Thursday, November 8, 2007

MISIRÖZÜ YAĞI, SAĞLIK ÖNERİLERİ VE AMERİKAN TARIM TEKELLERİ

MISIRÖZÜ YAĞI, SAĞLIK ÖNERİLERİ VE AMERİKAN TARIM TEKELLERİ
Tayfun Özkaya
Hatırlar mısınız, eskiden kalp hastalarına doktorlar mısır özü yağını önerirlerdi. Babam da kırk yıl kadar önce böyle bir tavsiye almış idi. Evimize bu yağ o zaman girdi. Annem hala az da olsa bu yağı kullanıyor. Sonraları aslında zeytinyağının kalp ve damar hastalıkları dâhil birçok hastalıkta en iyi yağ olduğu anlaşıldı. Geçen haftaki yazımda mısır şurubunun beslenme açısından zararlı olduğu, buna karşılık ülkemizde nişasta bazlı şeker denilen mısır şekerine %15 kota ayrıldığını yazmış idim. Halbuki bu oran örneğin Almanya’da binde 8,9’dur. Olayın arkasında Amerikan tarım devleri bulunuyordu. On beş günde on beş yasa kapsamında şeker yasası krizden kurtuluş için Mr. Dervish tarafından ülkeye kabul ettirilmiş idi. Bugün olayı mısırın diğer ürünü olan mısır özü yağı açısından inceliyoruz.
Geçen hafta İstanbul Tıp Fakültesinde düzenlenen metabolizma ve beslenme Kongresinde Mübeccel ve Kenan Demirkol hocaların bildirilerinden öğreniyoruz ki mısırözü yağı, ayçiçeği yağı, soya yağı gibi omega-6 ağırlıklı sıvı yağların ısıtılması sonucunda trans yağ asitleri oluşmaktadır. Bu yağlar ise hipertansiyonu, kalp ve damar hastalıklarını hatta trans yağların sinir kılıfından omega-3’ü kopartıp yerine geçerek alzheimer, parkinson ve multipl skeleroz hastalıklarını artırmaktadır. Demek ki yıllarca iyi diye önerilenler asıl sağlığa zararlı imiş. Şimdi bunlar neden oldu diye kendimize sormamız gerekiyor. ABD 1930’lardan başlayarak mısır üretimini arttırdı. Bu mısırlara bir pazar bulunması gerekiyordu. Şu anda elimde kesin bir kanıt yok ama o zamanlar mısır lobilerinin tıp çevrelerini kandırdığını düşünüyorum. Hâlbuki bizim özellikle zeytinyağına ağırlık vermemiz gerekmekte idi. Dünya’da kalp ve damar hastalıklarının en düşük olduğu Girit’te toplam enerjinin %40’ının zeytinyağından karşılandığını Demirkol hocaların bildirisinden öğreniyoruz. Değişik ülkelerde trans yağ asitlerinin tüketimini azaltmak için önlemler alınmış. Örneğin New York’ta 20 binden fazla lokantada endüstriyel trans yağ içermeyen (margarin) yağların kullanımı zorunlu kılınmıştır. Bunun için Dünya sağlık Örgütünün (WHO) web sayfasına (www.who.int/nutrition/topics/5_population_nutrient7en/index6.html) bakılabiliyor.
Öyle anlaşılmaktadır ki başta ABD, gelişmiş ülkelerin tarım, beşeri ilaçlar tekelleri istedikleri politikaları bütün dünya’ya dayatıyorlar. Bunların emrindeki IMF, Dünya Bankası tarım politikaları ve yapısal uyarlama programları geliştirip bizlere kabul ettiriyor. Kabul ettirmek için Özal’ın 1984’lerde geliştirdiği “vergi alma, borç al” politikası gerekiyordu. Bunların yüzünden ekonomi bozuluyor, krize giriyor. Şimdi daha da iyi anlıyoruz ki sağlığımız da bozuluyor. Bu sorunların sadece gelişmekte olan ülkelerin vatandaşlarının başına geldiğini düşünmeyin. Örneğin sade Amerikan halkı da bu politikalardan çok zarar görüyor. Amerikan çiftçisinin elinden ürünler maliyetin altında tekellerce alınır. Devletin destekleri sayesinde çiftçi bir parça kâr eder. Bu desteğin bedelini de vergi verenler öder. Kazanan tekellerdir. Bunlar ürünleri işledikten sonra tüketicilere yüksek fiyatlarla satarlar. Diğer yandan ABD halkı nerede ise dünyada en kötü beslenen bir halktır. Bunu sonucu obezite, kalp, kanser ve diğerleri bu ülkeyi kasıp kavurur. Sorunları çözmek için bu defa ilaç sanayi güya yardıma koşar. Tüketicilerin cebini bir de onlar boşaltır. Bu model bütün dünyada uygulanır.
Küreselleşmenin bu oyunlarından kurtulma imkânı vardır. Eğer erkekler maçlardan, kadınlar dizilerden başını kaldırabilirse oyunları deşifre etmeleri o kadar zor değil.


No comments: