Monday, May 28, 2007

TOHUM VE YAŞAM FORUMU SONUÇ BİLDİRGESİ




GDO'ya Hayır Platformu, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası ve Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platformu tarafından 21-22 Nisan 2007 tarihlerinde İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası toplantı ve konferans salonlarında gerçekleştirilen uluslararası Tohum ve Yaşam Forumu'nun sonuç bildirgesidir.

Nasıl Bir Dünyada Yaşıyoruz?

Tüm sınırların kaldırıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Tarımsal üretimdeki verimliliğin sınırı olan(!) “küçük çiftçilik” kaldırılıyor. Küçük çiftçiliğin ayakta kalmasına ancak görece olarak katkı sağlayabilen “destekleme alımları” dahi çoktan ortadan kalktı. Yurt içi ürünlerimizi uluslararası tekellerin haksız rekabetinden koruyacak “gümrük tarifeleri” ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Bitki çeşitlerimizin doğal yaygınlaşma sınırı olan “yerellik” ortadan kaldırılıyor ve böylece tek tip ve kimyasal ilaç-gübreler gibi endüstriyel girdilere bağımlı çeşitlerin çok uluslu şirketler aracılığıyla dünya çapında yaygınlaştırılmasının önü açılıyor. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” politikası; bu kez tüm dünya çapında uygulamaya geçiriliyor. Kısaca; küreselleşme adı altında dünya çapında estirilen liberal politikalar; sadece sermayenin önündeki sınırları kaldırmayı hedefliyor. Daha fazla kâr ve daha fazla sömürü zinciri; artık uluslararası bir çapa ulaşarak; sermayenin önündeki engeller olan gümrüklerin, ulus devletin, küçük çiftçiliğin, vatandaşlığa bağlı çalışma hakkının tasfiyesi üzerine ilerliyor.

İmha edilen bunca sınır, tüm dünya halklarına, daha fazla özgürlük, iletişim, verimlilik gibi adlar altında pazarlanırken, insanlığın özgürleşmesinin önündeki sınırların kaldırılmadığı, aksine kuvvetlendirildiği bir hayat akıyor. Binlerce yıldır üretmekte olduğu ürünün tohumuna artık sahip olamayan çiftçinin karşısına patent yasalarının çizdiği sınırlar çıkıyor. Daha 80 yıl öncesine kadar bahçesindeki domatesi yiyen tüketiciye ambalajının üzerindeki okunamaz büyüklükte, anlaşılamaz içerikteki yazılarıyla sunulan ürünler, “ne yediğini bilme hakkı”nın önünde bir sınır inşa ediyor.

İşte 21–22 Nisan 2007 tarihlerinde İstanbul’da yapılan “Tohum ve Yaşam Forumu”nda ve forum kapsamında yapılan Uluslararası Çiftçi Mücadele Günü etkinliklerinde, kaldırılan ve kaldırmamız gereken bu sınırlar tek tek ele alındı ve bunlara karşı nasıl durmamız gerektiği tartışıldı.

Karşı durmamız gereken; fikri mülkiyet hakları ve patent yasaları çerçevesinde yaşamın doğal kaynağı ve ortak mirası olan tohumun çok uluslu şirketlerin mülkiyetine dahil edilmesidir. Dünya Ticaret Örgütü’nün yürütücüsü olduğu bu temel sınırsızlaştırma politikaları birkaç farklı alanı bir arada tahrip etmektedir.

Tahrip olan küçük çiftçiliktir. Yıllardır tarım yaparak geçinen ve üretimini tüketiciye sunan çiftçiler çok uluslu şirketler için üretim yapan ve onların sertifikalı tohumlarını satın alan, sigortasız, kayıtsız işçiler haline getirilmektedir.

Tahrip olan biyoçeşitlilik ve biyogüvenliktir. Tarımsal ürünlerin verimliliğini artırmak, açlık sorununu çözmek gibi söylemler altında yapılan sertifikalı tohum uygulamaları gün geçtikçe yaygınlaştırılıyor. Oysa sertifikalı tohumların tarımsal alanda kullanılmasının zorunlu hale getirilmesi sonucunda biyoçeşitliliğin zarar göreceği, yerel çeşitlerin, köy çeşitlerinin yavaş yavaş ortadan kalkacağı kesindir. Doğal ortama, iklim koşullarına uyum sağlamış yerel çeşitler tarımsal üretimin sürekliliği için hayati önemdedir.

Tahrip olan tüketici haklarıdır. Küçük çiftçi ile tüketici arasındaki temel bağ olan yerel pazarlar çok uluslu şirketlerle rekabet edemedikleri için yok olmaktadır. Tüketiciler ne yediğini bilme hakkından mahrum bırakılmakta, sağlıklı gıdaya ulaşamaz hale getirilmektedir.

Tahrip olan “eşit, adil ve sağlıklı gıdaya sahip olma hakkı”dır. Çok uluslu şirketler, bir yandan düzmece raporlarla GDO’lu ürünlerin doğaya ve insan sağlığına hiçbir zararı olmadığını ispatlamaya çalışırken, bir yandan fazla ürün elde etmek için kimyasal ilaç ve gübrelerin aşırı miktarda kullanımını teşvik etmekte, diğer yandan da hormonsuz, GDO’suz ve kimyasal ilaçsız üretim yapanlarda sertifikalı üretimi dayatmaktadır. Çiftçilerin binyıllardır kullanmakta olduğu geleneksel tarım metodlarıyla elde edilen ürünler sertifika uygulamaları sayesinde piyasaya koşullarına dahil edilerek 5-10 kat pahalı, yoksulların ulaşamayacağı meblağlarla satışa sunulmaktadır.

Yarattıkları felaketin (küresel iklim değişikliği sorununda olduğu gibi) bir gün kendilerini de vuracağını açıkça gören çok uluslu şirketler, tarım politikalarını yürütürken, bir yandan da bu politikaların yaratacağı tahribata karşı tedbirlerini almaya ve kendi cephelerini güçlendirme çalışmalarına başladılar.

“Tohum bankaları”nın kuruluşu bu çalışmaların bir parçası. Tohum bankaları, yaşanması öngörülen felaketlere karşı “bitkisel bir Nuh’un Gemisi” tasarımı halinde örgütleniyor. Dümen suyunu Dünya Ticaret Örgütü’nün tuttuğu bu “Neo Nuh’un Gemisi”nde, sadece çok uluslu şirketler, yok olmalarına bizzat neden oldukları çeşitlerimiz ve fikri mülkiyet yasaları kapsamında korunmakta olan GDO’lu çeşitler yolcu olarak kabul ediliyor. Görünen o ki küçük üreticilere ve hakkına sahip çıkan tüketicilere bu gemide yer yok.

Nasıl Bir Ülkede Yaşıyoruz?

Dünyada esen, sermayenin önündeki her türlü sınırın kaldırılması rüzgârı, ülkemizi de etkilemektedir. DTÖ, ülkemizden gümrük vergilerinin tamamen kaldırılmasını talep etmektedir. Böylece iç piyasa tamamen korumasız hale gelecektir.

AB ise, yeni dönemdeki Ortak Tarım Politikası’na insan ve hayvan sağlığına ilişkin politikaları da dahil etmiştir. Oysa AB’nin doğayla dost bir üretim yapmak gibi bir niyeti yoktur, niteliği itibariyle olmaz da. Bu tip politikalar sadece pazardaki rekabette kendi lehine çıkar sağlamak için desteklenmektedir. Ayrıca, AB henüz adaylık sürecinde olan ülkemizden gümrük vergilerini sıfırlamasını talep etmektedir. Bu durum, birkaç ürünümüz hariç, ülkemizin tarımsal üretiminin tamamen çöküşünü hızlandırıcı bir niteliktedir.

KİT’lerin ortadan kaldırılması, bir yandan üretici ile tüketicinin korunmasını öngören sistemlerin tasfiyesini hızlandırmış; bir yandan da ülkemizdeki pazarın çok uluslu şirketler tarafından daha kolayca yönlendirilebilmesine olanak sağlamıştır.

Devlet ise, GDO’lu ürünlerin ülkemize girişini ve hatta üretimini engellemek bir yana denetimini yapmaktan dahi kaçınmaktadır. GDO’ların doğaya serbest salınımına izin veren Cartagena Biyogüvenlik Protokolü’nün öngördüğü kurallar dahi uygulanmamaktadır. Çünkü ülkemizin de taraf olduğu bu protokole, göre ülkeler gerekli bilimsel ve hukuksal hazırlıklarını yapmaksızın sınırlarından GDO’lu ürünleri geçirmemeli ve üretmemelidir.

Ulusal bir biyogüvenlik kanunun hazırlanması zorunludur. Ancak bu yasa ülkemizin biyoçeşitliliğini korumayı ve onu uluslararası ticarete bir meta olarak sunmamayı hedeflemelidir. Oysa geçtiğimiz yıllarda hazırlanan biyogüvenlik kanun tasarısı bu hedeflerden oldukça uzaktır ve mücadelelerimiz sonucunda kanunlaştırılamamıştır.

Ancak biyogüvenlik kanunu hazırlanamamışken, bir Tohumculuk Kanunu hazırlanıp, yürürlüğe girmiştir. Öncelikle, biyogüvenlik kanunu olmaksızın, Tohumculuk Kanunu’nun çıkarılması yanlıştır. İkincisi, yürürlüğe giren kanun, tohumların sertifikasyonunu öngörmekte, sertifikasız olanları ve zengin biyoçeşitlilik gösteren köylü çeşitleri yasadışı ilan etmektedir. Bu politika, bir yandan biyoçeşitliliğe karşı yapılan bir soykırım niteliğindeyken; bir yandan da küçük çiftçi ürünlerinin pazardaki varlığını da tamamen yok etmeye yöneliktir. Tohumculuk Kanunu’nun TBMM tarafından hazırlanıp alelacele yürürlüğe konmasının bir başka acı tarafı daha vardır: Bu kanun, Irak’ı işgal eden sözde Koalisyon Kuvvetleri tarafından imzalanarak Irak Kanunu olarak yürürlüğe konulan kanundaki 81 nolu karara ciddi anlamda benzemektedir. Irak’ta işgal altındayken çıkarılan bu kanun, ülkemizde meclis eliyle çıkarılmıştır.

