Thursday, June 7, 2007

Halkın Hakları Forumu Tarım ve Beslenme Hakkı Atölyesi’ne



Halkın Hakları Forumu Tarım ve Beslenme Hakkı Atölyesi’ne

GDO’lar ve gıda egemenliği ve güvenliği konusu, muhtelif çevreci ve ekolojist hareketler ile alternatif bir toplumsal yaşamı hayal eden pek çok aktivist çevrenin son zamanlardaki önemli çalışma alanlarından birisidir.
Tüm dünyada adeta birden bire alevlenen GDO karşıtı görüşlerin ardında, halkların haklarına karşı girişilen önemli bir tecavüzün rahatsızlığı yatmaktadır. Aynı şekilde gıda egemenliği ve güvenliği alanındaki talep ve eleştiriler de sadece sağlık konusundaki bir özenden kaynaklı olmaktan öte, ciddi toplumsal sorunların varlığına işaret eder şekilde geniş toplum kesimlerinden yankı bulmaktadır.
Kimi çevreci akımlar, gerek evrensel, gerekse de ulusal düzeyde gıda konusu ile ilgili eleştiri ve tahlil yaparken endüstriyel tarım eleştirisi yapmaktan kaçınmaktadır. Buna sistem içi bir yaklaşımı savunan endüstriyel organik tarım taraftarı ekolojistler de dahil edilebilir. GDOHP, bütün bu yaklaşımların karşısında durarak mücadelesini gıda egemenliği ekseninde örgütlemektedir.
İşte bu ortamda kurulan GDO’ya Hayır Platformu, kurulduğu 26 Mart 2004 tarihinden bu yana yaptığı çalışmalar, geniş katılımlı yapısı ve elde ettiği kazanımlar ile tüm dünya halkları için çok yüksek önemdeki bir mücadele alanında önemli bir işlevsellik göstermiştir. Platformumuz kurulduğu günden bu yana kamuoyunu bilinçlendirme, uyarıcı işlev görme, ilgili yasal düzenlemelerde izleyici ve müdahaleci olma, konunun bilimsel boyutlarını inceleyerek iç yüzü hakkında bilgi edinme / edindirme ve kazandığı etkinlik alanını toplumsal muhalefeti destekleyecek şekilde kullanma şeklinde sıralayabileceğimiz çalışmaları ile üzerine düşen sorumluluğu yerine getirme çabası içerisindedir.
Kamuoyu araştırmalarından ve anketlerden ortaya çıkan sonuçlara göre, artık halkın büyük bir kısmı GDO’nun ne olduğunu bilmekte ve karşı olduğunu açıkça belirtmektedir. Platformun yarattığı etki ABD Tarım Dairesi’nin Biyoteknoloji Raporuna (2005) dahi yansımış, raporda Türkiye’deki GDOHP’nin karşısında GDO’yu savunan bir platform kurulması önerilmiştir. Platform verdiği mücadeleyi her geçen gün daha ileri bir boyuta taşımakta, tarım politikaları ile ilgili her türlü çalışmada isminden söz ettirmektedir.
Küresel sermayenin, ülkemizi elini kolunu sallayarak cirit attığı bir alana dönüştürmeye yönelik müdahaleleri maalesef bildik sektörlerle sınırlıymış gibi algılanmaktadır. Oysaki bugün telekomünikasyon veya enerji gibi önemli yatırım alanlarının bile iktisadi büyüklüğü tarım sektörü ile kıyaslanamayacak kadar düşük düzeylerdedir. İnsanlık için pek çok piyasa ürününün tüketilmemesi mümkündür. Tarımsal üretimin ise her zaman müşteri bulacağı ve her müşterinin bu arz için talepkar olacağı kesindir. O halde sermayenin bu geniş ve bereketli pazarı köylülere(!) bırakacağını düşünmek en hafifinden safdilliktir. 2004 yılı DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü) verilerine göre yıllık cirosu 500 milyar ABD doları olan biyoteknoloji sektörü, haksız ve temelsiz patent uygulamaları ve kısırlaştırıcı genetik müdahaleleri ile bu bereketli pazarın kapılarını küresel sermayeye açmaktadır. 2010 yılı itibariyle yıllık cirosunun 1 trilyon ABD dolarını aşacağı öngörüleri bile mevcut fırsatları(!) anlamak için yeterlidir. İşte tüm bu para büyük oranda tarımsal ürünlerden elde edilmektedir.





Fakat tahmin edilebileceği gibi bu para hak edilerek kazanılmış sayılmaz. Örneğin çiftçilerin her sene ürünlerinden ayırdıkları tohumluklar küresel sermeyenin gözüne batmıştır. Bugün bilmekteyiz ki tohum endüstrisinin tohum ticareti veya takasındaki etki alanı ancak %20 seviyesindedir. Bunun anlamı, dünya çiftçilerinin %80’i hâlâ kendi ayırdığı, ya da komşusuyla takas ettiği tohumları kullanmakta olduğudur. Türkiye’nin de katıldığı bir ülkeler kervanı, “sertifikasız” ve/veya “lisanssız” tohumların tarımsal üretim amacıyla kullanımına son verme çalışmalarına her türlü yasal ve yasa dışı yöntemle başlamıştır. İnsanlığa sonsuz ömür vaatleriyle gündemden hiç inmeyen modern biyoteknoloji de bu amaca hizmet eder şekilde kısır tohumlar üretmiş; çiftçinin tohumunu her sene satın alması mecburiyetini doğuran genetiği değiştirilmiş bitki çeşitleri geliştirmiştir. Bu yeni tohumların sadece birkaç yıl için ekilmesi durumunda bile elde atasal tohumluk kalmayacağından, bu şirketlere mutlak bir bağımlılık söz konusu olacaktır. Bu ve benzeri pek çok durumun açıkça ortaya koyduğu gerçek şudur ki; kıskaç daralmaktadır. Tabağımıza koyduğumuz gıdalar vazgeçilebilir birer tüketim malzemesi değildir. Kolayca görülebileceği gibi mevcut sömürü düzeni gözünü halkların (bu sefer gerçek anlamıyla) boğazlarına dikmiştir. Tüm bu nedenlerle GDO karşıtı mücadele önemli bir hak arama mücadelesidir.
Modern biyolojinin insanlığın önüne koyduğu yeni imkânlar ve bilim kurgu filmlerinden çıkmış gibi görünen olası hedefleri toplumun her kesimi için adeta büyüleyici bir etki yaratmaktadır. Ancak bu yeni gücün yeni bir kölelik biçimi mi yaratacağını, yoksa insanlığın gerçek anlamda özgürleşmesinin önünü mü açacağını ortaya koyacağımız mücadele belirleyecektir. Bu gerçek dikkate alınmadan yapılacak değerlendirmeler biyoteknoloji şirketlerinin tanıtım filmlerindeki sloganları tekrarlamaktan öteye gitmeyen yaklaşımlar halini almaktadır. Altını çizerek söylüyoruz ki; biyoteknoloji ne bilimdir, ne de bir üretim biçimidir. Mevcut örgütlenme biçimi ve hedefleri itibariyle modern biyoteknoloji ve GDO’lar hali hazırdaki sömürü düzeninin yeni birer silahı ve Truva atıdırlar. GDO karşıtı mücadele insanlığın en temel hak arama mücadelesidir.

GDO’YA HAYIR PLATFORMU

No comments: