri’nin düzenlediği Halkın Hakları Forumu’na katılmak üzere ülkemize gelen ABD’li sosyolog James Petras, 5 Haziran 2007 tarihinde İstanbul’da bir söyleşi yaptı. GDO’ya Hayır Platformu ve Halkevleri tarafından düzenlenen söyleşi, TMMOB Makina Mühendisleri Odası’nın toplantı salonunda yapıldı. Bu söyleşiyi Aysen Eren'in deşifresi ile yayınlıyoruz. "

Köylü hareketleri ve ekolojik hareketler ile ilgili konuşmama günümüzdeki uluslararası duruma odaklanarak başlamak istiyorum. Bugünkü uluslararası durumun; köylü sosyal hareketleri ve köy yaşamındaki gelişmeler üzerinde belirleyici olan iki temel etkeni var.

Uluslararası durumun birinci etkeni; uluslararası pazarlardaki yüksek metal ve tarımsal ürün fiyatları. Bu yüksek fiyatlar tarımsal-ticaretin gelişmesini teşvik etti. Yüksek tarımsal ürün fiyatları ve tarıma büyük ölçekli sermaye girişi sonucunda çok belirgin olarak toprak fiyatları yükseldi. Aynı zamanda tarım ilacı, kimyasal gübre ve genetiği değiştirilmiş tohum gibi kimyasal girdilerin de fiyatları arttı. Bu etkenler, yüksek tarımsal ürün fiyatları, değerlenen toprak ve büyük ölçekli tarımsal ticaretin gelişmesi sonucu, çiftçi ve küçük üreticilerin büyük çapta tasfiyelerine neden oldu. Aynı zamanda köylünün toprak sahibine ödediği kira arttı. Böylece uluslararası fiyatların artışı büyük toprak sahiplerinin yararına olurken, tarımsal işçiler ile kiracı köylüler için yıkım oldu. İlk defa Wall Street, Londra Borsası ve diğer büyük borsalar büyük ölçekli toprak mülkiyeti için yatırım yapıyorlar. Özellikle Brezilya ve Arjantin’de. Yalnız tarımsal ticaret değil, aynı zamanda pek çok yüksek riskli yatırım fonuyla da tarıma yatırım yapılıyor.

Peki fiyatlar niçin yükseldi? Yabancı sermayenin büyük ölçekli yatırımla büyük miktarda toprak alması işlemini teşvik etmek için. Doğrudan doğruya iki etken, biri Çin’de, diğeri Hindistan’da yükselen talep. Bu iki ülkenin sanayileşmesi ve insani tüketiminin artması uluslararası stoklar üzerine baskı yaratıyor. Giderek artan bir öneme sahip ikinci etken; benzin, petrol ve enerjideki fiyat artışıdır. Petroldeki yüksek fiyat artışı yanı sıra ethanol üretiminde büyük ölçekli bir artış var. Ethanol, tahıla büyük ölçekli yatırım demek. Ama gıda tüketimindeki tahıllara değil, ethanol için gereken tahıllara. Bugün tarımdaki ethanol üretimine yatırım yapan büyük yatırımcıların pek çoğu aynı zamanda petrol sektörüne de yatırım yaptılar. Biz daha fazla geleneksel tarımdan bahsedemeyiz. Geleneksel tarım tartışması yapamayız. Şimdi bunlar marjinal etkenler. Bunların yerini; tarımı, enerji kaynakları üzerinde anahtar kontrol olarak gören büyük uluslararası kapitalist sınıf, sermaye grupları ve şirketler aldı. Pek çok yanılgıya düşen ekolojist fosil yakıtlardan etanola dönüşü olumlu karşıladı. Fosil olmayan yakıtların kullanımı aracılığıyla sürdürülebilir gelişmenin olduğunu söylediler. Köylü hareketinin özellikle Brezilya’daki pek çok lideri ve Fidel Castro karşı çıktı. Fidel Castro çok önemli bir konuşma yaparak ethanol çiftçiliğinin gıda ürünleri için kullanılan toprakları ele geçirdiğini söyledi. Bir diğer deyişle “arabalar için daha çok gıda, ama insanlar için daha az gıda” olacak. Bunun sonuçlarını çoktan gördük, mısır fiyatları iki kat arttı. Bu mısır temelli yiyeceklerin fiyatlarının hayvan yemi dahil artması demek. Bu genetiği değiştirilmiş mısır ve diğer ürünlerin üretimini teşvik etti ve yaygınlaştırdı.

Burjuva devleti ile tarımsal-ticaret arasındaki yakınlaşma iki noktada görülür. Uluslararası şirketleri için çok büyük kar, hatta monopol kar imkanı var. Bu devlet için daha fazla döviz, döviz kaynaklarındaki artış ve bunları finanse etmek için daha büyük kapasite demektir. Yeni yabancı yatırımcılar ülkeye gelir ve yurtdışı borcu ödenir. Bu yüksek fiyatlardan küçük çiftçiler yararlanır mı? diye biri sorarsa; cevap hayırdır. Niçin? Çünkü tarımsal ticaret aynı zamanda tarımsal ürünleri büyük ölçekli olarak ihraç eder. Bu çiftçileri tasfiye eder. İkinci olarak ABD’den sübvansiye edilmiş gıdayı tüketim için ithal eder. Bu geleneksel ekonomistlerin açıklayamadıkları bir durumdur. Yüksek tarımsal fiyatlar, tarım sektöründe yüksek verimlilik ve düşen gelir. Köylü ve tarım işçilerinin büyük çoğunluğu için düşen, fakat tarımsal ticaret için artan gelirler. Dolayısıyla toplam istatistiklere bakarsak ve sınıf analizini uygulamazsak yanılırız. Sınıfsal analiz kırsal alan giderek daha fazla kutuplaştığı için gereklidir.

Bugün kırsal alanda temel çelişki ethanol üreticisi büyük ticari ihracatçılar ile besin üretimi ve yerel tüketim için çalışan küçük çiftçi aileleri ve köylüler arasındaki kapitalist çelişkidir. Ethanol için tahıl ihracatı tarımsal üretimin yerine geçtikçe, şehirlerdeki gıda maliyeti artacaktır. Pek çok küçük çiftçi büyük çiftçilerin ideolojileri tarafından ikna edilip genetiği değiştirilmiş tohumlar kullanmaya başlamışlardır. Büyük kimya şirketlerinin ideolojisi modern ve bilimsel ve aynı zamanda karlı çiftçilik için genetiği değiştirilmiş tohumların kullanılmasıdır. Ama genetiği değiştirilmiş tohumların çalışması için çok pahalı bir paket için ödeme yapılması gerektiğinden bahsetmeyi unutuyorlar. Bu paket, pahalı organik olmayan kimyasal gübreler ve tarım ilaçlarıdır. Bu tohumların kısır olduğunu bir sonraki sene kullanılmayacaklarını ve bu tohumları sürekli tekel tohum şirketlerinden almak zorunda olduklarını sonradan fark ederler. Bu tohumların dayanıklılıkları çok sınırlıdır, bu yüzden yeni kimyasal girdiler kullanırlar. Bunlar çiftçinin üretim maliyetinin artırmasına neden olur. Bazı dar kafalı liberal burjuvalar ve sosyal demokratlar “biz uzlaşma yapıyoruz. Bazısı genetiği değiştirilmiş tohum kullanabilir. Bazısı kullanmak istemez ve kullanmaz” diyor. Fakat biz, genetiği değiştirilmiş ürün yetiştiren çiftliklere sınır komşusu olan çiftliklerdeki tohumların bir çiftlikten diğerine geçen tohumlar tarafından etkilendiklerini ve GDO’suz çiftliklerin kirletildiklerini biliyoruz. Barış içinde birlikteliğe sahip olamazsınız. Çünkü birinden gelen tohum diğerindeki tohumlara karışır. Bu “ya hep ya hiç” mücadelesidir. Ya GD ürün yetiştireceksiniz veya GDO’suz ürün yetiştireceksiniz. Orta yol yoktur.

Sosyal hareketleri etkileyen uluslararası durumla ilgili ikinci nokta Avrupa Birliği tarafından da desteklenen ABD’nin silahlanması ve üçüncü dünyadaki mücadelelere karışmasıdır. Terörizme karşı silahlı mücadele Afrika, Asya ve Latin Amerika’da vardır. Terörizme karşı savaş şemsiyesi altında tarımsal-ticaretin genişlemesine karşı direnen köylülere karşı devlet terörizmi de vardır. Afganistan, Irak’taki ABD savaşları, İsrail’in Filistinlilere uyguladığı baskı, Lübnan’ın işgali, İran ve Suriye ile yeni savaş tehditleri, Somali’deki direnişçilere karşı ABD baskısı sadece buzdağının görünen kısmıdır. Çünkü Venezuela’ya, oradaki tarımsal reformlara ve ulusal liberal politikalara karşı ABD saldırısı vardır. Irak’taki direnişin bugün dünyadaki ABD saldırılarının genişlemesini engellemesi bakımından taşıdığı büyük önemi küçümseyemeyiz. ABD, Irak’ta felç olduğu için bugün ikinci bir kara savaşına kalkışamamaktadır. Bu bir diğer ülkeye hava yoluyla, örneğin İran veya başka ulusları örneğin Somali’deki Etiyopyalılara, diğer Afrikalıları kullanarak saldırmayacağı anlamına gelmez. Bu silahlanma, tarımsal-ticaretin yayılmasına eşlik etmektedir. Açıklamak gerekirse silahlanma her zaman ordunun kullanımı anlamına gelmez. Bu polis, yerel güvenlik ajansları veya şahsa ait silahlı adamlar demektir. Silahlanmanın etkilerinden birisi, yasadışı ürünlere dönüştür. Silahlanma Afganistan’ı eroin ve afyon yetiştirme merkezi haline getirmiştir.

Latin Amerika’da, Peru, Ekvator, Kolombiya ve Bolivya’da, köylülerin geleneksel ürünleri azalmıştır ve yeni yasadışı ürünler yetiştirilmektedir. Bu ürünlerin sökümü köylüleri silahlı direnişe doğru yöneltmektedir. Size bazı dinamik sırlar vermeme izin verin. Bir parça toprağım olsun. Birkaç koyunum ve birkaç zeytin ağacım olsun. Biraz sebze yetiştireyim. Büyük tarımsal ticaretle rekabet etmeyecek bir başka ürün yetiştirmek için başka bir alana taşınmaya zorlanıyorum. Rekabet edebilecek ve iyi gelir sağlayacak ne yetiştirebilirim? Haşhaş ve marihuana... Bu dünya pazarları ve şirket tarımsal kapitalizminin baskılarının bir sonucu olarak ürünlerin birbirinin yerine diğerinin konması işlemidir. Yasadışı ürünlerin yok edilmesi; tarımsal ticaretin kamusallaştırılması, köylülerin yerel marketlere yakın verimli ve karlı topraklara yeniden yerleştirilmeleri ile mümkündür.