Ne yaptık, yapıyoruz, yapmalıyız?

GDO’ya Hayır Platformu, Ziraat Mühendisleri Odası ve Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platformu olarak, GDO’lar, tarım politikaları, fikri mülkiyet hakları ve tohum üzerine yıllardır yaptığımız çalışmaları aynı potada eritebilmek, mücadelemizi diğer demokratik kitle örgütleriyle paylaşmak ve bundan sonraki sürecin nasıl örgütleneceğine birlikte karar verebilmek adına düzenlediğimiz “Tohum ve Yaşam Forumu”nda üç ana başlık altında atölye çalışmaları yapılmıştır. Birinci atölye; “Patentler, Fikri Mülkiyet Hakları ve Tohum”. İkinci atölye “Çiftçiler ve Tohum”. Üçüncü atölye ise “Tohum, Tohumun Ticareti ve Tüketiciler”dir.

Yapılan tartışmalar sonucunda tüm atölyelerden ortak bir ses yükselmiştir: Üretici ve tüketici arasında şu anda var olan ve yalnızca kâr elde etmek dışında bir amaç gütmeyen tüm aracılar kaldırılmalı ve doğayla dost bir üretim zinciri kurularak, herkese sağlıklı, eşit ve adil besin hakkı sağlanmalıdır.

Bu amaca yönelik olarak uzun vadeli programımız;
1)Patent hakları ve fikri mülkiyet hakları, hiçbir biçimde kabul edilemez. “Yaşam Patentlenemez” düşüncesi çerçevesinde çalışmalarımıza devam edilecektir.
2)Patent ve fikri mülkiyet hakları ile sertifikalı tohum ticaretine karşı alternatif bir sistemin yaratılabilmesi için çalışmalar yapılacak ve bu konuda alternatif hukuk metinleri hazırlanacaktır.
3)Biyoçeşitliliğin sadece tohum bankalarında saklanması gerektiği iddiasındaki verili sisteme karşı; tohumun ancak ve ancak hayatın içinde, üretimle korunabileceğini savunulacak ve bu doğrultuda bir tohum ağı oluşturulacaktır.
4)Tohumun çiftçiler arasındaki değiş tokuşunu kendi olanakları dahilinde sağlayacak bir tohum ağı oluşturulacak. Ayrıca, çiftçiler ve ziraat mühendisleri tarafından oluşturulan bir komisyon tarafından tohum envanteri çalışması yapılacaktır.
5)Tohumculuk Kanunu’na karşı Anayasa Mahkemesi’nde başlatılan yasal sürecin takipçisi olunacak, mücadeleye devam edilecektir.
6)DTÖ’nün gıda ticaretinden elini çekmesine yönelik kampanyalar örgütlenecek ve yerel pazarlar desteklenecektir.
7)Çitçilere yönelik sertifikasyon işlemlerinin endüstriyel tek tip çeşitlerin ve GDO’nun uzun vadeli tahribatları ile yerel çeşitlerin, organik ve sürdürülebilir köylü tarımının sağlığa katkılarını anlatan çalışmalar yapılacak, yerel tohumların kullanımı ve yerel üretim teşvik edilecek, bu ürünlerin aracısız bir biçimde tüketiciye ulaşmasını sağlayan yerel pazarlar oluşturulması hedeflenecektir. Bu çerçevede üretici ve tüketici kooperatifleri üzerine yoğunlaşılacaktır.
8)Tarımsal alanda ithalat ve ihracatın değil, kendi kendine yeterliliğin tercih edilmesi gerektiğini gösteren politikalar üretilecektir.

Son Söz Yerine;

DTÖ’nün ve çok uluslu şirketlerin gündemlerine aldıkları ve örgütledikleri gıda ticareti, sermayenin kâr elde etme yollarının önündeki engellerin kaldırılmasını amaçlamaktadır. Bu yolda hayata geçirilen uygulamalar doğayı, üreticiyi ve tüketici aynı anda tahrip etmekte, doğayla dost bir üretimi ve sağlıklı ve eşit beslenebilme hakkını engellemektedir. Bu nedenle, mücadelemiz, üreticisiyle, tüketicisiyle, kentlisiyle, köylüsüyle, yoksuluyla, evsiziyle, hepberaber, hemen şimdi alternatif yaratarak yürütmemiz gereken bir mücadeledir.

Sermaye kendi önündeki sınırlarını kaldırıyor. Sıra, halkların kendi özgürleşme dinamiklerinin önündeki sınırları kaldırmasında… Sürdürülebilir bir yaşam kurmak için sıra bizlerde!

GDO’ya Hayır Platformu
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası
Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platformu

No comments: