Ahmet Atalık
Ziraat Mühendisleri Odası
İstanbul Şube Başkanı
Yarı kurak bir iklime sahip Anadolu’da zaman zaman ciddi kuraklıklar yaşanmıştır. Kar yağışı olmamış veya geç olmuş ve kar örtüsü yerde kısa süreli kalmış, ya da ilkbahar yağışları yetersiz düşmüş ya da mevsim normallerinin üzerindeki sıcaklıklar nedeniyle yaz kuraklıkları yaşanmıştır. Bu yıl yaşadığımız kuraklığı diğerlerinden ayıran en önemli özellik ise saydığımız tüm bu olumsuzlukların tümünün aynı yıl içerisinde ve birbirinin peşi sıra gözükmesinden dolayıdır.
Bir önceki yılın 1 Ekim tarihi ile devam eden yılın 30 Eylül tarihlerini kapsayan zaman aralığına tarım yılı diyoruz. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre bu süre içerisinde yurdumuzun büyük bölümünde çok kurak ve kurak bir periyot yaşamıştır. Normale göre Ege Bölgemiz %43, Marmara Bölgemiz %33 ve İç Anadolu Bölgemiz %20 daha eksik yağış alarak en fazla etkilenen bölgelerimiz olmuştur. Yağış periyodundaki düzensizlik mevsim normallerinin üzerinde seyreden sıcaklıkla birleşince de rekoltede belirgin bir düşme ve ürün kalitesinde bozulmalar görülmüştür.
İklimi ısınan bir atmosfer daha fazla su buharını içinde tutabilmekte, bu da yağışa dönüştüğünde çoğu zaman sağanak şeklinde kendini göstermektedir. Dünyanın kimi bölgelerinde seller, kimi bölgelerinde ise kuraklık tarımsal üretimi olumsuz yönde etkilemeye başlamıştır.
İnsan ve hayvan beslenmesinde önemli yeri olan hububat üretimine baktığımızda son yıllarda üretimin sürekli bir şekilde tüketimin gerisinde kaldığı görülmektedir. 2004 yılında 329 milyon ton olan stok miktarı da 2007 yılında 244 milyon tona gerilemiştir. Aynı şekilde insan ve hayvan beslenmesinde önemli rol oynayan hububat bitkisi buğdayda da durum aynıdır. 2004 yılında 150 milyon ton olan buğday stoku 2007 yılında 107 milyon tona gerilemiştir. Ülkelerin ekonomilerindeki gelişme beslenme alışkanlıklarını da değiştirmekte, beslenme bitkisel tüketimden et tüketimine doğru kaymakta bu da hububat tüketimini daha da arttırmaktadır.
Ülkemizde 2005 yılında 21,5 milyon ton olan buğday üretimi 2006 yılında 20 milyon tona, 2007 yılında ise Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 17,6 milyon tona gerilemiştir. Türkiye’nin yıllık buğday tüketimi 18-19 milyon ton arasında olup bu yılki üretimimiz tüketimimizin gerisinde kalmıştır. Buğday hem kışlık hem de yazlık olarak ekilebilmektedir. Kışın yeterli kar yağışı olmaması ve aynı şekilde ilkbahar yağışlarındaki yetersizlik buğday verimimizi oldukça düşürmüştür.
Küresel ölçekte buğday ihracatında ABD, Kanada ve Rusya Federasyonu ilk üç sırayı almaktadır. Ülkemizde buğday verimi 220 kg/dekar (da) ile 280 kg/da olan dünya ortalamasının oldukça gerisinde olmasına karşın, 190 kg/da olan Rusya Federasyonu’nun üzerindedir. 255 kg/da olan Kanada’nın verimine ise yakındır. ABD’nin verimi ise 290 kg/da civarındadır. Durum böyle iken diğerleri ihracatçı iken Türkiye ithalatçı ülke durumundadır. Ülkemizin buğday veriminde önemli bir kaybı yoktur. Tarımsal altyapının tamamlanması halinde ülkemizin de önemli bir buğday üreticisi olmasının önünde engel kalmayacaktır.
Yine insan ve hayvan beslenmesinde önemli bir yere sahip olan hububat bitkisi mısırdır. Tıpkı buğday gibi dünya mısır üretimi son yıllarda tüketimin gerisinde seyrederken 2007 yılında üretim 5 milyon ton fazla vermiştir. Bunda etkili olan en önemli faktör, mısırdan etanol (biyobenzin) üretimindeki artışına bağlı olarak ekim alanlarındaki büyümedir. Ancak tüketimdeki artış da stokları azaltmaktadır. Dünya mısır stoku 2004 yılında 131 milyon tondan 2007 yılında 110 milyon tona gerilemiştir. Arizona Üniversitesi’nin bir çalışmasına göre ABD’de mısırın %36’sı hayvan yemi olarak, %18’i ihraç edilmekte, %13’ü etanol üretiminde, %13’ü gıda ve tohumluk olarak, %7’si tatlandırıcı üretiminde kullanılmaktadır. Buradan da açıkça görüleceği üzere mısırın gıda ve tohumluk olarak tüketimiyle biyobenzin üretimindeki tüketim oranları birbirine eşit durumdadır.
Türkiye mısır üretiminde kendine yeterliliği son yıllarda yakalamış olmasına karşın bazı çevrelerin zorlamasıyla mısır ithalatı az ya da çok her yıl gerçekleştirilmiştir. Bu yıl da mısır üretimimizin 3,8 milyon tonla tüketimimizin gerisinde gerçekleşeceği öngörülmektedir.
Mısır ihracatında ABD, Arjantin ve Brezilya ilk üç sırayı almaktadır. Verim açısından mısır üretimimizi değerlendirirsek Türkiye’nin 585 kg/da’lık verimi 470 kg/da olan dünya verimi ile 340 kg/da olan Brezilya veriminin üzerinde, 650 kg/da olan Arjantin verimine çok yakındır. ABD’nin verimi ise 940 kg/da civarındadır. Bu ülkeler dünya mısır ihracatında önemli rol oynarken, Türkiye oldukça iyi verimiyle ithalatçı bir ülke konumundadır. Sorun tıpkı buğdayda olduğu gibi altyapı ve üretim planlaması olmamasından kaynaklanmaktadır.
TÜİK verilerine göre baklagil üretimimizde de kuraklıktan dolayı %5-11 arasında bir düşüş belirlenmiştir. Baklagiller özellikle gelişmekte olan ülkelerde hayvansal protein açığını kapatan ürünlerdir. Kuraklıktan dolayı üretimlerinde görülen düşme, fiyatlarında oluşacak yükselme halkımızda beslenme bozukluklarından kaynaklı sağlık sorunlarına da yol açabilecektir.
Ülkemizin tarımsal üretimde en iddialı olduğu alt sektörlerden biri de sebze üretimidir. TÜİK kuraklıktan kaynaklı 2007 sebze üretiminde %2,9 oranında bir azalma olacağını belirtmiştir. Sanayide de yoğun olarak kullanılan domates üretiminde TÜİK %0,7’lik bir azalma tahmin ederken, Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) bu kaybı %25,4 olarak bildirmektedir. Domates salçası üretimine baktığımızda durumun daha içler acısı olduğunu görüyoruz. 2003 yılında 320 bin ton olan salça üretimimiz 2006 yılında 220 bin tona gerilemiştir. Sektörün kapasitesi 450 bin ton olup %50’nin altında bir kapasiteyle çalışılmaktadır.
Türkiye’nin en petrolden sonra en büyük döviz ödemesi yaptığı alan yağlı tohum ve ham yağ alımıdır. Bitkisel yağ üretimimizin %75’ini ayçiçek yağı ve ayçiçek üretimimizin de %75’ini Trakya yöremiz sağlamaktadır. Tarım yılı itibarıyla bu bölgemiz çok kurak ve kurak geçmiş, bu da tarımsal üretimi oldukça düşürmüştür. 2005 yılında 975 bin ton, 2006 yılında 950 bin ton olan ayçiçeği üretimi 2007 yılında 740 bin tona gerilemiştir. Ülkemizde bitkisel yağ piyasası 2 milyar dolara ulaşmasına karşın yaklaşık 1,5 milyar dolarlık kısmı ithalatla karşılanmaktadır.
Kuraklıktan etkilenmiş önemli bir ürünümüz de fındıktır. Geçen yıl 655 bin ton olan rekoltenin bu yıl 500 bin ton olacağı tahmin edilmektedir.
Yine dünya sıralamasında ön sıralarda olduğumuz işlenmiş bir ürünümüz olan zeytinyağında da önemli bir düşme beklenmektedir. Geçen yıl zeytinyağı üretimimiz 166 bin ton olmuştur. Bu yıl yok yılı olması ve kuraklığın da etkisiyle 70-80 bin ton civarında bir üretim beklenmektedir.
Özellikle tekstil sanayimizin önemli bir hammaddesi olan pamuk da önemli bir tarımsal ürünümüzdür. Geçen yıl 845 bin ton olarak gerçekleşen lif pamuk üretimimiz kuraklığın su kaynaklarını da olumsuz yönde etkilemesi sonucu yeterli sulama yapılamamasından dolayı 2007 yılında 740 bin tona düşmüştür. Tekstil sanayimizin lif pamuk ihtiyacının 1,6 milyon ton olduğu göz önüne alınırsa Türkiye bu yıl da yaklaşık 900 bin ton pamuk dışardan almak zorunda kalacak. Türkiye pamuk ithalatının yaklaşık %85’ini ABD ve Yunanistan’dan yapmaktadır. Konuyu verimlilik üzerinden değerlendirirsek Türkiye 130 kg/da olan verim ortalamasıyla 75 kg/da olan dünya, 90 kg/da olan ABD ve 105 kg/da olan Yunanistan’ın oldukça önündedir. Buna rağmen ülkemizin pamukta da oldukça yüksek düzeyde dışa bağımlı olması tarımsal altyapı noksanlıkları ve üretim planlaması bulunmamasından kaynaklanmaktadır. Son yıllarda dünya pamuk üretiminin de artan talep karşısında tüketimi karşılayamadığı görülmektedir.
Yine sanayinin önemli bir hammaddesi olan tütün üretimimizde de kuraklık nedeniyle %40 civarında düşüş yaşanmıştır. Bunun da etkisiyle TEKEL’in depolarında stoklanmış olan kalitesi bozuk tütünler de dahil olmak üzere hemen hemen tüm stok satılmış durumdadır.
Kuraklık sadece verim kaybına yol açmamakta kimi hastalıkların da yaygınlaşmasında rol oynamaktadır. Örneğin, geleneksel ihraç ürünümüz kuru incirde puf hastalığı artış göstermiş, 150 milyon dolarlık ihracatımızı tehlikeye sokmuştur.
Burada yalnızca bir kısmından bahsedebildiğimiz kuraklığın tarım sektörü üzerine etkileri çok daha fazladır. Buna karşın 4 Temmuz 2007 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı ile zararın tazmini konusunda sadece 40 ilimiz 4 ürünle (buğday, arpa, fiğ, korunga) sınırlı tutulmuştur. Bu kapsamda belirlenen 551 bin çiftçiye 265 milyon YTL ödeme yapılacaktır. Buna karşın Tarım ve Köyişleri Bakanının beyanına göre kuraklık zararı 2,5-3 milyon YTL, TZOB’un beyanına göre de 5 milyar YTL’dir. Böyle olmasına rağmen 265 milyon YTL’lik ödeme de gerçekleştirilememektedir. Çünkü, 2007 bütçesine konan 5 milyar 250 milyon YTL’lik tarım desteklerinin 5 milyar 118 milyon YTL’lik kısmı Temmuz ayı ortalarına kadar dağıtılmıştı. Elde kalan yaklaşık 130 milyon YTL kuraklık zararını karşılamaya yetmemektedir.
Hayvancılık desteği için ayrılan 750 milyon YTL, elde para kalmaması nedeniyle ödenememektedir. Buna karşın, Nisan-Eylül arasında yem hammaddelerinden ayçiçeği küspesinde %112, arpada %40, soyada %38 fiyat artışı olmuş, dolayısıyla yemler içinde süt ve besi yem fiyatları %18 artış ile başı çekmiş, bunun sonucunda da hayvansal ürünlerden tavuk ve çiğ süt fiyatlarında %18 ile en fazla artış yaşanmıştır.
Arı kovanı sayımızla dünya ikincisi, bal üretimimizle dünya dördüncüsüyüz. Kuraklık nedeniyle bal üretimimizde de %30 kayıp beklenmektedir. Bunun yanında tarım ilacı kalıntısı ve ticari glikoz kullanımı da balımızın dünya piyasalarındaki itibarını düşürmektedir. Bal üreticisi de 5,2 milyon YTL’lik desteğini alamayan mağdurlar arasındadır.
Su kaynaklarının zayıflaması ve sulardaki sıcaklığın artışı kültür balıkçılığını zora sokmaktadır. Sıcaklıktaki artışla hastalıklarda görülecek artış üretim maliyetini yükseltecek ve üreme bozukluklarına yol açacaktır. Denizlerimizde de balıklarda sürekli bir kuzeye yönelme eğilimi belirlenmiştir. Bu da bize en kuzeyde ve en serin olması nedeniyle Karadeniz’i tercih etmiş hamsiyi gelecekte zor günlerin beklediğini göstermektedir.
Küresel ısınmanın kuraklık etkisinin yanında 1980’den bu yana uygulanan ve tarım sektörünün sürekli gerilemesine yol açan politikaları devam ettirmeye çalışırsak, sadece bitkisel ve hayvansal üretimimizin zarar görmeyeceği, bunun yanında tarıma dayalı sanayimiz (gıda, içki, tütün ve tütün mamulleri, tekstil ve deri sanayi) ile tarıma destek veren sanayimizin (tarımsal mekanizasyon ve imalat, gübre, tarım ilacı, yem, tohumluk ve fidan üretimi sanayi) de ağır zarar göreceği açıktır.
Tarımsal üretimde ihracatçı birçok ülke dış pazarlara ya çok az ya da hiç ürün satmayacaklarını açıklamış, dünya pazarlarına üretim için ayırdıkları topraklarda kendileri için gerekli diğer tarım ürünlerini yetiştireceklerini beyan etmişlerdir. Avrupa Birliği aşkın üretim kapasitesi dolayısıyla topraklarının %10’unu zorunlu nadasa ayırdığı uygulamasına da 2008 yılından itibaren son verecektir.
Neler yapılması gerektiğinin ipuçları aslında sorunların yansıtıldığı satır aralarında açıkça görülmektedir.
Öncelikle tarımsal altyapı sorunları çözülmelidir. Çiftçinin çok parçalı arazi yapısı sorununu çözmek için arazi toplulaştırma işleri en kısa zamanda tamamlanmalıdır. Teknik ve ekonomik ölçütlerde sulanabilecek 8,5 milyon hektarlık arazinin ancak yarısı bugüne dek sulamaya açılabilmiştir. Kalan kısmın da sulamaya açılması zaman kaybetmeksizin tamamlanmalıdır.
Ülkemizde %94 oranında suyun aşırı kullanıldığı yüzey sulama yöntemleri kullanılmaktadır. Kuraklık nedeniyle yer altı ve yerüstü sularında görülen zayıflama nedeniyle %70-80 dolayında su tasarrufu sağlayan yağmurlama ve %90 oranında tasarruf sağlayan damla sulama yöntemleri uygulamaya konmalıdır.
Tüm dünyanın yaptığı gibi tarımımız desteklenmelidir. ABD’li meslektaşları 70 milyar dolar, AB’li meslektaşları 43 bin euro destek alırken bizim çiftçimizin aldığı 3 milyar euro’luk destekle dünya piyasaları ile rekabet ve kuraklıkla mücadele edebilmesi mümkün değildir.
Türkiye’nin tarımsal üretimde kendine yetememesinin başında çiftçinin kendi insiyatifi doğrultusunda ekim yapması, kamu otoritesi tarafından yönlendirilmemesi gelmektedir. Sadece piyasa şartları değil, artık meteorolojik şartlar da üretim planlaması yapmaya bizleri zorlamaktadır. Dışarıda daha ucuz, üretmeyip dışarıdan alırım devri kapanmıştır. Ülkemiz kendi coğrafyasında yetiştirmeye uygun ürünlerde kendine yeterliliği yakalamak zorundadır. Bundan böyle her ülke sadece kendine yeterliliği hedef almaktadır.
Ticari gübrelerin sürekli kullanılması toprakta tuzluluk oluşturmakta, bu da toprağın su tutma kapasitesini düşürmektedir. Tarımsal üretimde kuraklık önemli bir sorun olarak artık iyice belirginleşmiştir. Bu nedenle de toprağın su tutma kapasitesini yükselten organik gübrelerin kullanımı artırılmalıdır.
Biyoçeşitlilik doğanın dengesinin sürmesi açısından çok önemlidir. Bu nedenle hedefte olmayan canlılara da zarar verebilen tarım ilaçlarını çok gerekmedikçe kullanmamalı, bunun yerine biyolojik mücadeleyi yaygınlaştırmalıyız. Monokültür tarım (tek çeşit bitki yetiştirmek) yerine polikültür tarımı (çok çeşitli bitkileri bir arada yetiştirmek) tercih etmek de biyoçeşitliliği canlandıracak, tarım ilacı ve ticari gübre kullanımını azaltacaktır.
Toprak organik maddesinin önemli bir kaynağı olan anız yakmayı da terk etmeliyiz. Böylelikle bitki bünyesinde bağlanmış olan karbonu atmosfere dahil etmemiş, sera gazı oluşumunun önüne geçmiş oluruz. Toprak yüzeyindeki örtüyle erozyonu önler, toprağın su tutma kapasitesini artırırız.
En önemlisi olarak da yerel üretim yerel pazarları tekrar oluşturmalıyız.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment