Monday, November 19, 2007

Türkiye'de buğdayın durumu

Küresel ısınma ve kuraklık buğday üretimini olumsuz olarak etkiliyor. Buğdayla ilgili bağımsız bir politikası olmayan Türkiye de çiftçiler en çok sıkıntıyı çekenler oluyor ve kendisini tüccarın ve sanayicinin sömürüsünden kurtaramıyor. Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platformu kamu, tüccar , sanayici, fırıncı ve buğday üreticisi ilişkisini içeren “Buğday Raporu”nu açıkladı.
TARIM ÜLKESİ TÜRKİYE’DE BUĞDAY
Küresel ısınma, kuraklık ve tarım ürünlerinden yakıt üretimine bağlı olarak dünya hububat üretiminde gerilimler yaşanıyor. Özellikle buğday ve arpa üretiminin düşmesi fiyatların yükselmesine neden oluyor. Yapılan tahminler ve uzmanların öngörüleri bu trendin on yıl daha devam edeceğine işaret ediyor.
Hububat piyasalarındaki bu gerilimden birçok ülke gibi Türkiye’de olumsuz etkileniyor. Üstelik Türkiye’nin bu konuda kendine has bir politikası ve politikalarını bağımsız belirleyebilecek bir durumu da yok. Çünkü Türkiye’nin buğday üretimi ile fiyat politikalarında bir süreden beri IMF, Dünya Bankası ve AB OTP etkili/belirleyici durumdadır.
Buğday Türkiye insanı için temel besin kaynağı, arpa ise hayvancılık için vazgeçilmez bir yem ürünüdür. Hububat hem insanlar hem da hayvanlar için zorunlu besinlerdir bu nedenle önemlidir. Dünya buğday fiyatları değişken bir duruma girdi 1–2 milyonluk taleplerde hemen yükseliyor. Arpada durum ise daha kötü dünyada satışa sunulacak miktarda arpa yok.
Türkiye buğday fiyatlarının belirlenmesinde dünya fiyatlarının esas alınması ve destekleme alımlarından Toprak Mahsulleri Ofisi’nin çekilmesi için IMF, DB ve AB OTP hükümete telkinde bulunuyor, hükümet de uyguluyor.
Kuraklık benzeri afetlerde bile üreticilerin, üretici örgütlerinin ve tarımla ilgili diğer kuruluşların uyarılarını dikkate almayan hükümetler IMF ve AB OTP’nin dediklerini eksiksiz yerine getiriyor. Bunun sonucunda bu yıl yaşadığımız gibi buğday üreticileriyle birlikte tüketiciler de mağdur oldu.
Bu durum ülke ekonomisi, üretici refahı, tüketici hakları konusunda sorunlar yaşanmasına neden oldu, olmaya devam ediyor. Sorunlar yaşandığında sorunların yarattığı tahribatı telafi için hükümetlerin bir çabası da olmuyor. Sorunlar yaşayanlara (mağdurlarına) adeta fatura ediliyor. Oysa kusur yanlış ve güdümlü politikalar uygulayan hükümetlerde. Hükümetler sorumlu tutulmuyor, tutulamıyor…
Hükümet Toprak Mahsulleri Ofisi ile hububat alımlarına müdahale eder, onun görevidir. Fiyatı belirler. Belirlediği fiyat ile üretici ve tüketiciyi tüccar ve sanayiciye karşı korur(du). Ancak birkaç yıldan bu yana bu yıl da hükümetin açıkladığı buğday alım fiyatları maliyetin gerisinde kaldı. Şöyle ki; Toprak Mahsulleri Ofisi’nin 2007 yılı buğday ürünü için açıkladığı alım fiyatı, 2006 yılı buğday ürünü için açıklanan fiyattan sadece %14 oranında yüksektir. Oysaki üretim girdisi olan gübrenin artış oranı bu üretim sezonunda %23–49 oranında gerçekleşmiştir. Buğday maliyeti 48 YKr/kg dır. Anadolu kırmızı sert ekmeklik buğdayın alım fiyatı 42,5 YKr/kg olarak açıklanmıştır. Yapılan açıklamaya göre buğdayda kg başına 4,5 YKr da pirim verilecek. Pirim ile birlikte çiftçinin eline 47 YKr/kg geçecektir. Yani pirim ile birlikte açıklanan buğday fiyatının toplamı maliyetin gerisinde bir fiyattır. Ayrıca buğday alım fiyatları gelişmiş ülkelerde olduğu gibi maliyet + %25 kar + insanca yaşam payı hesap edilerek belirlenmesi gerekirken belirlenmedi. Buna göre bir kilo buğdayın alım fiyatı; 48 YKr (maliyet) + 12 YKr (kar)+ 4,8 YKr (insanca yaşam payı)= 64,8 YKr/kg olmalıydı.
Bırakın bu fiyatı vermeyi Toprak Mahsuller Ofisi maliyetin altında belirlediği fiyattan alım bile yapmadı. Toprak Mahsulleri Ofisi piyasayı düzenlemek için alım yapmayınca da serbest piyasada buğday fiyatları açıklanan fiyatların çok gerisinde alıcı buldu. Bu nedenle buğday üreticisi çiftçi zarar etti.
Kuraklığın neden olduğu verim düşüklüğünü gören bir avuç tüccar buğday toplam üretiminin çoğunluğunu düşük fiyatla ele geçirdi. Toprak Mahsulleri Ofisi yeterli alım yapmadığı için tüccar buğday alım ve satım fiyatında belirleyici konuma geldi. Tüccar çiftçiden düşük fiyata aldığı buğdayı piyasaya yüksek fiyatla sürdü Toprak Mahsulleri Ofisi’nin bunu engellemesi gerekiyor. Ama engelleyemiyor, çünkü elinde müdahale edecek ürünü yok. Yani çiftçiden sonra tüketiciler de tüccarın ve sanayicinin sömürüsünden kendini kurtaramadı.
Hükümet piyasayı düzenlemek için iç alım yerine ithalata yöneldi ama yaşanılan kuraklık bütün dünyada etkili olduğu için dünyada buğday bulmak hem güçleşti hem de bulunan buğdayın fiyatı yüksek. Genel olarak dünya fiyatları düşük olacak diye çiftçinin buğday fiyatını düşük belirleyen hükümet yükselen dünya fiyatlarına koşut olarak çiftçilerin mağduriyetini giderecek bir ek ödeme yoluna da gitmedi/ gitmiyor.
Tüccar ve sanayicinin buğday ve un için belirlediği yüksek fiyat kervanına fırıncılarda katıldı ve ekmek için olması gereken fiyatlardan daha fazla bir fiyat talebinde bulundu. IMF politikalarının dışına çıkamayan hükümet tüm uyarılara ve tarımda çalan çana kulak tıkaması sonucu üretici çiftçi ve tüketiciyi mağdur, tüccar, sanayici ve fırıncıyı ise mutlu etmiştir.
Buğday konusundaki Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platformu’nun Raporu ektedir.
Saygılarımızla
Abdullah AYSUÇiftçi Sendikaları KonfederasyonlaşmaPlatformu Dönem Sözcüsü
***************************************************************************
BUĞDAY RAPORU
I - TÜRKİYE’DE BUĞDAY POLİTİKALARI
Kente göçün yoğunlaştığı, nüfusun arttığı ve üretici olmayan ordu, bir dizi bürokrat, memur ile diğer yönetici kesimin biriktirildiği kentlerde bu kesimlerin gıda ihtiyacının karşılanması her dönem sorun oluşturmuştur. Bu sorun Türkiye için Osmanlıdan bu yana süregelen bir durumdur.
Osmanlı döneminde kentlerin iaşe sorununu çözme konusunda gösterilen duyarlılık kadar bile duyarlı ve sorumlu davranılmaması biz buğday üreticileri ve tüketicileri endişelendirmektedir.
1- Osmanlı’da kentlerin iaşe sorunu ve tarım
16. yüzyılda İstanbul’un nüfusu 500 bini çoktan aşmış, üretici olmayanların kent nüfusu içindeki payı oldukça yükselmiştir. Üretici olmayan ordu ve yönetici kesiminin gıda ihtiyaçlarının karşılanması bu dönemde büyük sorun oluşturmaya başlamıştır.
Fransız tarihçi Robert Mantran, İstanbul için; “…Ürettiğinden çok fazlasını tüketen, çevresindeki alanlardan sürekli olarak gıda maddeleri ve hammaddeler çeken bir büyük parazit kent” diye söz eder.
Bugün de tarımda ısrarla sürdürülen/uygulanan IMF, DB güdümlü yapısal uyum programları köylerden kentlere insan göçünü arttırmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
1.1- Saray(dakiler) kıtlığı varlıklarına tehdit olarak görürlerdi
İstanbul’un et ihtiyacı olsun, buğday ihtiyacı ve diğer ihtiyaçları olsun bekletilmeden karşılanması gerekiyordu. İhmale ge(tirile)mezdi. Aksi durumda İstanbul’da darlıklar ve kıtlıkların baş göstermesi kent halkının yönetime karşı harekete geçmesini tetikleyebilir(di). Bu da, saraydakilerin hiç istemedikleri, varlıklarına yönelik tehlike olarak gördükleri, bu nedenle çekindikleri bir durumdu.
İstanbul’un et ve hububat ihtiyacının karşılanması için izlenen yol, kullanılan yöntemler ve geliştirilen politikalar ile buna denk düşen uygulamalar incelediğinde; köylülerin ve tüccarların durumu, ilişki ve çelişkileri, merkezi yönetim karşısındaki pozisyonları anlaşılmış/anlatılmış olacaktır.
1.2- Osmanlı’da kentlerin et ihtiyacı ve fiyat politikaları
Osmanlı döneminde İstanbul ve diğer büyük kentlerin hayvan ihtiyacını devletin görevlendirdiği celepler karşılardı. Celepler, hayvanları yetiştiricilerden satın alır, İstanbul’a getirirdi. Celeplerin kentlere sürüleri ulaştırmasından sonra etin dağıtımından ve satışından yine devletin görevlendirdiği kasaplar sorumluydular. İşleyişe dışardan bakıldığında her şey normal, ne var bunda, denilebilir. Ancak sürecin işleyişine bakıldığında sürecin normal yani adaletli işlemediği görülecektir. Çünkü Osmanlının koyduğu kurallar celepler, kasaplar ve köylüler için pek normal değil; hem eza hem de ceza gibidir. Şöyle ki; Osmanlı kentlerin özellikle de İstanbul’un et ihtiyacının karşılanmasını arz ve talep kurallarına, piyasanın işleyişine bırakmadığı baskıladığı gibi ticaretine de yetiştirici aleyhine müdahale ederdi. Osmanlı’nın saptadığı fiyatlardan tüccarların-celeplerin kentlere mal getirmesini hep dayatır. Bu amaçla belirli ürünlere üretildikleri yerlerden el konur, mallar kente taşıttırılır, kentlerde belli yerlerde depolanır, sonra da devletin belirlediği fiyattan satışa sunulmak zorunda bırakılırdı.
Osmanlı kentlilerin iaşesini karşılamak için uyguladığı bu politika ile yükün bir bölümünü celeplik ve kasaplık yapanlara, asıl yükü de üretici köylüye yıkmış, alabildiğine sömürmüştür.
Osmanlı, İstanbulluların karnını doyurmak için hububat alanında da çok ciddi yaptırımlarda bulunmuştur. Üretici olan köylülerin ürünlerine-alın terine yok pahasına el koymuş, bunun için türlü yöntemler bulmuş ve uygulamıştır.
1.3- Osmanlıda Buğday fiyat politikaları
Osmanlı üreticiye ödenecek fiyatları, buğday için 20, arpa için 10 para olarak belirlemiştir. 18. yüzyılın ikinci yarısında belirlenen bu fiyat, yaklaşık 100 yıl boyunca değişmeksizin insafsızca uygulanmıştır. Üretici köylüye ödenen miktarın sabit tutulması nedeniyle fiyat sembolik olmuş, piyasa fiyatlarının yanında değeri iyice düşmüş, köylü, bu mubayaa yönteminin uygulanmasıyla acımasız, hunharca bir sömürüye tabi tutulmuştur.
1830’larda yapılan bir zamla fiyatlar beş katına yani, buğday 100, arpa 50 paraya çıkarılmış, bu rakamlar bile o günkü piyasa fiyatlarının çok gerisinde kalmıştır. Bu durum bize köylünün Osmanlı döneminde yıllar yılı nasıl acımasızca sömürüldüğünü göstermektedir.
Cumhuriyetin bu son on yılında buğdayda Osmanlı benzeri bir fiyat politikası uygulamasına geçilmiş, üretici köylü yoğun bir sömürüyle karşı karşıya bırakılmıştır.
2- Cumhuriyet Dönemi Hububat Politikaları
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde bilindiği gibi nüfusun çoğunluğu köylerde yaşamaktadır. Köyde yaşayan nüfus genel nüfusun yüzde 75’inden fazladır. Bu nedenle ülke ekonomisi ve kalkınması da tarıma dayandırılmıştır.
Cumhuriyet döneminde köylüler hububat ağırlıklı üretim yapmaktadırlar. Hububatın alım satım politikaları hem üreticiler hem de tüketiciler için önemlidir. Bu anlamda Cumhuriyet yönetiminin devlet eliyle ilk müdahale ettiği alan tahılın alım satım işi olmuştur.
2.1- Tahılın alım satım işi
1932 yılında çıkarılan yasa ile üretici lehine fiyatların belli bir düzeyin altına düşmemesi için devlet buğday alım satımına Ziraat Bankası aracılığıyla müdahale eder. Daha sonra buğday ile birlikte diğer hububat türlerinin de pazar sorunundan ötürü destekleme kapsamı içine alınmaları gereği duyulur. Bu ürünlerin tamamının alım işleri TC Ziraat Bankası’nca yürütülemeye¬cek kadar kapsamlı olduğundan, 1938 yılında 3491 sayılı yasa ile TMO kurularak bu görev ona devredilir.
13.07.1938 tarih 3491 nolu yasa ve 30 milyon sermaye ile kurulan ve 1959 yılına doğru sermayesi 600 milyon TL’ye (260 milyon TL’si ödenmiştir) yükselen İktisadi Devlet Kuruluşu Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO), tarımda önemli yeri olan ku¬ruluşların başında gelir.
Üreticilerden tahıl satın almak, alınan tahılları iç ve dış pa¬zara sürmek, devlet tahıl yedeklerini oluşturmak, iç pazarda ürün fiyatlarını düzenlemek, tahıl standardizasyonunu izlemek, un değirmenleri, ekmek fabrikaları, tahıl ambarları kurmak, sınaî şirketler kurmak ve benzeri görevler TMO’ya verilmiştir.
TMO’nun kuruluşuyla amaçlanan, çiftçilerin tüccara karşı korunması, yani, çiftçinin pazar sorununun çözülmesidir. Ayrıca tüketicileri korumak üzere TMO’ya un değirmenleri, ekmek fabrikaları kurma görevleri yasa ile verilmiştir. Üretici ve tüketicilerin çıkarlarını korumaya yönelik olarak kurulan TMO, son on yılda kendisine verilen bu görevleri yerine getirmekten alıkonulmaktadır.
2.2- Hububatın serbest piyasada satılması yasaklanır
II. Dünya Savaşı sürmektedir. Türkiye savaşın dışında ama kıyıcığındadır. Bu nedenle olması gerekenden fazla askeri elinde önlem olarak tutmakta ve beslemek zorunda kalır. Elinde bulundurduğu askerler aynı zamanda köylerde toprağı işleyen genç kesim olduğu için üretimde azalmalar yaşanmaktadır. Üretimin azalması ve yaşanılan savaş koşulları olağanüstü önlemler almayı gerektirecektir.
1939–1940 yıllarında hububat serbest piyasada satılırken, Şubat 1941-Temmuz 1942 arasında hububatın serbest piyasada satılması yasaklanmış ve alımların yapılması yalnızca TMO ta¬rafından yürütülmeye başlanmıştır. Bu, II. Dünya Savaşı esnasında ülke ihtiyacının karşılanması adına alınan bir önlemdir.
Burada bir parantez açıp TMO’nun bugünkü politikalarına kısaca bakalım. Ofis, bu yıl (2007) kuraklık görülmesine rağmen ülke ihtiyacı için önlem almadı, mayısta elindeki buğdayı 37,5 kuruştan sattı. Depolayabilirdi, depolamadı. Şu an dünya buğday fiyatları 50 kuruşu aşmış durumda. Ayrıca dünya buğday rekoltesi (yıllık ürünü) düşük gerçekleştiği için piyasada buğday bulmak da zorlaştı.
Yani TMO, elindeki malı ucuza sattı; basiretli bir tüccar gibi davranmadı. Kuraklık bilinmesine karşın önlem olsun diye yeterli alım yapıp stoklamadı; tüketiciyi (halkı) düşünmedi. Piyasayı düzenleyecek oranda alım yapmadı; üretici de korunamadı. Başka bir deyişle yasalarla kendine verilen görevi yapmadı. Parantezi burada kapatalım ve biz yine geçmişe dönelim…
2.3- Savaş sonrası hububat politikaları
Savaş bitmiştir. Savaş sonrası dünya iki kutuplu bir hal almıştır. Bir tarafta Sovyetlerin başını çektiği sosyalist blok, diğer tarafta İngiltere’den liderliği devir alan ABD’nin başını çektiği kapitalist bir dünya oluşmuştur. Her iki taraf dünyayı kendi görüşleri doğrultusunda yeniden düzenlemeye girişmiştir. Türkiye dünyanın bu bölünmesinde tercihini kapitalizmden (ABD’den) yana koymuştur.
ABD, dünyanın dizaynı için Marshall Planı’nı uygulamaya koyar. Türkiye de ABD tarafından Marshall Planı içine alınır.
TMO’ya ait olmak üzere, 1950 ve 1957 yılları arasında, Marshall Planı çerçevesinde (Amerika’nın kredi yardımlarıyla), Avrupa ülkelerinin gıda ihtiyacının karşılanması amacıyla ülkenin çeşitli yerleşim noktalarında 450 tane tahıl ambarı inşa edilir. 1958 yılına gelindiğinde TMO’nun tüm tahıl am¬barlarının hacmi 1,7 milyon tona ulaşır.
2.4- Küresel kapitalizm dönemi hububat politikaları
Küresel kapitalizmin ülkemizde uygulanmaya başladığı 1980 askeri darbesinden sonra hububatın alım satımında bir dizi şirket yanlısı çiftçi/üretici karşıtı politikalar uygulanmaya başlandı.
Bugün ülkemizde tam gaz uygulanan küresel kapitalizm politikaları gereği, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Anlaşmaları - GATT ve IMF dayatmaları so¬nucunda TMO’nun destekleme alımları yok denecek düzeye geriledi. Köylü ürettiği buğdayını, mısırını, çeltiğini TMO’ya yeterince satamıyor, çünkü IMF’nin buyruğu ile TMO köylünün ürettiği buğdayını almaktan alıkonuluyor.
TMO, alımdan çekilince geriye üretici ve tüketici lehine piyasayı düzenleyecek bir kurum da kalmıyor. Meydan sadece tüccar ve sanayiciye kalmış oluyor. Buna da serbest piyasa deniyor.
2.4.1- TMO kuruluş amacından uzaklaşıyor/uzaklaştırılıyor…
Oysa TMO depolama kapasitesi hem piyasayı düzenleyecek hem de halkımızı olumsuz iklim koşullarının yaşanacağı yıllara karşı stok yapacak düzeydedir. TMO’nun depolama kapasitesi 4.425.450 tona ulaşmış durumda olup, atıl du¬rumdaki depolama kapasitesi 4.314.050 ton’dur.
TMO depolarının yüzde 67,9’luk bölümü halen dünyada sağlıklı depolamaya olanak sağlayan birçok ülkede de kullanı¬lan havalandırma sistemlerine sahiptir. Bu oldukça önemli bir orandır. Doğal hava ile havalandırma yapan sistemlerin yanı sıra 24 adet de mevzi soğutma cihazı bulunmaktadır. Ancak hükümetler; IMF buyruğu ile TMO’yu üretici ve tüketici lehine piyasayı düzenlemeden çıkarıyorlar.
TMO’nun 1980’den sonra aşama aşama uygulamaya koyduğu alım (daha doğrusu almama) politikalarıyla çiftçilerimiz tüccar ve sanayiciye daha çok mahkûm ediliyor. Başka bir deyişle küçük ve orta ölçekli çiftçilerimiz uygulanan bu şirket yanlısı politikalarla katmerli bir sömürüye tabi tutuluyor.
Üreticilerin ürettiği ürünün fiyatı ve halkımızın olası kıtlığa, yokluğa karşı korunması hükümetlerin görevi. TMO kuruluş yasasında bu görevler tarif edilmiş durumda. Ama biz IMF istiyor diye üreticinin ürettiği ürünün fiyatını da halkın doyurulması işini de piyasa tanrısına havale ediyoruz. Şube sayısı (72), satış mağazası (6), tesisli ekip sayısı (30), geçici ekip sayısı (125), koltuk ambarı sayısı (64), üreticiye hizmet veren toplam nokta sayısı (544) olan ve Türkiye’yi bir ağ gibi ören, Çiftçilerin Kara Gün Dostu TMO’nun bu organize yapısı şirketler lehine kullanılmak isteniyor.
Yani hükümetler ve IMF, piyasa belirleyici olsun diyor. Ancak üretimden pazarlamaya zincirinin hemen her halkasında çiftçinin aleyhine bir dizi yaptırım piyasanın belirlemesiyle değil, IMF’nin dayatması ile belirleniyor.
IMF’nin dayatması ile;• Ürün taban fiyatları maliyetin altında belirleniyor.• Destekleme alımları çok az yapılıyor, yapılan bu az alımların paraları peşin ödenmiyor. Girdi fiyatları ve zirai kredi faizleri yüksek tutuluyor.
Bu “kökü dışarıda” politikaların uygulanması sonucunda orta ve kü¬çük toprak sahibi köylü ile ortakçılık ve kiracılık yapan bir bö¬lüm köylünün üretecek güçleri kalmıyor. Çiftçiler mesleğini terk etmek zorunda kalıyor. Çiftçiliği zorunlu olarak terk edenlerin toprakları değişik yapıların ve şirketlerin eline geçiyor. Özetle; tarım şirketleşiyor!
2.4.2- Neoliberal dönemde Buğday Fiyat Politikaları
Türkiye’de buğdayı tüccarlar, sanayiciler ve devlet (TMO) satın alır. Buğdayın alım fiyatını ise devlet belirler. Devlet piyasayı düzenleyecek oranda alım yapamadığı için fiyatlar devletin belirlediği fiyatların altında gerçekleşir. Buna karşın yukarıda da belirttiğimiz gibi IMF bugüne kadar devlet tarafından belirlenen buğday fiyatlarının devlet tarafından belirlenmesini istemiyor. Devlet belirleyecekse de buğday fiyatları dünya fiyatları üzerinde olmasın diye hükümetlere dayatıyor.
Dünya fiyatlarını kısaca açıklamakta yarar var. Dünya fiyatları üretimin düşük olmadığı yıllarda düşük belirlenir. Çünkü dünya piyasalarına buğday satan ülkelerin sattığı buğdaylar, ülke ihtiyaçlarının fazlasıdır. Birden fazla ülke, aynı anda dünya pazarlarına ülke fazlası olan ürünlerini sunar, bunun sonucunda fiyatlar düşer. Ancak kendi ülkelerinde fazla ürün üretiliyor diye çiftçilerine dünya fiyatlarını uygulamazlar. Yani gelişmiş ülkeler kendi çiftçilerine maliyelerin altında bir fiyat biçmezler. Dünya fiyatları ne olursa olsun onlar kendi çiftçilerine maliyetlerin üzerine yüzde 25 kâr payı koyduktan sonra bir de insanca yaşam payını ekler, çiftçilerinin ürettiği ürünün fiyatını öyle belirler ve öder.
2.4.3- Azgelişmiş ülkelerde buğday fiyatlarının belirlenmesi
Azgelişmiş ülke çiftçilerinin ürettiği ürünlerin fiyatı ise, dünyada ürün fazlası olan ülkelerin satışa sunduğu, dünya borsalarında oluşmuş olan düşük fiyatlar ölçü olarak alınıyor, belirleniyor. Azgelişmiş ülkelerde ürün fiyatlarına dünya fiyatlarının uygulanmasını isteyen IMF, uygulayan hükümetler…
Bu nedenle ülkemizde IMF-hükümet birlikteliğiyle uygulanan politikalarla buğday alım fiyatları, maliyetin çok altında belirleniyor. Bu yolla buğday üreticisi tüccar ve sanayiciye sömürttürülüyor. Yani, fiyatları mali¬yetlerin altında belirlenmesiyle sanayiye ucuz ham¬madde sağlanıyor, çiftçinin ürününü ucuza alıp pahalıya satan tüccar kazancına kazanç katıyor. Çiftçinin ilaç, mazot, gübre gibi üretim girdileri yüksek tutuluyor bu yolla da yine ta¬rımdan sanayiye kaynak aktarılıyor. Çiftçi her durumda sömürülüyor/sömürtülüyor, üretemez duruma sokuluyor.
Hükümetler, IMF’nin dayatmasıyla bu kararları alırken çiftçilere sormuyor, buğday üreticisi köylüleri yok sayıyor, onların adına kararları alıyor.
Evet, devlet destekleme alımlarından adım adım çekiliyor. Meydan tüccar ve sanayiciye bırakılıyor. TMO’nun siloları kiraya veriliyor. Çiftçiler sömürülüyor, mesleğini terk etmek zorunda bırakılıyor. Köylüler köklerinden, topraklarından koparılıyor, kent çeperlerinde bilinmez bir hayatın içine sürükleniyorlar/taşınıyorlar…
Buralara nereden geldiğimizi anlamak için filmin makarasını biraz geriye sarmamız ve yeniden izlememiz gerekiyor.
2.4.4- TMO, Özal ve küresel kapitalizm politikaları
TMO, küreselleşme politikaları öncesi, köylünün ürününü hasat sonrasında bekletmeden alır, yıl boyunca birey veya şirket olarak un tüketicilerine, iç ya da dış piyasada satardı. Hasat son¬rası yığılan alımları karşılamak için ek finans temin ederdi. Ki, TMO, ek finansı savaş yıllarında bile bulabilmiştir. Bunu da alım mevsiminde yani yaz aylarında Merkez Bankasından avans alarak sağlardı. Ürünleri sattıkça da öderdi. TMO savaş yılları dışında her yıl ödemesini muntazaman yapmıştır. Ta ki 1988 yılına ge¬linceye kadar…
Başbakan Turgut Özal, 1988 yılında; “Madem herkes ihtiyacını serbest piyasadan alıyor, TMO da oradan alsın” dedi. TMO’nun o yıl için ihtiyacı olan 8 trilyon lirayı iç piyasa¬dan temin edemedi, -temin etmesine izin verilmedi- yabancı kredi piyasasına başvurmak zo¬runda kaldı/bırakıldı. Krediyi aldığında 1 dolar=2700 TL idi. Ödedi¬ğinde ise 1 dolar= 13.000 TL olmuştu. Turgut Özal’ın kamu hizmetle¬rini yüksek faizle finanse fikri ya da finanse etmeye zorlaması TMO’ya çok pahalıya mal olmuştu. Turgut Özal’ın bu türden uygulaması bütün KİT’leri zarar eden kuruluşlar haline dönüş¬türdü. Sonra da “KİT’ler zarar ediyor satalım ve kurtulalım” di¬ye¬rek kamuoyu oluşturdu.
2.4.5- AKP, TMO ve buğday politikaları
TMO’nun bu yılki hububat alımı geçen yıllara göre çok düşük seviyede kaldı. Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) 2007 / 2008 Dönemi Hububat Alım Kampanyası şöyle gerçekleşmiştir. Buğday alım 121.703 ton, hububat alımı 124.488 ton, toplam emanet alım 607.060 ton.Geçen yıl (2006), 15 Eylül itibarıyla TMO namı hesabına yapılan hububat alımı 2 milyon 189 bin ton, emanet alımı ise 258 bin tondu. TMO’nun alım politikalarına baktığımızda önceki yıla göre çok düşük. Türkiye hububat rekoltesi ile dünya rekoltesinde bir yükselme olmadığı gibi stoklarda hızlı bir erime durumu var.Dünya 2007 arpa üretim tahmini 142,7 milyon ton, tüketim ise (tahmini) 145,6 milyon ton. Stok tahmini 21,8 milyon ton. Son yıllarda stokların hızla eridiği bilinmektedir. Türkiye 2007 yılı hububat üretim tahminleri; buğday 16 milyon ton, arpa 7,4 milyon ton, mısır 3,6 milyon ton. Eldeki bu verilere bakıldığında hayvanlar için vazgeçilmez besin olan arpa ve insanların temel gıdası olan buğday üretimi ve stoğu S.O.S veriyor.TMO halkımızın ana besini olan buğdayı yurtiçinde (kendi buğday üreticilerimizden) alım yaparak temin etmemiş, üretici ve tüketici çıkarına olacak tarzda piyasayı düzenleme yoluna başvurmamış, tüccar ve sanayicinin lehine piyasadan çekilmiştir.Üreticiler tarafından piyasaya sürülen buğdayı iki elin parmaklarına bile erişemeyecek sayıda tüccar ucuz bir fiyata alıp stoklamış, hükümet alım piyasasından çekilerek bu az sayıdaki tüccarın vurgun vurmasına çanak tutacak tarzda bir politika izlemiştir. Çiftçi örgütleri ve uzmanların, rekolte düşük olacak, kuraklık var uyarılarına hükümet kulaklarını tıkamış, gerekirse dışardan ithal ederiz politikası gütmüştür.Ancak kuraklık ülkemizi olduğu gibi dünyadaki pek çok başka ülkeyi de olumsuz etkilemiş, ülkemizde buğday üretimi yaklaşık %13 oranında azalmış, Kanada, Avustralya gibi büyük buğday ihracatçıları da kuraklığın etkisiyle üretimde rekolte düşüklüğü sorunuyla karşı karşıya kalmıştır. TMO, buğday ithalatına kalkışsa dahi buğday bulmakta zorlanabilir, ayrıca dünyada buğday üretiminin azlığından dolayı fiyatlar çok yüksek olacak; şu anda dünyada buğdayın kilo fiyatı 500 lirayı aşmış durumda. ABD Tarım Bakanlığı, Mayıs 2008’de dünya buğday stoklarının yaklaşık 115 milyon tona gerileyeceği öngörüsünde bulunuyor.Hasat döneminde çiftçilerin ürettiği buğdayın fiyatlarını dünya fiyatları düşük olacak öngörüsüyle düşük belirlemiş ancak kuraklık nedeniyle dünya buğday rekoltesi düşünce dünya fiyatları yükselmiş, buğday üreticisi çiftçilerimiz adeta “kandırılmış”; ürünü ucuz olarak elinden alınmıştır. Hükümetin yanlış öngörüsü sonucu buğdayını düşük fiyatla elden çıkarmak zorunda kalan çiftçilerimizin mağduriyetini telafi edecek bir ödeme yapma yoluna da gitmemiştir. Hükümetin yanlış öngörüsünün üzerinden yerli ve yabancı buğday tüccarları kazançlarına kazanç katarken çiftçiler ve ülke ekonomisi zarar görmüştür.Buğday fiyatlarının yüksekliğini gerekçe gösteren fırıncılar olması gerekenin üzerinde bir zam talebiyle sahnedeki yerini almış. Hükümetin uyguladığı yanlış politikalar sonucu sömürülen çiftçilere fırıncıların ekmeğe yaptığı yüksek zamla tüketiciler de eklenmiştir.Son dönemlerde buğday fiyatlarının yüksek olmasının nedenlerinden biri de dünya piyasasında biyoyakıt üretimi nedeniyle mısır, buğday gibi gıda maddelerine yönelik talebin artmış olması. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) “Gıda Görünümü” raporuna göre, hububat fiyatları son 10 yılın en yüksek seviyesine ulaştı. Yükselen fiyatlar nedeniyle 36 ülke “gıda krizinin” eşiğinde. Raporda 2007 yılında dünyada gıda maddelerini ithal etmek için harcanacak paranın 400 milyar doları aşacağı belirtiliyor. Bu bir önceki yıla göre %5 oranında artış anlamına geliyor. Bu yıl azgelişmiş ülkelerin gıda ithalatına harcayacağı para %9 oranında artacak. Fiyatı en fazla yükselen gıda maddeleri ise %13 ile biyoyakıt üretiminde kullanılan bitkisel yağlar ve iri taneli hububat. FAO, biyoyakıta artan talep nedeniyle vatandaşlarını beslemek için mücadele eden yoksul ülkelerin yükünün daha da arttığını belirtiyor.Dünya Sağlık Örgütü de (WHO) birkaç ay önce benzer bir rapor yayınlayarak biyoyakıtların küresel ısınmanın azalmasına yardım edeceğini, kırsal bölgelerde istihdam sağlayacağını, ancak ciddi çevre sorunları ve gıda fiyatlarının yükselmesi sonucu açlığın ortaya çıkması gibi tehlikeler yaratabileceğini açıklamıştı.Uluslararası Gıda Politikaları Araştırma Örgütü’nün (IFPR) açıklamasına göre, temel gıda maddelerinin fiyatı 2010’da %20 ila %33 oranında artacak. Temel gıda maddesi fiyatlarındaki %1’lik bir artış 16 milyon insanın açlık sınırının altında kalması anlamına geliyor.TMO, görevinden uzaklaştırıldı, uzaklaştırılıyorÖzetle TMO, görevini yerine getirmemiş, buğday gibi stratejik bir üründe yeterli stoğu yapmamış, piyasayı regüle (düzenleme) etmekten geri durmuştur.Emanet alımlarının geçen yıllara oranla artması, stokların azaltılması TMO’nun piyasayı regüle etmekten vazgeçmesi meydanın tüccarın eline bıraktığının göstergesidir, kanıtıdır.Hükümetin bu yanlış politikaları sonucu TMO piyasayı düzenleyecek oranda alım yapmayarak görev kusuru işlemiş, kendi buğday üreticisi çiftçimizi mağdur etmiş, yurttaşlarımızın ana besin kaynağı buğday konusunda sorumsuz davranmış, çiftçinin yanında tüketicilerin bir avuç sanayici ve tüccar tarafından sömürülmesine neden olunmuştur. Osmanlı padişahlarının yurttaşlarının temel gıdası olan buğday için gösterdiği hassasiyeti bile AKP Hükümeti göster(e)memiştir.Çiftçi Sendikaları olarak diyoruz ki;Tahıllar halkımızın temel gıda maddesi olması nedeniyle stratejik ürünlerdir. Asyalılar için pirinç yetiştirilmesi ve tüketilmesinin anlamı ne ise bizim için de tahıllar öyledir. Arpa ile birlikte diğer hububat ürünler ise hayvanların beslenmesinde zorunlu yemlerdir.
Bu nedenle devlet, destekleme alımla¬rından çekilmemeli. Piyasayı üretici ve tüketici lehine düzenlemedeki yerini korumalı. Başka bir deyişle Hükümetlerin “Tarımda Yapılanma” adı altında uyguladığı IMF, DB ve Dünya Ticaret Örgütü’nün (WTO) dayatması olan politikalar kabul edilmemeli. Gelişmiş ülkeler ve yabancı tekellerin çıkarına olan bu politikaların üretici ve tüketicinin yara¬rına olmadığı, buğday ithalatımızın her geçen yıl artmasından da açıkça anlaşılmaktadır.
TMO’ları özelleştirmek veya işlevsizleştirmek yerine özerkleştirerek yönetimleri çiftçilere/çiftçi örgütlerine devredilmelidir. Böylece çiftçiler, “kaygı ekip keder biçme” durumundan kurtarılmış olur.
Çiftçiler, tarlada çalışarak elde ettikleri ürünlerini kaça satacaklarını, sattığı ürünün parasını ne zaman alacaklarını bilmedikleri bir belirsizlikten kurtarılmalıdır.
TMO’nun demokratikleştirilmiş yönetimleri aracılığıyla (TMO Yasasının amaç maddelerinde olduğu gibi) buğdayını un-ek¬mek-makarna-bisküviye dönüştürerek satma olanağına kavuştu¬rulmalı, bunun sonucunda elde edilen artı değerden (gelirden) de çift¬çiler ayrıca yararlandırılmalıdır. Tahıl üreticisi çiftçinin yoksulluğunu ön¬leyecek, köyden kente göçü tersine çevirebilecek yegâne yararlı uygulama bu olacaktır.
Kendisine oy vermeyen sadece borç para veren IMF’nin bir dediğini iki etmeyen, onların dayattığı kanunları eksiksiz çıkaran hükümetlerin, köylü oylarına karşı da sorumlulukları olduğunu Hububat Üreticileri Sendikası olarak bu vesileyle hatırlatmış olmaktan üzüntülüyüz.
Dünyada yeni moda bir akım olarak propagandası yapılan gıda ürünlerden biyoyakıt elde etme, insan ve hayvan gıdasını otomobil ve endüstriye yönlendirilmesi ülkemizde de yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Çiftçi Sendikaları, gıda ürünlerinin kullanımında insan ve hayvanların öncelikli olmasının doğru olacağına inanır.
Unutulmamalıdır ki, köylüler de bu ülkenin yurttaşlarıdır; vergi verir askerlik hizmetini yerine getirir, zamanı geldiğinde yurttaşlık vazifesi olan oylarını kullanırlar. Ülkeyi sevmek, ülke insanını ayrımsız bir biçimde sevmekten geçer. IMF ve ulusaşırı tarım ve gıda tekelleri yerine, çiftçilerin örgütlenmesinin önü açılarak, yasal güvenceye kavuşturularak kararları çiftçi örgütleriyle birlikte almaktan geçer.
Yani, çiftçiler, TMO’nun demokratikleştirilmiş yönetimleri aracılığıyla, kurulan değirmenlerde buğdayı una; kurulan ekmek, makarna, bisküvi fabrikalarında unu ekmeğe, ma¬karnaya, bisküviye dönüştürerek satma olanağına kavuşturul¬malıdır. Bunun sonucunda da, üretimden pazarlamaya olan zincir doğru ve adaletli kurulmuş/tamamlanmış olacaktır.Bu da;• Üreticinin alın terinin karşılığını almasını,• Tüketicinin ucuz ekmek, makarna, bisküvi tüketmesini,• Pa¬ramızın-dövizimizin ulusaşırı tarım ve gıda şirketleri yerine Türkiye çiftçisine gitmesini getirecektir.
Özetle; Türkiye tarımı IMF’siz olur, hem de üreticisi ve tüketicisiyle daha iyi gelişir. IMF’siz başarılı olmamız için, ülke olarak biraz kendimize, biraz yetişmiş insan gücümüze, biraz çiftçimize güvenmemiz yeter de artar bile.
II - BUĞDAYA İLİŞKİN ULUSLARARASI POLİTİKALARIMF, AB OTP ve Türkiye Buğday Politikaları
Özal ve Özal’dan sonraki hükümetler TMO’yu ‘Yeniden Yapılandırma’ adı altında yabancı büyük tarım ve gıda şirketleri için çalışan Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) anlaşmaları ile IMF ve Dünya Bankası’nın isteğine uygun olarak çalıştırdılar.
İşte büyük tarım ve gıda şirketlerinin yararına olan bu tarım politi¬kaları, Türkiyeli köylüleri yoksullaştıracak, meslekleri olan çiftçiliği terke taşıyacaktır…
Türkiye tarımında yerli-yabancı büyük tarım şirketlerinin egemenlik kurmasını sağlayan araçlar; Dünya Ticaret Örgütü, IMF ve AB Ortak Tarım Politikası’dır. Bu araçlar birbiri ile benzer kuruluşlardır.
1- IMF ile ilişkiler; Türkiye’de ekonomik, siyasal ve sosyal değişimler
Türkiye’de 1980’de özelleştirmeye uyarlama operasyonları başlatıldı. Daha sonra tarıma yönelik yeniden yapılandırma programı 5 Nisan 1994 kararlarıyla uygulamaya konuldu. Ancak bu program başarılamadığı için devam etmedi. Her hükümet değişikliğiyle birlikte programda da değişiklikler oldu. Tarım programları 1999 yılında yapılan stand-by anlaşması ve Aralık ayında IMF’ye verilen niyet mektupları ile tekrar gündeme geldi ve biçimlendi.
Niyet mektuplarında yer alan tarımla ilgili bölümler aşağıya alınmıştır. Niyet Mektupları, dikkatlice incelendiğinde Türkiye tarımının geleceğine hiç iyi niyet beslenmediği görülecektir.
2- Niyet mektuplar
Niyet mektuplarının tarımla ilgili bölümleri:
2.1- 9 Aralık 1999 Tarihli Niyet Mektubu:
-Tüm destekleri kaldırın, yalnız Doğrudan Gelir Desteği verin.
Stand-By anlaşması çerçevesinde IMF’ye verilen Niyet Mektubunda ülke taahhütlerinin başında mevcut destekleme politikalarının kademeli olarak kaldırılması, yerine çiftçiye yönelik tek başına Doğrudan Gelir Desteği’nin uygulanması gelmektedir. Buna neden olarak ise, mevcut destekleme sisteminin kamu bütçesine yük getirdiği, pazar yapısını bozduğu ve küçük çiftçilere ulaşmadığı gösterilmektedir.
Doğrudan Gelir Desteği’nin (DGD) tarımsal bir destek olmadığı, tarımsal üretimin sürekliliğini sağlama ve geliştirmesine hizmet etmediği, sosyal nitelikli ve giderek azaltılan bir destek olduğu bilinen bir gerçekken ne yazık ki niyet mektubunda böyle gerekçelendirilebilinmiştir.Tarım sektörlerinin sorunlarını çözmüş, gerekli alt yapıya sahip ülkelerde (gelişmiş ülkelerde) uygulanması doğru olan bir sosyal destektir, doğrudan gelir desteği. Doğrudan gelir desteği, bırakın tarımsal sorunlarını çözmüş olmayı -tarımlarının istihdam ve ülke ekonomisinde önemli yeri olmasına karşın- sürekli sorun biriktiren, üretmemek değil, üretmek zorunda olan bizim gibi (azgelişmiş) ülkelerde tek başına uygulanması/uygulattırılması önemli olumsuz sonuçlara yol açabilecek nitelikte bir yanlıştır. Tarımın geliştirilmesinin bir amaç olmaktan çıktığı, ihtiyacın çok üstündeki üretimden dolayı üretimin kısılması ama bunun yanında tarım kesiminin gelirinin korunması gerektiği durumlarda uygulanması doğru olan bir destektir…Özcesi, üretim planlaması için, diğer desteklerin yanında ek olarak kullanılabilecek bir desteği başkaları istiyor diye diğer tüm destekleri kaldırarak onların yerine tek başına vermek, Türkiye tarım sektörünü dinamitlemekten başka bir şey değildir. İşte; IMF’ye verilen niyet mektuplarının ilki ile bu taahhüt edilmiş ve uygulanmıştır.— Ürün fiyatlarını dünya fiyatları düzeyinde belirleyin.Sözü edilen niyet mektubunun 41. maddesinde ayrıca destekleme fiyatlarının tahmin edilen dünya fiyatına uyarlanacağından söz edilmektedir…Dünya fiyatları gelişmiş ülkelerde başka, azgelişmiş ülkelerde başka uygulandığını anlattığımız için burada konuya tekrar girmeyeceğiz. Yalnız bu başka politikalar, az gelişmiş ülkeleri çıkmaz sokağa sürüklemiş, gelişmiş ülkelerinse gemilerini okyanuslarda korkusuzca yüzdürmelerini sağlamıştır. Şöyle ki; azgelişmiş ülkelerin hükümetleri IMF istemiyor diye üreticilerini fiyat konusunda desteklemez. Dünya fiyatlarını esas alan bir politika uygular. Dünya fiyatlarının geçici düşüklük cazibesine kapılır; üretmek yerine ithal etme yoluna gider. Düşük belirlenen dünya fiyatları politikası sonucunda üretemeyen, zarar eden çiftçiler kent varoşlarına göç eder. Üretimde azalmalar olur. Ülke ise gıdada dışa bağımlı olur. Gıdada bağımlı hale gelen ülkeler için eskisi gibi düşük fiyat üzerinden gıda bulmak da olanaksızlaşır. Üreten ve malı olan ülkeler (gelişmiş ülkeler) fiyat belirleme konumuna azgelişmiş ülkenin üretmemesi ile erişir. Çünkü gelişmiş ülkeler, az gelişmiş ülkeleri gıdada bağımlı hale getirdikten sonra düşük fiyatla dünya piyasasına mal sürmesine gerek kalmamıştır. Fiyatları her yıl bir miktar daha artırarak hem üretemeyen ülkeyi daha bağımlı kılar, hem de eski “zararlarını” tazmin eder.— Tarımsal kredi faizlerini yükseltin.Tarımsal kredi faizlerinin sübvanse edilen (devletçe karşılanan) bölümünün sübvanse edilmemesi (devletçe karşılanmaması) IMF’ye verilen bu niyet mektubuna konu edilecektir. Desteklerin kaldırılması, destekleme fiyatlarının düşük tutulması, tarımsal kredi faizlerinin sübvansiyonun kaldırılması gibi uygulamaların her biri çiftçi ile devletin bağının koparılması, çiftçilerin yalnızlaştırılması olarak görülmelidir. Çiftçi yalnızlaştıkça/yalnızlaştırıldıkça ya üretimden uzaklaşacak ya da şirketler için üretim yaparak yaptığı işe yabancılaşacak, bağımlı üretim ilişkilerine mahkûm olacaktır.2.2- Türkiye’nin IMF’ye verdiği 2. Ek Niyet Mek¬tubu’nda “Tarım Politikaları” başlığı altında IMF’ye, devlet ban¬kalarından sağlanan kredi sübvansiyonlarının (düşük faizli kredinin) kaldırıldığı bildiril¬miş. Çiftçiler ile devletin bu konuda bağının koparıldığına yer verilmiştir.26 Haziran 2001 Tarihli Niyet Mektubu (Ankara, 26 Haziran 2001)Sekizinci gözden geçirme“…Hükümet, hububat piyasasında tüccarların faaliyet¬lerini artırmak ve TMO’nun piyasayı en az maliyetle düzenlemesine izin vermek amacıyla TMO’nun alış ve satış fiyatları arasındaki farkı, geçen yılki %12–20 olan düzeyi ile kıyaslandığında, %18 ila %26 se¬viyesine getiren bir kararname yayınlamıştır…”2.3- 31 Temmuz 2001 Tarihli Niyet MektubuTarım alanları üstü açık fabrikalardır. Doğa koşulları ürün verimliliğinin az veya çok olmasını doğrudan belirler. Çiftçilerin üretim için yeterli sermayeleri olmaz, üretebilmek için krediye muhtaçtır, ancak kredi alarak üretimini sürdürebilir. Çiftçinin kullanacağı kredi düşük faizli olmak zorundadır. Çünkü çiftçi krediyi alır; tohum, gübre, mazot, toprak işleme ve ilaçta kullanır. Karşılığını en erken olarak 6 ay sonra alır, krediyi geri döndürür. Buzdolabı satıcısı gibi o paraya 6 ayda 6 takla attırarak kazanç katlaması yapamaz. Çiftçi üretir. Üretimin de makul bir süresi vardır, o sürenin dolmasını, tamamlanmasını beklemek zorundadır. Hasat zamanı geldiğinde ürettiği ürünleri toplar, topladığı ürünlerle insanların karnını doyurur, sırtını giydirir. Ancak Hükümet, IMF’ye verdiği bu niyet mektubunda tarımsal kredileri yükseltileceğini ısrarla vurgulamaktadır.