Bu uluslararası birlikte yeni sınıf ittifakları neler? Tarımsal-ticaret, devlet, ihracat sektörü, sermaye finansmanı, gıda işlenmesi ve fiyatları hep birlikte birleşip bir ittifak oluşturmuşlardır. Sermaye bütünleşmiştir. Ve büyük enerji şirketleri, bu yeni yönetici sınıfın ayrılmaz önemli bir parçası haline gelmiştir. Bugün, ulusal kent soylusunu yabancı ittifaklara bağlayan uygulanabilir köylü hareketi yoktur. Köylü hareketinin ulusal kentsoyluları ile ortaklık kurma olasılığı yoktur. Bugün kentsoylular çiftliklerin ulusal pazarları ile değil uluslararası pazar için tarımsal ihracata yatırım ile ilgileniyorlar. Bugün köylülerin doğal ortakları kimlerdir? Bir büyük grup şehirli tüketicilerdir. Yani, sınıf bakış açısına sahip solcu ekolojistler ve toprağın özelleştirilmesinden olumsuz etkilenen kamu çalışanları çünkü bu aynı zamanda kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi anlamına gelir. Maalesef kimyasal gübre ve tarımsal ilaç gibi büyük kimyasal sektörlerinde çalışan işçiler gibi bazı sektörlerdeki endüstriyel işçi sınıfının sallantıda olduğunu kabul etmeliyiz.

Şimdi hep birlikte günümüzdeki çağdaş köylü mücadelesindeki bazı örneklere bakalım. Çok büyük köylü hareketlerinden ve son günlerdeki bazı deneyimlerden bahsedeceğim. İlk önce Brezilya ve MST krizi. Geçen 20 yıl içinde 500,000’den fazla militanı ile muazzam bir hareket olan MST grubu toprak istimlak etmiş, işçi sendikaları, dini gruplar ve diğerleri ile ittifaklar kurmuştur. Fakat sosyal bir organizasyon olarak büyürken politik görüşü eksik kalmıştır. İşçi partisi denilen sosyal demokrat parti ile işbirliği yapmaya karar vermiştir. İşçi partisi solda başlayıp merkeze kayan bir partidir. Seçime odaklı sosyal demokrat parti ile ittifak yapma stratejisi tam bir felaket olmuştur. Çünkü onlar doğrudan mücadele yerine hükümetin reformlar için yeni yasaları uygulamasını beklemiştir. Sosyal demokrat başlayan Lula, tarımsal-ihracat sektörü yani ethanol çiftlikleri ile işbirliği yapmıştır. Ve köylülerin tarımsal sorunları ile reformları gündem dışı bırakmıştır. Lula, Çin ve denizaşırı ihracat için desteği organize etmiştir. Brezilya büyük ticari açık biriktirip dış borcunu ödedi ama topraksız işçileri marjinalize etti. Fakat 4 yıl boyunca MST, Lula ile görüşmeye devam ettiler. Söz vermeler, açıklamalar. Sonuç sıfır. Çünkü onlar baskı ile hükümetin tarımsal ticaretten köylülüğe kayacağını düşündüler. Fakat burada söz konusu olan sadece basit bir politika değildi. Bu devlet ile tarımsal ticaret arasında kurulu bir yapısallaşmaydı. MST ikinci seçimlerden sonra şimdi hatalarını düzeltme çabası içinde; kamu çalışanları ile sayısız ittifaklar kuruyorlar. 23 Mayıs’ta Lula’ya karşı tüm Brezilya’da gösteriler düzenlediler. MST, Haziran içinde 17.000 delegenin katılımı ile ulusal kongre düzenleyecek. İlginç olan sloganları, “tarımsal reform ve sosyal adalet”. Bugün tarımsal reformlar için yerel kentsoyluların desteğini kazanmalarının yolu olmadığını anladılar; bu yüzden şehirlerdeki hareketler ile yeni ittifaklar kurmaya yöneldiler.

Bolivya’daki köylü ve yerli hareketi. Bu hareket liberal hükümeti devirmiş ve köylü bir lideri ülke başkanı olarak seçmiştir. Köylü hareketi Evo Morales’i desteklemektedir. Evo Morales burjuva hükümetini devralıp; ulusal burjuva sınıf, uluslararası yatırımcılar ve köylüler arasında bir koalisyon kurmaya çalışmaktadır. Geldiği sosyal kökene rağmen, kendisine miras kalan aynı tarımsal ihracat stratejisini desteklemektedir. Üretken çiftliklerin kamusallaştırmayacağını söylemektedir. Bu aptalca. Çünkü üretken çiftlik ne demektir? Birinin bir ineği veya birkaç koyun 10 veya 100 dönüm arazisi oldu bu adam üretken midir? Bolivya’daki en kaliteli, verimli toprağın %75’ini 100 aile kontrol etmektedir. Çiftçilere ne kalmıştır? Hazine arazisi. Hazine arazisi nerededir?

Bugün Latin Amerika’daki köylü hareketleri dar kafalı, kentsoylu, seçime odaklı partilere güvenemeyeceklerini çünkü bunların hükümet olana kadar kendilerini desteklediklerinin dersini aldılar. Lula ve Morales iktidara gelinceye kadar köylü mücadelesini desteklediler. Hükümet olup, bakanlıkları alınca kentsoyluların isteklerini dikkate aldılar. Onlar devleti değiştirmedi, devlet onları değiştirdi. Bazı köylülerin dediği gibi “devlete yaklaşan köylülerden uzaklaşır”. Bu resimdeki bakış açısı nedir? Hangi yeni koalisyonları hayal edebiliriz? Kimisi köylü hareketi için ekolojistler ile çalışmamız gerektiğini söylüyor. Ekolojistler çok eğitimli ve çok bilgili fakat büyük bir kitle temeline değiller. İkinci olarak pek çok sivil toplum kuruluşu köylü hareketinden bir şeyler öğrenmek ve liderlerin saygı göstermek yerine hegemonyaları altında almak ve bu hareketin profesörü olmak istiyorlar. Alçak gönüllü olmayı öğrenmeleri ve şehirlerde halkı organize etmeye çalışmalılar. Tüketicileri örgütlemeli ve aynı zamanda eğitmeliler. Yüksek tarımsal ürün fiyatların yarattığı sorunların fakir köylüler tarafından değil hükümet ve ihracat yapan tarımsal-iş sektörlerince yaratıldığını net olarak açıklamalılar. Ekolojistlerin genetiği değiştirilmiş gıdalarla ilgili ürün problemlerine dair iyi eğitim vereceklerini ama örgütlenme tarafında başarılı olamayacaklarını düşünüyorum. Ekoloji, tüketiciler ve çiftliklerdeki köylüler arasında köprü kurmalılar. İkinci ittifak; etnik grupların sınıfsal bir birlik oluşturmalarını koordine etmektir. Size çok ciddi bir örnek vermeme izin verin. Bolivya’da yerliler felaket şekilde sömürüldüler. Halk olarak kendi kimliklerini yeniden buluyorlar. Kimi liderleri yerli ulus olarak ayrılık çağrısında bulunuyor. Bu felaket bir çözüm. Çünkü ülkenin tüm önemli zenginlikleri, petrol, madenler yerlilerin topraklarında değil. Eğer ülke bölünürse, yerliler ülkenin gelişme ve kalkınmasını finanse edecek en az kaynağın olduğu en yoksul bölgesinde yaşayacaklar. Bolivya’da bugün en gerici grup ayrılıkçılar. Çünkü benzin, demir, petrol ve kalaya hakim olacaklar. Sadece yerli halkın haklarına saygılı birleşikçi ulusal bir hükümet başarılı olabilir.

Uluslararası emperyalizm ile mücadelede güçlü bir devlete ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Emperyalistlerin kışkırttığı ayrılıkçılara karşı direnmelisiniz. İki alanda mücadele etmelisiniz. Azınlıkların tanınması ve mücadelenin ulusal doğasının kabulü. Ekoloji, emperyalistlerin toprak ve yerel ürünlere sızmalarına karşı ulusal bir politika ile organik tarımın destekçisi olan köylüler başta olmak üzere herkesi ilgilendiren bir sınıf ittifakı geliştirmelidir.

Thursday, June 28, 2007

ÇOCUKLAR ÜZERİNDE DENEY YAPMAYA SON VERİN



Çeviri: Levent Kartal

1 Haziran Uluslararası Çocuklar Günü’nde Greenpeace aktivistleri çocuklar üzerindeki deneylere son verilmesi talebiyle Rusya Sağlık ve Sosyal Gelişim Bakanlığı’na geldi. Bakanlığın onayıyla hala çocuklara genetiğiyle oynanmış yiyecekler verilmekte. Greenpeace bakanlığın girişinde bir laboratuar kurdu. Sözde masanın üzerinde uyarılmış laboratuar faresi, kurbağa, tavşan ve… Ve bir çocuk… “Çocuklar Laboratuar Objesi Değildir!” diye okunuyordu “laboratuarın” yanındaki bir pankartta. Bakanlıktaki yetkililere çocukların laboratuarda kullanıldıklarını hatırlatmak için, bakanlığın merdivenlerine 50 tane cam kavanozun içine konulmuş oyuncak bebek bırakıldı.

Greenpeace aktivistleri Sağlık Bakanlığı’ndan Rusya’da GDO’ların yasaklanmasını istedi. Çocukların hayatını ilgilendiren bu ve diğer talepler protestolar sırasında bakanlık yetkilileri tarafından ele alındı. Rusya Greenpeace’ten GDO yiyecek kampanyacısı Natalia Olefirenko, geçen sene bebek mamalarında genler arası geçiş yasağının zorla kabul ettirildiğini, fakat el altından diğer şehirlerde hala deneyler yapıldığını söyledi. Rus çocukların sağlığı oldukça kötü durumda. Sağlık Bakanlığı’na göre, bebek ölümü oranı Avrupa seviyesine göre 4 kat fazlayken, çocukların % 70 inden fazlasının sağlık problemleri var. Genetiği değiştirilmiş yiyecekler durumu çok daha ileriye götürebilir.

Greenpeace, Rus Bilim Akademisi Beslenme Enstitüsü’ nün ( RAS) GDO’ nun güvenliği ile ilgili bulgularını ancak mahkeme kanalıyla elde edebildi.

Konuyla ilgili bulgular hiç de şaşırtıcı değil: Diğerlerine oranla genetiğiyle oynanmış türler daha az vitamin, daha az gerekli micro ve macro elementler, daha az yağlı asit içeriyor. Ayrıca, laboratuar hayvanlarının üstünde olumsuz etkileri var: Kanda ve idrarda kimyasal dengesizliklere ve böbrek yetmezliğine neden oluyorlar. Benzer bulgular bağımsız Rus ve Avrupalı bilim insanları tarafından da ortaya kondu. Yine de Sağlık Bakanlığı 16 genleri değiştirilmiş ürünün güvenilir olduğunu ve bebek mamasının da için de bulunduğu yiyecek üretiminde kullanılmasına izin verildiğini söyledi.

“Maalesef GDO güvenlik belgelerinin mahkeme kanalıyla yasaklanmasını savunmak çok zor. Greenpeace tüketici haklarını ve insan sağlığını korumak adına Federal Denetleme Servisine dava açtı, fakat yasal süreç illegal bir şekilde uzatılıyor” diyor Natalia Olefirenko ve ekliyor: “Yine de tüm Rus çocuklarını zalim bir deneyden korumak için federal düzeyde bir karara varılmalıdır”.

UKRAYNA’DA YENI YASAL DÜZENLEME: GDO’LARI DÜZENLEME MI YOKSA KANUNILESTIRME ÇABASI MI???


Çeviri: Levent Kartal

15 Haziran’da Ukrayna Başkanı Victor Yuchenko, GDO’ların kullanımı, taşınması, denenmesi ve yaratılmasıyla ilgili biogüvenlik sistemini ortaya koyan ulusal kanunu imzaladı. Çok uzun zamandır beklenilen biogüvenlik ile ilgili kanunun yürürlüğe girmesi Ukrayna’lı Yeşiller tarafından memnuniyetle karşılansa da, belgede birçok boşluk var. Aslında kanun, Yeşillerle lobicilerin, bu yüzyılın başından beri Ukrayna Parlamentosu’nda tartışılan önerilerinin karışımından oluşuyor.

Biyogüvenlik CIS İttifakı Ukrayna Zelenyi Svit/FoE( Biyogüvenlik CIS İttifakı üyelerinden biri) liderlerinden biri olan Olexiy Angurets ve Kuzey İttifakını Destekleme (ANPED) biyogüvenlik çalışma koordinatöründen konu ile yorum yapmalarını rica etti. Angurets Ukrayna Yasasını CIS içinde en iyisi olarak bilinen Moldava Biyogüvenlik Yasası ile karşılaştırdı.

Olexiy’ e göre yasanın zayıf yönlerinden biri; biyogüvenlik tanımının açık olmaması ve kanunun amaçlarına cevap vermemesidir. Yasanın ana boşluğu, yasanın GDO’ların yaratılması, denenmesi, taşınması, kaydı, kullanımı ve faydalanmasından sorumlu olacak bir enstitünün kurulmasını içermemesidir. Sonuç olarak bu durum, biyogüvenlik sisteminde deliklere ve çatlamış sorumluluklara yol açabilir.

Yiyecek üretimi için hiçbir GDO hedefi konulmamıştır, hiçbir etiketleme zorunluluğu planlanmamıştır (Tüketici Yasasına göre genetiği değiştirilmiş yiyeceğin etiketlenmesinin zorunlu olmasına rağmen). Biyogüvenlik bölgesi ve korunma altına alınmış doğal alanlardan da yasada bahsedilmemiştir. Olexiy’e göre, birçok şey yakın gelecekte içtüzüğün detaylandırılmasına bağlı. Bu kanun işleyebilir bir yönetmelikten daha çok bir çerçeve.

Diğer gözlemcilere göre iyimser olmak için bir neden yok. Çünkü büyük ihtimalle parlamentoda ilk kez okunmasının üzerinden 6 yıl geçtikten sonra yasanın hızla uygulanmasına geçilmesi, GDO’ları yasallaştırma çabasından başka bir şey değil. Bu ülke DTÖ’ye giriş sürecinde 2006 yılında ABD ile çift taraflı bir anlaşma imzaladı. Ne yazık ki bu anlaşmanın tam metni henüz hazır değil. Fakat, “ticaret özeti” diye adlandırılan Amerika Birleşik Devletleri’nin ticari temsilciler ofisinin sitesinde aşağıdakiler yayımlanmıştır:

“Ukrayna’nın biyogüvenlik onayının süreci bir süreden beri etkisizdir. Bu durum da, soya fasülyesi, mısır ve et fiyatlarını belirsiz kılmıştır. Amerika Birleşik Devletleri, Ukrayna ile bilimsel temelli risk değerlendirmesi ilke ve prensiplerine dayanan DTÖ, SPS ve TBT (Ticaret için Teknik Engeller) Anlaşmaları’nı, Kodex Alimentarius ve Uluslararası Bitki Koruma Konvensiyonu’nu içeren bir biyogüvenlik süreci inşa etmeye çalışmaktadır.

Ukrayna’daki durum, Rusya ile benzerlikler göstermektedir. Tek fark, Rusya’nın Amerika Birleşik Devletleri ile imzaladığı diğerlerinden ayrı “Biyoteknoloji üzerine Taraf Mektubu”dur. Bu yüzden, Rusya, Birleşik Devletlerine, kendi biyogüvenlik yönetmeliklerini yaratmaya katılması için kucak açmaktadır.”

Ç.N : Daha fazla bilgi için aşağıdaki siteyi gözden geçirebilirsiniz.
http://www.biosafety.ru/index.php?idp=143&idn=1194

RUS GDO LOBİCİLERİ DAVAYI KAYBETTİ !


Çeviri: Levent Kartal

30 Mayıs’ta Moskova Bölge Mahkemesi Rus Tahıl Birliği Lideri Arkadiy Zlochevskiy aleyhine karar verdi, onu ve “Ekoloji ve Hayat” dergisini Profesör Vladimir Kuznetsov’a manevi tazminat ödemeye ve tekzip yayınlamaya mahkum etti.

Rus Tahıl Birliği’nin stratejik hedeflerinden biri de, son toplantısında yönetim kurulu üyelerinden birinin de tanımladığı gibi, Rusya’da GD’li mısırı desteklemekti. Bu, oturumlar sırasında okunan bir belgeyle halka duyurularak kanıtlanmıştı.

Profesör Kuznetsov ise, GDO’ların tarımsal amaçlarla kullanılmasına karşı çıkan önde gelen Rus bilim insanlarından biridir. Çabaları sayesinde, bioçipli GDO test metodu ülkeye tanıtılmıştır.

Rus Tahıl Birliği Lideri Arkadiy’e dava açmasının nedeni 2004 yılında “Ekoloji ve Hayat” adlı dergide yayımlanan röportajıdır. Bu makalede Kuznetsov’un GD üreticileri üzerinde kontrol kurma amacının onları ipe dizmekten başka bir şey olmadığını söyledi.

Kuznetsov’un sürekli üreticileri etiketleme kanunlarını uygulamaya çağırarak ve diğer negatif kelimeleri ve tanımları kullanarak, GDO muhalifleri arasında gerçek bilim insanlarının olmadığını göstermeye çalıştı. Zlochevskiy söylemlerinden birinde, Kuznetsov’un üreticileri etiketlemeyle ilgili yasaları uymaya çağırmasına gönderme yaparak, onun şiddetle biyoteknolojiye karşı çıktığını ileri sürmüştü.

Mahkeme 2005’te bu röportajın Kuznetsov’un itibarına zarar verdiğini kararlaştırdı. Zlochevskiy temyize gitti ve hemen o yıl içinde mahkeme en sonunda Tahıl Birliği Lideri’nin yalan söylediğini onayladı.

MOSKOVA VALİSİ PUTİN’DEN GDO’LARI DURDURMASINI İSTEDİ



Çeviri: Levent Kartal
Eremurus Club

Başkent Moskova’nın valisi GDO’larla ilgili bir moratoryum istedi ve federal Biyogüvenlik yasasının bu sonbaharda yürürlüğe girmesini teklif etti.

Eremurus Club, 28 Mayıs’da Moskova valisi Yuriy Luzhkov’un Vladmir Putin’den Rusya’da GDO’larla ilgili bir moratoryum girişiminde bulunmasını istediğini öğrendi.

Vali, Putin’e verdiği mektubunda Rusya DTÖ üyesi olmadan önce GDO’lara kapıyı olabildiğince çabuk kapamasını istedi.

Luzhkov’un mektubunda bahsettiği Biyogüvenlik Yasa Tasarısı GD bitkilerin gıda amaçlı üretimini, GDO’lu gıdaların 16 yaşından küçük çocuklara ve hastanelere satışını yasaklıyor.

Ordu ve Deniz Kuvvetlerinin de GDO’lu gıda alması yasaklanıyor. Yasa üreticilerin GDO oranına bakılmaksızın GD’li içeriklerin varlığını ambalajlarda belirtmesini zorunlu kılıyor.

GDO etiketlemesine hiç sıcak bakmayan üreticiler bu yeni yasa tasarısına karşı geleneksel yorumlarda bulundular. Rus Marka Derneği üyeleri (Nestle, Kraftfoods vb.) bu yasal girişimin yalnızca laboratuar teçhizatı üreticilerinin işine yarayacağını söylüyorlar.

Mektubun metni ise şöyle:

“Sevgili Başkan Putin!

Moskova Hükümeti insan sağlığına olumsuz etkileri olan GDO içerikli gıda tedariki ve gıda güvenliği konularına büyük önem veriyor.

Moskova Hükümeti tüketici haklarının korunması için gıdalar hakkında tam ve doğru bilgi edinme hakkını da içeren ve gıdada seçim, kalite ve güven sağlayan 88-GIII no’lu ve “Gıda Ürünlerinin Kalite Denetimi ve Güvenliği ile Moskova’daki Tüketicilerin bilgilendirilmesi” başlıklı kararnameyi 13 Şubat 2007’de kabul etti. Bu kararname 1 Temmuz 2007’den beri özel “GDO’suzdur!” etiketini getirdi.

Moskova’nın GDO karşıtı girişimleri 10 Nisan 2007’deki Duma Eyaleti Sağlıklı Gıda Konuları Yuvarlak masası katılımcıları tarafından desteklendi. Moskova girişimleri Brüksel’de gerçekleştirilen Üçüncü GDO’suz bölgeler ve ürünler konferansında da sevinçle karşılandı. Moskova hükümetinin aldığı önlemler yalnızca bölgesel öneme sahipse de Rusya Kasım 2007’de DTÖ’ye katılmadan önce acilen federal düzeyde faaliyete geçmek gerekiyor. Brezilya gibi GDO’ların herhangi bir düzenleme olmadan dağıtıldığı diğer ülkelerin olumsuz deneyimlerini dikkate almalıyız. Bu durum ülkenin GDO üreticisi şirketlere bağımlı olmasına neden oldu. GDO’ların canlı organizmalar ve çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin yeni bilimsel verilerle gösterilmesi gerçeği durumu daha da vurguladı.

Brüksel’deki GDO’suz bölgeler ve ürünler Konferansındaki farklı ülkelerden uzmanlar % 0,9 oranı ile etiketleme konusunu vurguladı. Kirlenmenin sıfır olması gerektiğini söylediler ki bu da gıdalarda GDOların teşhisinde kalite test yöntemlerinin tercihen kullanılmasının gerektiği anlamında geliyor.

Yukarıdakileri dikkate alarak uygun kurumları aşağıdakileri uygulamak adına gerekli önlemleri almaları için yetkilendirmenizi rica ediyorum.

1.Rusya’da halihazırda izin alanlar da dahil olmak üzere GD ürünlere memeliler ve çevre üzerindeki etkiler belirlenene kadar moratoryum verilmesi

2. Rusya Federasyonu Hükümetinin “GDO içeren gıda tedariğinin ve hayvan ürünlerinin, kaynaklarının ve üreticilerinin biyolojik güvenliği ve düzenlenmesi” başlıklı federal yasa tasarısını tamamlaması için yetkilendirilmesi.

3. Bu yasa tasarısının tamamlanması için çalışma grubunun oluşturulması, Rus Eyaleti Dumanın Güvenlik Komitesi, Duma Moskova Eyaleti, Rusya Bilimler akademisi ve STK temsilcilerinin davet edilmesi

4.GDO’ların sınırötesi aktarımını düzenleyen tek uluslararası belge olan biyogüvenlik hakkındaki Cartagena Protokolüne katılınması

5. Biyolojik ve genetik güvenliğin yapılandırılması için özel bir devlet kurumunun kurulması."

CIS ‘TE GDO'LARA KARŞI FOTOĞRAFLAR

Çeviri: Levent Kartal

Uluslararası düzeyde GDO’ya karşı koyma çerçevesi içinde CIS biyogüvenlik ittifakı “GDO’ dan uzak alanım“ adında bir fotoğraf hareketine başkanlık etti ve onu yürüttü. CIS’in her yerinden insanlar, GDO serbest fikrini yerel ve ulusal düzeyde desteklemeleri için resimlerini posterlere eklemeye davet edildi. Hareketin amacı serbest GDO posterini bir resim haline getirerek yerin arka planını ünlü ve akılda kalıcı bir sembol haline getirmekti.


JIGMOM sonunda 4 ülkeden insanlar bu harekete katıldı. (Moldovya ve Transnistirya, Kazakistan, Rusya ve Ukrayna) Sadece Rusya’dan organizatörler 8 yörenin ve bölgenin resmini aldılar.( Bryansk, Kostroma, Moskova, Tomsk, Murmansk yöreleri ve 2 bölge:Saint Petersburg ve Yekaterinburg)

İngilizce yorumlarıyla birlikte resimleri burada bulmak mümkün
http://www.biosafety.ru/index.php?idp=143&idnt=58&idn=1190
http://altercampagne.free.fr/

Wednesday, June 27, 2007


Sevgili ortaklar,

Uluslararası kolektif eylemlerin ışığında bazı işaretler, politik karar
vericilerin, GDO’ların serbest ticaretine muhalif olmaya başladığını
gösteriyor :

- ABD’de transgenik yonca filizi artık yasak.
- Avrupa patent ofisi Monsanto’nun soya üzerindeki patentini kaldırdı.
- MON810 kodlu genetiği değiştirilmiş mısırın Almanya’da artık ticareti yapılmıyor.
- Jigmom sırasında Kıbrıs’lı parlamenterler tarafından açıklandığı gibi, Kıbrıs Adası’nda GDO’lar kabul edilmiyor.

Bu cesaret verici işaretlere rağmen, mücadele henüz kazanılmadı, GDO’lu bitki üreten tek bir ülkenin kalmayacağı uzun bir süreye kadar… Artı olarak, tarımda GDO’ların gelişimine yönlendirilmiş mantığı sorgulamamız gerekiyor.
Yani çabamızı devam ettirmemiz ve 2008’de bütün dünyada karşılıklı destek ve kararlılığımızı gösteren ortak eylemler hazırlamamız gerekiyor.

Jigmom’un kapsamındaki ilk sayısal analizin verilerine göre; 50 gün boyunca en az 227 olay (4 ve 5 /günde), 23 bilgilendirme ve haber sitesi, 34 konferans/tartışma (1-10 katılımcı), çeşitli sitelerde 22 fotoğraflandırılmış bandrol, 16 sokak festivali (toplamda 1 milyondan fazla katılımla), 9 politikacılarla konuşma, 6 farklı imza kampanyası, 3 “GDO’suz bölge” deklarasyonu, bunlarla birlikte 2007’de seçilmiş format tarafından izin verilen, daha uzun süreli eylemler : WORA Togo turnesi, Portekiz’de Karavan, arktik yürüyüş.

Bu yıl, inisyatiflerin yaklaşık yarısı Asya’daydı, özellikle WORA çerçevesinde (pirinç eylemi haftası). Böyle bir hareket, pirinçteki tehditin boyutları batı halklarının ana besini olan buğdayda olsaydı, kesinlikle aynı çapta oluşurdu. 1 milyondan fazla kişi üzüntüsünü ifade etti, özellikle Hindistan’da ve Çin’de, “GDO’lara karşı ay” boyunca pek çok bilgilendirme eylemleri düzenlendi.
Polonya, CIS, Türkiye veya Portekiz gibi diğer bazı ülkelerde göze çarpan, Avrupa kıtası hareketinin 2006’dakinden daha az güçlü olmasıydı. Amerika kıtasında yapılan eylemler arasında, Boston’daki sokak festivali medyanın dikkatini çekti.
Jigmom projesi’nin ön bilgi eksikliği dolayısıyla, güney yarımkürenin, Togo’daki bilgilendirme turnesi gibi kayda değer eylemler dışında pek katılımı olamadı.



Aranızdan birçoğu 2008’de kolektif küresel bir diğer eylem olup olmayacağını sordu. Böyle bir proje sizin saygıdeğer katılımlarınızla oluşabilir ve olanaklı üç farklı şekilde olabilir :

1- Paralel model : aynı gün simultane eylem. Zor bir eylem, ancak olanaksız değil : daha önce 2006’da bunu yaptık.

2- Ara model : seri ve simultane eylem, bir ya da birkaç haftayla sınırlı bir periyod boyunca (örnek : 2007)

3- Seri model : bütün bir yıl boyunca yapılacak yerel eylemler serisi
(daha detaylı bilgi için bkz : ekli “Sondage rtf” dosyası)


Projemizin, medya tarafından pek “yeni” olmayan ve ikincil önemde olarak gördüğü GDO’ya hayır hareketiyle sınırlı kalmamak muhtemelen daha doğru olur (örnek: “2008 GDO’lar sürgüne!”). Katıldığımız hareket, sadece “anti GDO” olma dışında daha yapıcı ve daha geniş bir perspektifi içerir.

2008’de “tohum tapınağı” açılışı biyoteknoloji şirketlerinin desteği ile Norveç’te yapılacak, biz daha ziyade resmi kataloglarda olmayan ve kendi topraklarına uyumlu kapasitelerini korumak için yetiştirilmesi gereken “köylü tohumları”nı , “tarlalarda biyoçeşitlilik”i talep edebiliriz. Oysa Gıda Kodeksi 2008’de ithal ürünlerdeki “GDO’lu iz-kalıntı” lara izin verme eğiliminde olacak, biz aynı şekilde “tabaklarda güvenlik”i, vb. talep edebiliriz.

İşte 2008’de kayda değer diğer olaylar :
- GDO’suz Biyoçeşitlilik üzerine bir dünya zirvesi Almanya’nın Bonn kentinde mayıs ayında yapılacak, paralelinde Carthagène Protokolü’nün imzacılarının buluşması var.
- WORA mayıs ayı başında olacak.
- Uluslararası BİOtech Konvansiyonu 17-20 haziran 2008 tarihleri arasında ABD’de San Diego’da düzenlenecek.

Yukarıda yer alan öneriler üzerine sizin haberlerinizi bekliyoruz : mümkün olan en yakın zamandan itibaren, eylül ayının ortasından önce…
Bu arada, bu projenin aşamaları konusunda haberdar edileceksiniz.
2006-2007’de uluslararası düzenlenen kolektif eylemler, çok sayıda organizasyonu ve bütün dünyadaki serbest militanları birleştirdi.
Aynı şekilde 2008 de bunu yapabilir.
Bu bize, hepimize bağlı.
Dayanışmayla,
Ryoko & Dominique

http://altercampagne.free.fr/pages/JIGMOM-2007_F.htm
Çeviren: Dilek Ayman

Monday, June 25, 2007

GDO’YA HAYIR PLATFORMU 18. GALATA ŞENLİĞİ’NDEYDİ




GDO’YA HAYIR PLATFORMU 18. GALATA ŞENLİĞİ’NDEYDİ

Galata Derneği tarafından 15 Haziran tarihinde, düzenlenen 18. Galata Şenliği’nde GDO’ya Hayır Platformu standı açılarak GDO ve Tohumculuk Kanunu konusundaki bilgilendirme broşürleri dağıtıldı.

GDO’YA HAYIR PLATFORMU GELENEKSEL KOZYATAĞI KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ’NDEYDİ



GDO’YA HAYIR PLATFORMU
GELENEKSEL KOZYATAĞI KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ’NDEYDİ

9-10 Haziran tarihlerinde Kozyatağı Kriton Curi Parkı’nda yapılan Geleneksel Kozyatağı Kültür ve Sanat Festivali’nde GDO’ya Hayır Platformu’nun çeşitli etkinlikler yapıldı. Festival kapsamında düzenlenen söyleşilerde GDO’ya Hayır Platformu’ndan Levent Gürsel Alev ve Yavuz Dizdar iki ayrı sunum yaptılar. Festivalin ilk günü Levent Gürsel Alev tarafından yapılan sunumun başlığı “Ekolojik Tarım ve GDO’lar”dı. Festivalin ikinci günü Yavuz Dizdar tarafından yapılan sunumun başlığıysa “GDO’lar ve İnsan Sağlığı” idi. Festivalde ayrıca stand açılarak GDO konulu bildiriler ve Tohumculuk Kanunu konusundaki bilgilendirme broşürleri dağıtıldı.

JAMES PETRAS LA SÖYLEŞİ



JAMES PETRAS’LA SÖYLEŞİ:

TARIMDA NEOLİBERAL DÖNÜŞÜM VE KÜÇÜK KÖYLÜLÜĞÜN TASFİYESİ

Halkevleri’nin düzenlediği Halkın Hakları Forumu’na katılmak üzere ülkemize gelen ABD’li sosyolog James Petras, 5 Haziran tarihinde İstanbul’da bir söyleşi yaptı. GDO’ya Hayır Platformu ve Halkevleri tarafından düzenlenen söyleşi, TMMOB Makina Mühendisleri Odası’nın toplantı salonunda yapıldı.

Thursday, June 14, 2007

Gıdalar ve silahlar



Gıdalar ve silahlar

Sofranızdaki gıdanın nasıl üretildiğini biliyor musunuz? Marketten aldığınız süt ambalajında resmedilen yemyeşil kır manzarasının üzerine yayılmış mutlu ineklerin, yumurta ambalajının üzerindeki sevimli tavukların yaşadığı reklam dünyasının gerçek dünyayla ne kadar bağdaştığını hiç merak ettiniz mi? Günümüzde gıda üretimi, mutlu insanların çalıştığı, hayvanların yeşil çayırlarda yayıldığı çiftlik manzaraları içerisinde gerçekleşmiyor. Gerçekteki manzaranın tarifi epeyce zor.
Kırsal alandaki nüfusun büyük bir kısmını küçük çitfçilerin oluşturduğu ülkemizde ve benzer azgelişmiş ülkelerde, köyler ve yeşil tarlaların oluşturduğu pastoral manzara henüz tam olarak geçerliliğini yitirmemiş durumda, ancak bu manzaranın içerisinde yaşayan insanların mutlu olduğunu iddia etmek biraz güç. Çünkü kırsal alan daha önce gelişmiş ülkelerde yaşanmış olan bir süreçten geçiyor: tarım şirketleşiyor. Kapitalist üretimin tarımsal alana hakim olmaya başlamasının bir sonucu olarak ortaya çıkan bu durum, gelişmiş ülkelerde bile tamamlanmış sayılmaz, ancak oradaki manzarayı tarif etmek, ülkemiz ve benzerlerinde yeni başlayan sürecin nereye varacağını görmemiz açısından faydalı olabilir.

Tarımın şirketleşmesi
Gelişmiş ülkelerdeki tarım, bir çeşit fabrikaya dönüşmüş arazilerde yapılıyor. Endüstriyel tarımsal üretimde kullanılan girdilerin büyük bir kısmı sentetik gübre, ilaç, tarım makineleri yakıtı, makinelerin bakımı, elektrik enerjisi, taşıma, dağıtım, tohum, sulama gibi kalemlerden oluşuyor. Üretimden kazanılan para da yukarıdaki girdileri edinmek için harcanıyor. Harcamalardan geriye çiftçinin elinde kalan pay sözü edilmeye değmeyecek kadar az. Çiftçiler ürün alabilmek için büyük oranda yukarıda bahsedilen girdileri üreten şirketlere bağlı durumda. Çiftçi kendi arazisinde nasıl üretim yapacağına karar vermekten aciz, çünkü bir tekelle yaptığı sözleşmeye göre üretim yapıyor, hangi ürünü üreteceği, hangi tohumu kullanacağı, tarlasına hangi ilacı atacağı, hasadı ne zaman yapacağı firma tarafından belirleniyor.
Günümüzde tarım ve gıda alanında dev tekeller haline gelmiş 8-10 ulusaşırı şirket, dünya gıda üretimi ve ticaretinin önemli bir kısmına hakim durumda. Altı şirket, dünya tahıl ticaretinin yüzde 85’ine hakim. Sekiz şirket kahve satışlarının yüzde 60’ını kontrol ediyor. Gıdanın yalnızca üretimi değil, dağıtımı ve nakliyesi de sözü edilen şirketlerin kontrolü altında. Özellikle insanların besin ihtiyacının büyük bölümünü karşılayan mısır, pirinç, buğday ve soya gibi gıdaları hakimiyetleri altına almak için büyük savaşlar veriyorlar. Sözü edilen savaşları kazanmak uğruna sergilenen davranışların, bildiğimiz savaşları kazanmak için yapılanlardan fazlaca bir farkı yok.
Bu savaşların gıda üretimi ve ticaretini nasıl etkilediğinden daha sonra söz edeceğiz. Ancak öncelikle pastoral manzaralı çiftliklerden, fabrika-çiftliklere nasıl gelindiğini anlamak için “Yeşil Devrim” sürecinden söz etmek gerekiyor.
“Devrim”den kasıt; tarımda yapay gübrelerin, yabani ot ve böcek ilaçlarının ve tarım makinalarının kullanılması sayesinde elde edilen rekor üretim artışları. Çarpıcı adından da belli olacağı üzre, “Yeşil Devrim” büyük bir propagandayla sunuldu. Dünya nüfusu hızla artmaktaydı, bu kadar insanı doyurmak için birim alandan elde edilen ürün miktarının artırılması gerekmekteydi. Tabii bu iş, tarım makinaları, kimyasal ilaç ve gübreler vb. araçlar yoluyla yapılacak, buğday, pirinç gibi çok tüketilen ürünlerde çaprazlama deneylerinin başarıya ulaşması sonucunda elde edilen yüksek verimli tohumluklar kullanılacaktı.
Ürün miktarında gerçekten çarpıcı artışlar sağlandı. Rekor ürün artışlarının yanısıra, tarım makinası, kimyasal ilaç ve girdi satan şirketler de rekor kazançlar elde ettiler. 19. yüzyıl sonlarından beri yavaş yavaş ilerlemekte olan kapitalizmin tarımsal alana hakim olma süreci, 1970’li yıllara denk gelen “Yeşil Devrim”le birlikte yeni bir aşamaya geldi. Süreç, küçük firmaları, daha sonra da birbirlerini yutarak büyüyen firmaların tekellere dönüşmesi ve tarım sistemindeki egemenliklerini iyice pekiştirmesi, üretimden satışa kadar her türlü aşamaya hakim olmalarıyla sonuçlandı.
“Aç insanları doyurmak” gibi fiyakalı sloganlarla propaganda edilen yeşil devrim, üretimde elde edilen rekor artışlardan ibaret değildi elbette. Yüksek verimli tohumluklar ürün artışı sağlıyordu ancak iyi toprak, düzgün iklim koşulları, ayarında su ve güneş istiyorlardı, yani biraz fazla hassastılar. Fazla tane elde edebilmek için boyları kısalaştırılmış, bedenleri küt hale getirilmişti, bu yüzden fazla sulamaya gelemiyor, ancak az suda da yaşayamıyorlar, ayrıca geleneksel tohumların üç katı gübre istiyorlardı. Bu tohumları kullanmak için sentetik gübre, haşere ve ot ilacı, sulama sistemi ve tarım makinaları kullanımı şarttı. Bu koşulları ancak ekonomik durumu iyi olan nispeten büyük çiftçiler yerine getirebildiği için yeni tohumluklardan onlar daha fazla yararlanabildi. Artan üretim, fiyatları da aşağı çektiği için küçük toprak sahipleri ve ortakçılar kendi aleyhlerinde gelişen rekabet ortamı nedeniyle büyük zararlar gördüler.
Tarımsal alanda, gelir dağılımı adaletsizlikleri, toprak dağılımındaki adaletsizlik, sömürü ilişkileri, eğitimsizlik vb. sorunlar endüstriyel tarım sistemi gündeme gelmeden önce de oldukça yaygındı, yeşil devrim sayesinde zengin ve fakir çiftçiler arasındaki gelir farkı iyice arttı. Küçük çiftçiler, verimsiz ya da sulak olmayan topraklarda tarım yapanlar yoksullaşmaya, topraklarından çözülmeye başladılar.
Yeşil devrimin yarattığı yıkım yalnızca sosyal ve ekonomik alanla sınırlı kalmadı, endüstriyel tarımın kullandığı kimyasallar ve bazı teknikler büyük çevresel sorunlara yol açmaya başladı. Tarımsal üretimin bir çeşit fabrika-çiftlik haline gelmiş alanlarda yapılmaya başladığını söylemiştik. Küçük çiftçilerin toprağını yitirmesi ya da sözleşmeli tarıma teslim olarak kendi toprağında bir çeşit işçiye dönüşmesi sonucunda ürün çeşitleri belli alanlarda toplanarak çok geniş arazilerde tek tip olarak ekilmeye başladı. Böylece ürünlerin toplanması, işlenmesi, dağıtımı gibi konularda daha verimli sonuçlar alınabiliyordu. Monokültür, yani tektipleşme; tarımsal zararlıların artması, piyasayı ele geçiren yüksek verimli tohumlukların yerel türleri yok etmesi ve tarımsal genetik çeşitliliğin azalması gibi sonuçlar doğurdu. Günümüzde tarım ürünlerdeki tek tipleşme her geçen gün daha da artarak sürüyor.
Böcek ilaçları tarım açısından zararlı etkide bulunmayan böcekleri ve başka hayvanları da öldürmeye başladı. Ürünlerin belli alanlarda toplanarak ekilip dikilmesi araya taşıma mesafelerinin girmesine yol açtı. Buna tarlalarda kullanılan mekanik aletler de eklenince tarımda petrole bağımlı hale gelindi. Aşırı üretim, aşırı sulama gibi nedenlerde topraktaki besleyici maddeler azaldı, toprağın yoksullaşması, erozyon, verim kayıpları, tuzlaşma, alkalileşme gibi sorunlar ortaya çıkmaya başladı.
Özetle; yeşil devrim sayesinde, hayvanların koşturduğu yeşil çayırlar, mutlu insanların çalıştığı tarlalar yalnızca ürün ambalajlarının ve reklamların sanal dünyasında kaldı. Gerçek dünyada, soframıza gelen ürünlerin elde edilmesi için büyük bedeller ödeniyor, toprak ve su zehirleniyor, hayvanlar daha fazla et, süt ya da yumurta vermesi uğruna zulmedici koşullar altında hareketsiz bırakıldıkları, hapsedildikleri fabrikalarda gün ışığını hiç görmeden yaşıyorlar.

Açlar nasıl doyurulacak?
Yeşil devrim ve tarımın şirketleşmesi sürecinin ardından üretim artışları öyle bir hale geldi ki yeni pazar arayışlarına girişilmesi ve bu pazarların yaratılması doğrultusunda bazı düzenlemelerin yapılması kaçınılmaz oldu. 1980’lerden bu yana, tarım konusuyla ilgili DTÖ, GATT, Tarım Anlaşması gibi uluslararası anlaşmalar yoluyla yapılan düzenlemeler bu pazar arayışının sonucu. Pazar da elbette dünya nüfusunun büyük bir kısmını barındıran azgelişmiş ülkelerden başkası değil. IMF ve Dünya Bankası programları ve DTÖ’nün uluslararası ticaret, korumacı ticari engellerin aşılması, gümrük tarifeleri vb. konulardaki dayatmaları, özetle, neoliberal politikalar yoluyla, azgelişmiş ülkelerdeki tarım sistemleri gelişmiş ülkelerden gelen sübvansiyonlu tarımsal ürünler karşısında yavaş yavaş çökertilmeye başladı.
Uluslararası şirketler, tekellerini pekiştirmek için, gerek gelişmiş ülkeler gerekse IMF, DTÖ, DB gibi kuruluşlar yoluyla en acımasız uygulamaları hayata geçirmekten kaçınmıyorlar. Yüzbinlerce ürün uluslararası tarım tekelleri tarafından patent altına alınmış durumda.
Yeşil Devrim’in ilk yıllarına denk gelen 1974 yılında Roma’da düzenlenen Dünya Gıda Konferansı sırasında, ABD Tarım Bakanı Earl Butz yaptığı konuşmada geleceğe dair planı açık ediyordu. Butz, gıdanın aslında bir silah olduğunu söylüyor ve ekliyordu; “gıda pazarlık sandıklarındaki en önemli araçlardan biridir. İnsanların size güvenip dayanmalarının, size bağımlı olmalarının ve bu şekilde sizinle işbirliği yapmalarının yolunu arıyorsanız, onları gıdaya bağımlı hale getirmek bana kalırsa mükemmel bir yöntem”.
Günümüzde ABD’nin gıda yardımları konusunda bu kadar hevesli olmasının nedenini de aynı durumla açıklayabiliriz. Buğday, soya fasulyesi, mısır gibi ürünlerdeki ihtiyaç fazlası o kadar yüksek düzeyde ki ABD, açlık sorunu yaşayan Afrika ülkelerine neredeyse zorla gıda yardımı yapmaya çalışıyor. Tabii ki zorla verilmeye çalışılan gıdalar genetiği değiştirilmiş gıdalar. ABD’nin Irak’a “demokrasi götürürken” alınan kararların büyük bir kısmının uluslararası şirketlerin Irak’a girişini ve oradaki hakimiyetini sağlamakla ilgili olduğunu unutmayalım. “Aç insanları doyurma” ülküsünü gerçekleştirirken yapacakları da bundan farklı olmayacaktır.

Gıda egemenliği
Gıda güvencesi ve gıda egemenliği kavramları tüm bu anlatılanlar yüzünden çok önemli. 80’li yıllardan bu yana IMF, DTÖ, DB gibi uluslararası kuruluşlar tarafından azgelişmiş ülkelere dayatılan tarım ve gıda politikaları sayesinde pek çok yoksul ülke gıda üretimi konusundaki egemenliğini kaybetmiş durumda, insanlarını gelecekte nasıl doyuracakları da belli değil. Açlık ve yoksulluğun değil azalması, artması tehlikesi ile karşı karşıyayız. Şu anda dahi, dünyadaki aç insanların üçte ikisini toprağından koparılmış küçük çiftçiler oluşturuyor. Tarımsal alandan çözülen yeni insanlar birer ikişer aynı gruba katılmaya devam ediyor.

Fazlalıklar
Tarımın şirketleşmesi süreci 80’li yıllardan bu yana adım adım dayatılan neoliberal politikalarla tüm azgelişmiş ülkelerde yavaş yavaş hayata geçiriliyor. Bu sürecin nereye varacağını tahmin etmek için yüksek bir öngörü sahibi olmaya gerek yok. Daha önce gelişmiş ülkelerde yaşanan sürecin aynısı azgelişmiş ülkelerde de yaşanacak. Yalnız bu sefer ödenecek bedel öncekinden daha ağır. Çünkü gelişmiş ülkelerde tarımın şirketleşmesi sürecinin yaşandığı yıllarda aynı zamanda bir sanayileşme süreci yaşanıyordu, toprağından kopan kırsal nüfusun bir miktarı sanayide istihdam edildi. Kalan nüfusun “isdihdamı” için, sonradan keşfedilmiş, göçlere açık, koskoca bir Amerika kıtası zor yetti.
Tarımın şirketleşmesini yararlı bulan bazıları büyük bir safdillikle benzeri bir sanayileşme sürecinin azgelişmiş ülkelerde yaşanacağını umuyor. Hatta kırsal nüfusun azalması gerektiğini, kentlileşmeyi, sanayileşmeyi vs. ateşli bir dille savunuyorlar. Ancak ortada ya büyük bir hesap yanlışı var, ya da bizim önemsediğimiz bir noktayı onlar önemsiz buluyor: Dünya nüfusunun yarısı küçük çiftçilerden ve kırsal alanda yaşayan yoksullardan oluşuyor. Tüm iyimserliğimizi kullanıp bir tahminde bulunmaya çalışacak olursak; ekonomik büyümenin tüm dünyada “sürdürülebilir” olduğunu, dünya kaynaklarının “sınırsız”a yakın olduğunu, azgelişmiş ülkelerin ortalama %7 büyüdüğünü, hiç ekonomik kriz yaşanmadığını vs. varsaysak bile, ortaya çıkacak istihdamdan arta kalan, tarımsal alandan çözülecek ortalama 3 milyar insanı nereye koyacağımız meçhul. İşte yukarıda sözünü ettiğimiz, gözardı edilen önemli konu bu. Onlar için sözü edilen insanlar zaten dünyanın sırtında bir “fazlalık”, gıda güvenliği vb. sorunlarda aldıkları tavrın bir benzerini de burada takınıp; “bu bizim işimiz değil, biz mümkün olduğu kadar çok gıda satmakla ilgileniyoruz” deyiverecekler.
Yeni bir kıta keşfetme şansımız da olmadığına göre şapkamızı önümüze koyup düşünmeye başlamamızda fayda var; 3 milyar kadar “fazlalık” insanın kaderi ne olacak? Önümüzde fazla seçenek yok. Ya bu sürece direnip alternatif politikalar üreteceğiz ya da yeni bir gezegen keşfetmek için araştırmalara başlayacağız.
.
Makale : Mebruke BAYRAM

Wednesday, June 13, 2007

G8 Bariyerler Arkasında. Dışarıda İse Alternatif Çözümler Çiçek Açıyor

Via Campensina (Çiftçi Yolu) G8 ile İlgili Rostock Basın Açıklaması
Çeviri: Erhan Keleşoğlu

Heiligendamm zirvesinin ardından, G8’in inanırlığını ve meşruiyetini kaybettiği tüm çıplaklığı ile ortaya çıktı. Dünya ölçeğindeki her yüksek düzeyli toplantıda olduğu gibi, 6-8 Haziran’da Heilengendamm’da (Almanya) yapılan G8 Zirvesi de, dünyanın en zengin ülkelerinin liderlerini halk protestosundan korumak için dikenli teller arkasında ve bir iç savaş atmosferinde gerçekleşti. Bu yalnızca dünyanın geri kalan kısmının kaderine karar veren G8 liderlerinin gayri meşruluğunu ifade etmiyor. Aynı zamanda izlemiş oldukları neo-liberal ve yeni sömürgeci politikalara karşı kitlesel bir muhalefetin diğer yerlerde olduğu kadar kendi ülkelerinde de güçlendiğini gösteriyor.
Son zirve sırasında G8 liderleri, Avrupa’nın çeşitli yerlerinden gelen genç, dinamik, çoğulluk ve çeşitlilik sergileyen hareketlerin protestolarına karşı kör ve sağırları oynadılar. Sekiz devlet başkanı, Afrika ve küresel ısınma konularında bağlayıcı bir anlaşmaya varamadılar. Resmi Heilingendamm zirvesinden hatırda kalacak yegane şeyler içi boş vaatler ve halkla ilişkiler etkinlikleri olacak.

Rostock’ta biraraya gelen toplumsal hareketlere ve gençlik gruplarına karşı yoğun baskı uygulama ve kriminalize etme yöntemi sadece G8 düzeninin içine düştüğü çıkmazı gösterir. Çadır kamplarında, gösterilerde ve yol kesme eylemlerinde eylemcilerin ezici çoğunluğu barışçıl bir tarzda biraraya geldi ve Alman polisinin tüm provokasyon ve ölçüsüz şiddetine rağmen büyük sorumluluk örneği gösterdi. Yüzlerce kişi yalnızca çantasında ip veya seloteyp bulunduğu için gözaltına alındı.

Tüm bu baskılara karşın, Rostock’taki eylemlilik büyük başarıya ulaştı. Hem alternatif zirvede hem de bloke etme eylemlerinde çeşitli hareketler buluştular, tartıştılar, tahripkar G8 politikalarına karşı çıkmak ve alternatif politikalar üretmek için ortak hareket etme imkanını yakaladılar. Rostock’taki üç kamp, Rostock, Reddelich ve Wichmannsdorf bir hafta süreyle 20.000 kişiye ev sahipliği yaptı ve dayanışmanın ve özörgütlü toplulukların neşe içerisinde hayatını sürdürebileceğinin yaşayan örneği oldu.

Via Campesina (Çiftçi Yolu- Dünya Çiftçileri Mücadele Örgütü) açısından toplantı, Avrupa’daki mücadelenin kalbine gıda ve tarım meselelerini koyma ve diğer toplumsal hareketlerle ilişkiye geçmek için eşsiz bir fırsat oldu. Avrupa’dan ve diğer yerlerden gelen genç çiftçiler kendi ülkelerindeki küçük ölçekli çiftçiliği geliştirmenin ve tarımdaki çok uluslu şirket tahakkümüne karşı seslerini yükseltmenin yollarını tartıştılar.

Via Campesina, barışçıl protestolara karşı uygulanan yoğun polis şiddetini kınar, ve antiG8 eylemliliklerinde gözaltına alınanların hemen serbest bırakılmasını talep eder. Ayrıca egemen medyanın şiddet ve güvenlik meselelerine odaklanıp, ırkçılığa, faşizme, cinsiyetçiliğe, kapitalizme ve çevresel tahribata karşı mücadele eden Avrupalı toplumsal hareketlerin neşeli, yaşam dolu ve yaratıcı yüzünü göstermemesinden üzüntü duyar. Son söz olarak diyoruz ki, G8 liderleri barikatlar arkasında toplantı yaparken, protestocular alternatif çözümlerin çiçeklendiğini herkese göstermiştir.
Brüksel, 11 Haziran 2007
Via Campesina hakkında daha fazla bilgi için: www.viacampesina.org

(www.karasaban.net sitesinden alınmıştır)

Monday, June 11, 2007

Bereketli Direnis



S e v g i l i o r t a k l a r …

Kolay değil ama kendinizi birkaç dakikalığına bir politikacı veya memurun rolünde hayal edin. GDO lobisi, genetiği değiştirilmiş gıda pazarı için ışıltılı bir gelecek vaadettiğinde inandırıcı olup olmadığını bilmek istiyorsunuz. AlterCampagne sitesini ziyaret edebilirsiniz. Son iki yılda yapılmış geniş küresel ve yerel eylemler, dünya üzerindeki çeşitli görüşler ve uluslararası GDO karşıtı hareketin durumu hakkında görüş sahibi olacaksınız. GDO yanlısı politika ya da yatırımlar için iyiye işaret değil.

İşte bu nedenle, sizin fotoğraflı röportajlarınız hedeflerimize ulaşmamız açısından son derece faydalı.


Gelecek hafta, Ryoko de Tokyo ve ben, sizlere bu yıl olan bitenlerin genel bir değerendirmesini göndereceğiz. Değerlendirmede gelecek yıl için önerilerimiz de olacak. Sizin de ayrıca görüş ve fikirleriniz varsa, bunları bize ileteceğiniz için şimdiden teşekkür ederiz.

Ekli dosyada, Fransa’nın güneyinde yapılacak bir “militan yolculuk” fikrini bulacaksınız.

Birlikte oluşturduğumuz bu Jigmom için çok teşekkürler!

Dom de Chevreuse

Yanıt için : alter.campagne@yahoo.fr


D U Y U R U

Bereketli Direniş

Sofralardaki ve tarlalardaki GDO'lara karşı küresel gösteri…
Karavan, bisikletle ya da yürüyerek…

Bitiş: PAU, Güney batı Fransa (haritalar aşağıda) Toulouse'dan

15 – 19 Ağustos 2007

Seminerler, konserler, çiftçi toplantısı, yerel tohumların ekimi,
Değişik yerlerden gelen birçok karavan toplanacak, köyler geçilecek ve insanlar GDO’lara karşı bilgilendirilecek...
ve Toulouse’dan PAU’ya, biyoçeşitliliğin vahşi rotalarından geçerek, gürültülü, hayal gücünü artıran üç mutlu günden sonra, 15 Ağustos'ta varılacak.





Bu etkinliğin bir parçası olabilmek için:
- Bulunduğunuz yerden bir çıkış ayarlayın (ya da Fransa'nın güneyine yakın bir yerden)
- 15 Ağustos'ta yürüyerek ya da bisikletle Toulouse'a gelin,
- Ne kadar zamanda isterseniz o kadar zamanda bitirin
- Fikir ve önerilerinizi bize gönderin. Bilgi, katılım için pasdogm@yahoo.fr

B i n l e r c e d ü n y a v a t a n d a ş ı n ı n k a t ı l m a s ı b e k l e n i y o r.

Eylem ve turizmi birleştirmenin bir yolu…


Çeviri : Dilek AYMAN / Seda ERTEN

Thursday, June 7, 2007

Halkın Hakları Forumu Tarım ve Beslenme Hakkı Atölyesi’ne



Halkın Hakları Forumu Tarım ve Beslenme Hakkı Atölyesi’ne

GDO’lar ve gıda egemenliği ve güvenliği konusu, muhtelif çevreci ve ekolojist hareketler ile alternatif bir toplumsal yaşamı hayal eden pek çok aktivist çevrenin son zamanlardaki önemli çalışma alanlarından birisidir.
Tüm dünyada adeta birden bire alevlenen GDO karşıtı görüşlerin ardında, halkların haklarına karşı girişilen önemli bir tecavüzün rahatsızlığı yatmaktadır. Aynı şekilde gıda egemenliği ve güvenliği alanındaki talep ve eleştiriler de sadece sağlık konusundaki bir özenden kaynaklı olmaktan öte, ciddi toplumsal sorunların varlığına işaret eder şekilde geniş toplum kesimlerinden yankı bulmaktadır.
Kimi çevreci akımlar, gerek evrensel, gerekse de ulusal düzeyde gıda konusu ile ilgili eleştiri ve tahlil yaparken endüstriyel tarım eleştirisi yapmaktan kaçınmaktadır. Buna sistem içi bir yaklaşımı savunan endüstriyel organik tarım taraftarı ekolojistler de dahil edilebilir. GDOHP, bütün bu yaklaşımların karşısında durarak mücadelesini gıda egemenliği ekseninde örgütlemektedir.
İşte bu ortamda kurulan GDO’ya Hayır Platformu, kurulduğu 26 Mart 2004 tarihinden bu yana yaptığı çalışmalar, geniş katılımlı yapısı ve elde ettiği kazanımlar ile tüm dünya halkları için çok yüksek önemdeki bir mücadele alanında önemli bir işlevsellik göstermiştir. Platformumuz kurulduğu günden bu yana kamuoyunu bilinçlendirme, uyarıcı işlev görme, ilgili yasal düzenlemelerde izleyici ve müdahaleci olma, konunun bilimsel boyutlarını inceleyerek iç yüzü hakkında bilgi edinme / edindirme ve kazandığı etkinlik alanını toplumsal muhalefeti destekleyecek şekilde kullanma şeklinde sıralayabileceğimiz çalışmaları ile üzerine düşen sorumluluğu yerine getirme çabası içerisindedir.
Kamuoyu araştırmalarından ve anketlerden ortaya çıkan sonuçlara göre, artık halkın büyük bir kısmı GDO’nun ne olduğunu bilmekte ve karşı olduğunu açıkça belirtmektedir. Platformun yarattığı etki ABD Tarım Dairesi’nin Biyoteknoloji Raporuna (2005) dahi yansımış, raporda Türkiye’deki GDOHP’nin karşısında GDO’yu savunan bir platform kurulması önerilmiştir. Platform verdiği mücadeleyi her geçen gün daha ileri bir boyuta taşımakta, tarım politikaları ile ilgili her türlü çalışmada isminden söz ettirmektedir.
Küresel sermayenin, ülkemizi elini kolunu sallayarak cirit attığı bir alana dönüştürmeye yönelik müdahaleleri maalesef bildik sektörlerle sınırlıymış gibi algılanmaktadır. Oysaki bugün telekomünikasyon veya enerji gibi önemli yatırım alanlarının bile iktisadi büyüklüğü tarım sektörü ile kıyaslanamayacak kadar düşük düzeylerdedir. İnsanlık için pek çok piyasa ürününün tüketilmemesi mümkündür. Tarımsal üretimin ise her zaman müşteri bulacağı ve her müşterinin bu arz için talepkar olacağı kesindir. O halde sermayenin bu geniş ve bereketli pazarı köylülere(!) bırakacağını düşünmek en hafifinden safdilliktir. 2004 yılı DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü) verilerine göre yıllık cirosu 500 milyar ABD doları olan biyoteknoloji sektörü, haksız ve temelsiz patent uygulamaları ve kısırlaştırıcı genetik müdahaleleri ile bu bereketli pazarın kapılarını küresel sermayeye açmaktadır. 2010 yılı itibariyle yıllık cirosunun 1 trilyon ABD dolarını aşacağı öngörüleri bile mevcut fırsatları(!) anlamak için yeterlidir. İşte tüm bu para büyük oranda tarımsal ürünlerden elde edilmektedir.





Fakat tahmin edilebileceği gibi bu para hak edilerek kazanılmış sayılmaz. Örneğin çiftçilerin her sene ürünlerinden ayırdıkları tohumluklar küresel sermeyenin gözüne batmıştır. Bugün bilmekteyiz ki tohum endüstrisinin tohum ticareti veya takasındaki etki alanı ancak %20 seviyesindedir. Bunun anlamı, dünya çiftçilerinin %80’i hâlâ kendi ayırdığı, ya da komşusuyla takas ettiği tohumları kullanmakta olduğudur. Türkiye’nin de katıldığı bir ülkeler kervanı, “sertifikasız” ve/veya “lisanssız” tohumların tarımsal üretim amacıyla kullanımına son verme çalışmalarına her türlü yasal ve yasa dışı yöntemle başlamıştır. İnsanlığa sonsuz ömür vaatleriyle gündemden hiç inmeyen modern biyoteknoloji de bu amaca hizmet eder şekilde kısır tohumlar üretmiş; çiftçinin tohumunu her sene satın alması mecburiyetini doğuran genetiği değiştirilmiş bitki çeşitleri geliştirmiştir. Bu yeni tohumların sadece birkaç yıl için ekilmesi durumunda bile elde atasal tohumluk kalmayacağından, bu şirketlere mutlak bir bağımlılık söz konusu olacaktır. Bu ve benzeri pek çok durumun açıkça ortaya koyduğu gerçek şudur ki; kıskaç daralmaktadır. Tabağımıza koyduğumuz gıdalar vazgeçilebilir birer tüketim malzemesi değildir. Kolayca görülebileceği gibi mevcut sömürü düzeni gözünü halkların (bu sefer gerçek anlamıyla) boğazlarına dikmiştir. Tüm bu nedenlerle GDO karşıtı mücadele önemli bir hak arama mücadelesidir.
Modern biyolojinin insanlığın önüne koyduğu yeni imkânlar ve bilim kurgu filmlerinden çıkmış gibi görünen olası hedefleri toplumun her kesimi için adeta büyüleyici bir etki yaratmaktadır. Ancak bu yeni gücün yeni bir kölelik biçimi mi yaratacağını, yoksa insanlığın gerçek anlamda özgürleşmesinin önünü mü açacağını ortaya koyacağımız mücadele belirleyecektir. Bu gerçek dikkate alınmadan yapılacak değerlendirmeler biyoteknoloji şirketlerinin tanıtım filmlerindeki sloganları tekrarlamaktan öteye gitmeyen yaklaşımlar halini almaktadır. Altını çizerek söylüyoruz ki; biyoteknoloji ne bilimdir, ne de bir üretim biçimidir. Mevcut örgütlenme biçimi ve hedefleri itibariyle modern biyoteknoloji ve GDO’lar hali hazırdaki sömürü düzeninin yeni birer silahı ve Truva atıdırlar. GDO karşıtı mücadele insanlığın en temel hak arama mücadelesidir.

GDO’YA HAYIR PLATFORMU

Wednesday, June 6, 2007

RUSYA`DAN (EREMURUS CLUB) GDO LARLA İLGİLİ GÜNCEL HABERLER



Çeviri : Levent KARTAL


* TRANSURALDA GM ÜRÜNLERİ KISITLAMASI

* MOSKOVADA GIDA ÜRETİCİLERİ "GDO'SUZDUR" ETİKETİYLE ETİKETLEME İSTEMİYORLAR

* RUS RESTORANTLAR MÜŞTERİLERİNİ YEMEKLERİNDE GDO OLUP OLMADIĞI KONUSUNDA BİLGİLENDİRECEKLER

* BİLİMİNSANLARI VE HALK GDOları RUSYADA BİRLİKLTE TARTIŞACAKLAR

RUSLARI TEHLİKE BÖLGESİNDEN ÇIKARMALARI İÇİN EKOLOJİSTLER TIP YETKİLİLERİNE ÇAĞRIDA BULUNDULAR
Eremurus Club
31 Mayısta Genetik Güvenliği için Tüm Ulusal Derneği GDOlara karşı bir gösteri düzenledi. Gösteri 1 Haziran'daki dünya çocuklar gününe ithaf edildi. Gösteri Rus Tüketici Haklarını koruma ve Sağlık Hizmetleri Kurumunun (Rospotrebnadzor) önünde düzenlendi. Biyogüvenlik Birliği, Sağlıklı Rusya Hareketi gibi diğer birçok dernek de gösteriye destek verdi. Gösteri katılımcıları Hekimler Odası Başkanı Gennadiy Onischenko'dan Rusyada insan tüketimi için uygun görülen tüm GD ürünlere bir moratoryum getirmesini istediler. "Doctor Onischenko, Rusyadaki çocukları koru!" ve " GDO, risk bölgesi" yazılı pankartlar taşıyorlardı. Dernekler 16 GD ürünün onay alma işlemlerinin hatalı olduğunu keşfettiler.
Şu an itibariyle aşağıdaki mahsüller Rusya'da gıda olarak onaylandı:
-Soya (3 tür) - Monsanto (2), Bayer (1);

-Mısır(6 tür) - Monsanto (4), Syngenta (1), Bayer (1);

- Patates (3 tür) - Monsanto;

- Şeker pancarı (2 tür) - Monsanto/Syngenta;

- Pirinç (1 tür) - Bayer.

Bu mahsüllerin hiçbiri Rospotrebnadzor'un kendisinin koyduğu kanunlar çerçevesinde hayvanlar üzerinde 5 nesil boyunca test edilememiştir. Bundan ötürü kamuoyu önünde tüm araştırmalar yapılıncaya kadar tüm yetkilendirmelerin geri çekilmesi gerektiğini söylüyor dernekler.
Bu senenin başlarında dernekler 16 mahsül hakkındaki moratoryumun çıkarılması için Doctor Onischenko'nun ofisine bir mektup gönderdiler ancak hiçbir yanıt almalıdılar.




TRANSURAL BÖLGESİNDE GDO'LU ÜRÜNLERİN YASAKLANMASI
Eremurus Club

Kurganskaya eyaleti yerel yetkilileri Nisan sonunda Kurganskaya bölgesindeki Gıda Ürünlerinin Kalite ve Güvenliğinin Sağlanması için Özel Önelemler hakkında bir yasayı kabul etti. Bu yasa hemen yasal olmayan adını aldı: GDO'lu Gıda Girdileri yasası, çünkü yerel bütçe parasıyla GDO'lu ürünlerin alınmasını engelliyor. 2006'da Moskovada benzer yasalar kabul edilmişti. Yasa laboratuvar ekipmanı alınması ve gıda ürünlerinde GDO'ların tespiti için bütçe ayrılmasını düzenliyor.
Birleşik Rusya grubu parlementoda çalışma arkadaşlarını bölgeyi GDOsuz bölge ilan etmeleri ve bölgedeki yerel eko-ürün üreticilerini desteklemeleri için acil eyleme çağıran bir beyanda bulundular.



MOSKOVADA GIDA ÜRETİCİLERİ "GDO'SUZDUR" ETİKETİYLE ETİKETLEME İSTEMİYORLAR

Eremurus Club

24 Nisan'da Rusya Meyve Suları Üreticileri Birliği, Askond Pastacılar Derneği, Rusya Bira ve Alkolsüz İçecek Üreticileri Birliğini de içeren on kuruluşun temsilcileri Moskova Valisi Yury Luzhkov'a bir mektup yazarak Moskova Hükümetinin Şubat 2007'de onayladığı ve daha önceden gönüllü olarak alınanan "GDO'suzdur" etiketinin zorunlu bir uygulamaya dönüşmekte olmasını şikayet ettiler.
Üreticiler Yuriy Luzhkov'dan 1 Temuz'da yürürlüğe girecek bu yasayı durdurmasını istiyorlar. Yeni yasaya göre üreticiler 16 laboratuvardan birinde gönüllü sertifikasyona girebilecekler.Bu laboratuvarların son listesi 22 Mayısta kabul edildi ve İl Meclisi denetim işlemleri içinm 50 milyon ruble ayırdı.
Üreticiler savunma olarak en büyük perakendeciler Pyaterochka ve Sedmoi'nin girişimini gösterdiler. Süpermarketlerin üreticilere 15 Temuzdan itibaren dağıttıkları gıdalara "GDO'suzdur" etiketi yapıştırmalarını tavsiye etmelerinden memnun değiller. Bunun fiyatları 0.5 ila 15 oranında artıracağını söylüyorlar.
Rusyada GDO içeren gıda ürünlerini etiketleme zorunluluğu federal tüketici yasası ile sağlanıyor.
Ancak üreticiler bu yasaya uymuyorlar. Zorunlu GDO etiketlemesinin denetimi federal yetkililerin sorumluluğunda ancak üreticilerin GDO etiketi koymalarını sağlamaya yetecek kadar kaynak ya da güçleri yok. Bağımsız uzmanlara göre GDOlarla ilgili tüketici güvenliğini sağlamanın tek yolu bölgesel GDOsuz Pazarlar için koşulları yaratmak.



RUS RESTORANTLAR MÜŞTERİLERİNİ YEMEKLERİNDE GDO OLUP OLMADIĞI KONUSUNDA BİLGİLENDİRECEKLER

Eremurus Club

Rus Hükümeti 10 Mayıs 2007'de N276 nolu bir kararname yayınlayarak Yemek Hizmetleri Kurallarını yeniden düzenledi. Bu kararname ile müşterilere verilmesi gereken bir dizi bilgi yeniden gözden geçirilerek yenilendi. Kafeler ve restorantlar artık müşterilerini yemeklerindeki GDO içeriği hakkında bilgilendirmekle zorundalar. CIS Biyogüvenlik Birliği sekreteri Victoria Kopeykina şöyle yorumda bulundu: "Bu kesinlikle olumlu bir şey çünkü restorantlar soya sosu gibi GDO içerebilecek bir sürü farklı ürün sunuyorlar insanlara; ve etiketleme olmadığı zaman ne yediğinizi asla bilemezsiniz. Ancak yetkililierin bu kanunun uygulanmasını sağlayıp sağlayamayacakları konusunda pek emin değiliz."

Sunday, June 3, 2007

GDO’YA HAYIR PLATFORMU VE HALKEVLERİ’NDEN ÇAĞRI

GDO’YA HAYIR PLATFORMU VE HALKEVLERİ’NDEN ÇAĞRI

Halkevleri, 8-9-10 Haziran tarihlerinde Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde SBF Sosyal Politika Araştırma ve Uygulama Merkezi ile birlikte Halkın Hakları Forumu isimli bir etkinlik düzenlemektedir. Forumun 9 Haziran Cumartesi tarihinde yapılacak olan “Tarım ve Beslenme Hakkı Atölyesi”, tarımla ilgili çalışmalar yürüten birçok kurum, sendika ve akademisyenin yanısıra GDO’ya Hayır Platformu’nun da katkılarıyla gerçekleştirilecektir.

Halkevleri ve GDO’ya Hayır Platformu, Halkın Hakları Forumu çalışmalarına katılmak üzere ülkemizi ziyaret edecek olan sosyolog James Petras ile 5 Haziran 2007 Salı günü saat 18.00-20.00 arasında “Tarımda Neo-Liberal Dönüşüm ve Küçük Köylülüğün Tasfiyesi” başlıklı bir söyleşi düzenleyecektir. Herkesi söyleşimize katılmaya davet ediyoruz. (Söyleşi ve tartışmalarda İngilizceden ardıl çeviri yapılacaktır).



Tarih: 5 Haziran 2007 Salı
Yer: Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi
Saat: 18.30



GDO’YA HAYIR PLATFORMU HALKEVLERİ




Bilgi için:

HE: Çiğdem ÇİDAMLI (cigdem@sendika.org/0 537 572 14 44)

GDOHP:Mebruke BAYRAM (mebrukebayram@yahoo.com / 0532 226 03 04)