Bu niyet mektubundaki ısrarlı ve kararlı tutumların sonrasında Ziraat Bankası yeniden yapılanmaya gidecek ve Ziraat Bankası köylüye tarımsal kredi vermekten aşama aşama uzaklaştırılacaktır.
Genelde tarımda, özelde hububat konusunda hükümetlerin niyet mektuplarında verdiği taahhütler sonunda kurulan bu bağımlılık ilişkileri Türkiye gıda ve tarım sektörüne yabancı büyük tekeller ve yerli büyük şirketlerin egemen kılınmasının yolunu açmıştır.
Tarım şirketleşme yolunda hızla ilerliyor/ilerletiliyor. Çiftçilerin çiftçiliği terk etme hızı da, her 50 saniyede bir çiftçinin mesleği terk etmesi seviyesine ulaşmış durumdadır.
Evet, tarımda güçsüzleştiriliyoruz, çiftçilikten çıkarılıyoruz. Güçsüzleştikçe çiftçiler ve ülke olarak bağımsızlığımızı yitiriyoruz. Bugün IMF, Türkiye’yi tam olarak teslim almış durumdadır. Başka bir deyişle Türkiye IMF’ye teslim edilmiştir.
IMF’ye yön veren gelişmiş ülkelerin en önemlilerinden biri AB’dir. AB’ye adaylığı kabul edilen Türkiye’nin AB ile yatıp, AB ile kalktığı bu günlerde, AB, IMF, Türkiye ilişkileri bizim için önemlidir.
AB’nin Türkiye tarımına ilişkin hazırladığı İlerleme Raporları, Türkiye tarımının rotasını çizen, çizdiği rotadan ne kadar yol aldığını veya alamadığını belirleyen yaptırımı olan raporlardır. Hatta söz konusu İlerleme Raporları sayesinde tarıma ilişkin “nur topu gibi” bir Ulusal Programımız bile doğmuştur!
3- İlerleme RaporlarıTürkiye’nin tarımını IMF ve Dünya Bankası’nın belirleyiciliğine bıraktığı 1998 yılı, AB’nin de Türkiye tarımı için ardı gelecek olan ilk İlerleme Raporunu kaleme aldığı yıla rastlar. Ne tesadüf değil mi? Bu tesadüfün Sovyetler Birliği’nin dağılması, Doğu Almanya’daki duvarın yıkılmasının toz dumanının henüz kalkmadığı anla çakışması bir başka “tesadüf” olarak görülebilir. Türkiye tarımının kaderi işte bu tesadüfler bileşkesinde ağlarını örecektir.
Türkiye tarımı niyet mektupları ile ABD’nin, İlerleme Raporları ile kıta Avrupa’sının çapraz ateşindedir artık.
3.1- 1998 İlerleme Raporu
Evet, AB’nin Türkiye’ye ilişkin ilk İlerleme Raporu 1998 yılında yayınlandı. Kırsal alanla ilgili konular Tarım başlığı ile ele alınmıştı, bu raporda.
Tarım başlığı altında; Türkiye’nin tarımsal ürün ticaretinde AB’nin önemli bir paya sahip olduğu belirtilmiş. Tarımsal gıda sektörünün halen özelleştirme sürecinde olduğu, çay, tütün, şeker, hububat gibi önemli ürünlerde devletin rolünün belirleyiciliğine dikkat çekilmiş, tarım politikaları müdahaleci bulunmuş, devletin alandan çekilmesi istenmiştir.
3.2- 1999 Yılı İlerleme Raporu
1999 Yılı İlerleme Raporu’nda alkollü içecekler, hububat, çay, şeker ve kırmızı ette devlet faaliyetinin yoğunluğunun devam ettiği ve bu alanda önemli ilerlemelerin gerçekleşmediğinden söz ediliyor.
Her iki raporun ortak yanı, kırsal alanı yalnızca tarımsal faaliyet olarak görüp değerlendirmiş olmasıdır. Kırsal alandaki yaşamın bir kültür olduğu görmezden gelinmiş. Ayrıca raporlarda devletin piyasa düzenleyici kurumlarının devam etmesinden rahatsızlığını açıklayan AB; gidişata yönelik bu açıklamalarıyla çiftçi karşıtı, şirket yanlısı olduğunu açıkça göstermiştir.
3.3- 2000 Yılı İlerleme Raporu
2000 yılı İlerleme Raporu’nun tarım başlığında, yine devlete ait Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile devletçe yönlendirilen Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri başta olmak üzere çok sayıda müdahale kurumu olduğuna ve tarımsal sübvansiyonların yüksekliğine yer verilmiş. Hükümetin IMF ile yaptığı stand by anlaşmasıyla girdiği taahhütler bu ilerleme raporuyla hatırlatılmış ve yerine getirilmesi istenmiştir.IMF’ye verilen taahhütler;• Destek politikalarını kademeli olarak kaldırmak yerine Doğrudan Gelir Desteğine (DGD) geçmek,• Tarım Satış Kooperatifleri Birliklerine özerklik vermek,• Girdi sübvansiyonlarını kaldırmak,• Tarımsal Kamu İktisadi Teşebbüslerini (KİT) özelleştirmektir.
AB, 2000 yılı ilerleme raporuyla IMF’ye verilen taahhütlerin yerine getirilmesini istemiştir. Türkiye yukarıda sıralanan taahhütleri sırasıyla yerine getirmiş. Diğer tüm destekleri kaldırarak yalnızca DGD’ye geçilmesiyle birlikte zaten yoksul ve üretme güçlüğü içinde olan çiftçiler iyice yoksulaşmış, üretemez duruma doğru hızla sürüklenmiştir.
3.4- 2001 Yılı İlerleme Raporu2001 Tarihli İlerleme Raporu; Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı çerçevesinde tarımsal politikalara yön verileceğinden söz ediyor. Çiftçilere desteklerin ülke genelinde doğrudan gelir desteğine dönüşeceğini, ürün fiyatlarındaki artışın hedeflenen enflasyon oranını aşmayacağı, destekleme alımlarının da kısıtlanacağı belirtiliyor.
Pazara uyum için bazı ürünlerin gümrük tarifelerinin düşürüleceği, tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesinin süreceği gibi belirlemelerde bulunuyor.
Yine AB’nin isteği doğrultusunda Türkiye bir Ulusal Tarım Programı çıkartacaktır.3.5- Ulusal Program
Tarımsal açıdan kısa ve uzun vadede yapılması taahhüt edilen konular şunlardır:Kısa Vadede;• IMF’nin isteği de olan tarımsal reformlara devam edilmesi,• Arazi kayıt sistemi, hayvan kimlik sistemi, bitki pasaport sisteminin geliştirilmesi,• Tarımsal pazarların izlenmesi,• Çevresel, yapısal ve kırsal kalkınma tedbirlerinin uygulanması, idari yapıların geliştirilmesi,• Hayvan bitki sağlığı için AB mevzuatıyla uyum için strateji belirlenmesi,• Laboratuar testleri ve denetim düzenlemelerinin kapasitelerinin iyileştirilmesi,• Balıkçılık pazarlarını ve yapısal gelişmeleri izlemek amacıyla idari yapının kurulması, balıkçılık filosu kaydının yerine getirilmesi.
Programda tarımsal reformlara devam edilmesi taahhüdünün verilmiş olması tarımda süregelen IMF tahribatına devam edileceği anlamına gelmektedir. Uygulanan tarımsal reform programlarının sonucunda yaşanılarak görülen bir tahribatı ulusal programa almak anlaşılır bir şey değil. Ayrıca bir programa “ulusal program” adı verilmekle o program ulus yararına bir program olmaz. Küresel kapitalizmin ihtiyaçlarına göre tarımımızı düzenleyen AB’nin “şu şu çerçevede bir ulusal program çıkarın” demesi sonrasında çıkan programa da asla ulusal program denilemez.
Türkiye 2001 yılında hazırladığı Ulusal Programın ardından AB, 2002 Yılı İlerleme Raporu’nu düzenlemiştir.
3.6- 2002 Yılı İlerleme Raporu
2002 Yılı İlerleme Raporu’nda; Hükümetimizin 2000 yılında IMF’nin isteğiyle başlattığı tarım reformunu devam ettirdiği, ama mevzuat uyumundaki ilerlemenin sınırlı kaldığı belirtiliyor. Raporda reformun;• Tarımsal fiyat destekleme sistemlerinin Doğrudan Gelir Desteği ile değiştirilmesini,• Tütün, çay ve fındık üretiminin yerine alternatif ürün projesini,• Tarım Satış Kooperatifleri ve Birliklerinin yeniden yapılandırılmasını,• Girdi ve kredi sübvansiyonlarının terk edilmesini,• Gıda sanayileri gibi kamu teşebbüslerinin özelleştirilmesini, kapsadığı belirtilmiştir.
Tarımsal fiyat desteklemelerinin tamamının kaldırılarak onun yerine üretimden kopuk Doğrudan Gelir Desteklerinin uygulaması yanlıştı, bunun yanlışlığı daha sonra yaşanılarak da öğrenildi.
Türkiye’de hükümetlerin zaten girdi ve kredi sübvansiyonu konularında hiçbir uzuvlarını kıpırdatmadıkları ortadadır. Çiftçilere uygulanan “para isteme benden, buz gibi soğurum senden” politikaları hükümetlerin güttükleri başat politikalardır.
AB’nin önerdiği reform, hükümetlerimizin IMF’ye taahhüdünden başka bir şey değildir. Aslında bu reform ve IMF’ye verilen taahhüt ulusaşırı gıda ve tarım şirketlerinin Türkiye tarımına egemen kılınmasına yönelik bir düzenlemedir. AB’nin Türkiye tarımını bu doğrultuda yönlendirmesi ülkemiz tarımı ve çiftçisinin yararına değildir. Çünkü bunlar Türkiye’nin tarım gerçekleriyle örtüşmeyen önermelerdir.
3.7- 2003 Yılı İlerleme Raporu
2003 Yılı İlerleme Raporu’nda; Türk Hükümeti’nin 2000 yılında kabul ettiği tarım politikaları olan;• Doğrudan Gelir Desteği verilmesi,• İşlenmiş tarım ürününe verilen ihracat geri ödemesinin kaldırılması,• Girdi ve kredi sübvansiyonlarının terk edilmesi,• Tütün, çay ve fındık için alternatif ürün programlarını kapsadığı belirtilmiş.
Bunlar söz konusu raporda kilit konular olarak değerlendirilmiş, tamamlayıcı tedbirler olarak da tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin yeniden yapılandırılması ile tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi belirtilmiştir.
Evet, 2003 yılı İlerleme Raporunda istenenler; Türkiye tarımına ulusaşırı şirketlerin egemen kılınmasını sağlayacak istekler olup, şirketlerin olmazsa olmazları; Türkiyeli çiftçilerin ise yok oluşlarını getiren ölüm fermanlarıdır.
2003 İlerleme Raporu ile birlikte Türkiye’nin kaydettiği ilerlemeler ve oluşan yeni gereklilikler doğrultusunda Katılım Ortaklığı Belgesi 19 Mayıs 2003 tarihinde kabul edilmiştir.
Türkiye Katılım Ortaklığı Belgesi’ndeki uyarı ve hedefler doğrultusunda 2003 Yılı Ulusal Programı’nı hazırlamıştır.
3.8- 2003 Yılı Ulusal Programı
Programda; AB’ye üyeliğini sağlayabilmenin ana erek olduğu, Türkiye’nin AB ile bütünleşmesinin her vatandaşın bugününü ve yarını derinden etkileyeceğinden söz ediliyor. AB için: Üretimden, tüketime, sağlık, eğitim ve tarımdan sanayiye, çevreye, adalete ve güvenliğe kadar yaşamın her alanını etkileyecek, dönüştürecek bir dönüşüm/reform olduğu belirtiliyor. Bireylerin, hayat standardını artıracak bir proje olarak görüldüğü kadar Türkiye’nin de uluslararası ekonomik gücünü, demokratik saygınlığını ve güvenliğini artıracak bir proje olduğundan da söz ediliyor.
Programda, IMF’nin tarımsal reformlarına devam koşulunun ardından, bu kez de, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Tarım Anlaşması’nın öngördüğü yükümlülüklerin de yerine getirilmesi isteniyor. DTÖ, bilindiği gibi ulusaşırı şirketler için dünya ölçeğinde ticaretin anayasasını hazırlamaktadır. Yani DTÖ anlaşmaları şirketlerden yana, çiftçilere karşı anlaşmalardır. Ayrıca programın, AB OTP ve uluslararası ticaretteki gelişmeler çerçevesinde oluşturulacağı öngörülüyor.
3.9- 2004 İlerleme Raporu
2004 İlerleme Raporu’nda Tarım alanında birçok uygulanabilir kuralların bulunduğu, bu kuralların kamu tarafından etkin bir biçimde hayata geçirilmesi gerektiği söyleniyor. AB, kamuyu, yani devlet ile çiftçi ilişkisini sadece tarımı serbest piyasaya açacak düzenlemeleri yapmakla sınırlı görüyor. Devletin çiftçilerin giyotini gibi çalışmasını istiyor.
3.10- 2005 Yılı İlerleme Raporu
İlerleme raporlarının sekizincisi 2005 yılı İlerleme Raporu’dur. Bu ilerleme raporunda bir önceki ilerleme raporundan bu yana geçen sürede tarım ve kırsal kalkınma alanındaki uyumlulaştırma konusundaki ilerlemenin sınırlı olduğu belirtiliyor.
3.3.11- 2006 Yılı İlerleme Raporu
İlerleme raporlarının 9.’su, müzakerelerin başlamasından sonraki ilk rapor. 2006 Yılı İlerleme Raporu; tarımsal ve kırsal alana ilişkin bildik, kamu ve çiftçinin bağını koparan, şirketlerin önünü açan önerilere yer vermiştir. Evet, AB ve Türkiye arasındaki ilişkilerinde belgeler ve yaklaşımlar böyle…Görüldüğü gibi IMF ile girilen taahhüt ilişkileri ve AB Ortak Tarım Politikası müzakereleri Türkiye hububat sektörünün üretimini artırmıyor, verimliliğini yükseltmiyor, tam tersine bağımlı kılıcı ilişkileri tesis ediyor ve yeterlilikten uzaklaştırıyor.
Saygılarımızla
Abdullah AYSU
Çiftçi Sendikaları KonfederasyonlaşmaPlatformu Dönem Sözcüsü

No comments: