Monday, June 22, 2009

www.gdohp.blogspot.com


Merhaba,
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara Hayır Platformu'nun bloguna http://www.gdohp.blogspot.com/ adresinden ulaşabilirsiniz. Güncel yazılar, derlemeler, etkinlikler ve bildirilere bu adresten ulaşabileceksiniz. Bugün itibariyle http://www.gdoceviri.blogspot.com/ adresinden sadece gdo ve ilgili konularda çeviriler yayınlanacaktır.
GDO'ya Hayır Platformu, başta ekolojik ürün üreticileri ve ekoloji örgütleri olmak üzere tüm ülkede örgütlü çevre platformlarını oluşturan yerel derneklerden ve konuyla doğrudan ilgili STK'lardan oluşan bağımsız bir yapıdır.

Thursday, June 18, 2009

GDO DESTEKÇİLERİNİN PSİKOLOJİK SAVAŞI: ALTIN PİRİNÇ

GDO DESTEKÇİLERİNİN PSİKOLOJİK SAVAŞI: ALTIN PİRİNÇ
Tayfun Özkaya

Geçenlerde bir ilimizin Ziraat Fakültesindeki konferansımda GDO’lu ürünler konusundaki eleştirilerimi açıkladığımda bir öğretim üyesi ‘’altın pirinç denilen GDO’lu bir ürünün Asya’da A vitamini eksikliği çeken çocuklar için kurtarıcı olabileceğini” söyledi. Çocuklar kör olmaktan kurtulabilecekti. Normal olarak pirinç A vitamini içermez iken araştırmacılar bunu A Vitamini daha doğrusu onu üreten madde olan beta-karoten içerecek hale getirmişlerdi. Buluş hayranlık uyandıracak gibi görünüyordu. “Neden biz olayı tek yanlı görüyorduk?”

Yoksa bu altın pirinç olayı GDO’lu ürünlerin kamuoyunda kötü olan şöhretini düzeltmek için bir halkla ilişkiler projesi olarak mı tezgâhlanmış idi? Öğretim üyesinin büyük tohum ve aynı zamanda tarım ilacı üreten şirketlerin borazanı olmadığına inanıyorum. GDO’lara gerçekten inanıyordu. Ancak sanırım bilgisi çok eksik idi.

İsterseniz GDO’nun ne olduğunu bir kere daha hatırlatalım. Bunu altın pirinç adı verilen (İngilizcesi golden rice) GDO’lu bitki ile örnekleyelim. Bir Japon pirinç çeşidinin içine İngilizcede genel olarak daffodil denilen bir nergis türünden iki gen ve bir bakteriden (yani bir mikrop) bir gen koyarak altın pirinci elde ediyorlar. Genler ise bildiğiniz gibi canlıların özelliklerini gelecek kuşaklara aktaran birimlerdir. Klasik bitki ıslahında başka bir türden (nergisten) hatta başka bir âlemden (burada bakteri) genleri bir başka türe (yani pirince) aktaramazsınız. Yeni bir canlı yaratmaya benzeyen bu olayın çok yönlü tehlikeler doğurması nedeniyle ülkemizde de GDO’ya Hayır Platformu gibi benim de katıldığım kuruluşlar mücadele etmekteler.

Şimdiden söyleyelim ki bu altın pirincin üretim anlamında ciddi bir uygulaması yok. Daha çok GDO’lu bitkilere saygınlık kazandırmak için sözü bolca ediliyor.
Aslında kötü beslenmenin temel nedenleri yoksulluk, eşitsizlik ve eğitimsizliktir. Yeşil devrim denilen tek ürüne, tarım ilaçlarına, kimyasal gübrelere bağımlı üretim sistemi Asya’da sebze üretimini büyük ölçüde azalttı. Beslenme uzmanları günde 200 gram sebze tüketen bir kişinin A vitamini eksikliği çekmeyeceğini ortaya koyuyorlar. 300 gram altın pirincin ise yetişkin bir kişinin günlük A vitamini ihtiyacının sadece %20’sini karşılayacağını ortaya koyuyorlar. Bu miktar pirinç ise bir çocuk için çok fazladır. Filipinlerde bir okul öncesi çocuk ancak 150 gram pirinç tüketir. Bu ise A vitamini ihtiyacının %10’u eder. Tüm A vitamini ihtiyacını alabilmesi için ise bu çocuk 1,5 kilo pirinç tüketmelidir. Bu imkânsızdır. Diğer yandan altın pirinçte olduğu söylenen ve A vitaminine dönüşecek olan beta-karoten maddesinin biyolojik olarak yararlı olup olmadığı da ayrı bir problemdir. Bunun vücut tarafından alınabilmesi için hayvansal yağ tüketimi de gerekiyor. (Kaynak: MASIPAG, Grains of Delusion, Golden Rice seen From The Ground,http: //stopogm. net/files/ GrainsDelusion. pdf)
Ayrıca altın pirincin sağlık üzerine etkileri de araştırılmamıştır. GDO konusunda uzman Dr. Mae Wan Ho’ya göre A vitamini zehirlenmesi besinlerde aşırı beta-karoten alınması durumunda söz konusudur. Alerji konusu da ciddiye alınmalıdır. Genlerin alındığı nergis bitkisinin alerjik bir reaksiyon yaptığı kesindir. (Kaynak: Conway, G., http://www.oecd. org/subject/ biotech/ed_ prog_sum. htm)

Tayland’dan alternatif tarım ağından Daycha Siripatra’ya göre altın pirinç kötü beslenme sorununu çözmeyecektir. Bize şöyle sesleniyor: “Bizi aldatıyorlar. Eğer yoksullar toprağa sahip olsaydı daha iyi beslenebilirlerdi. Yoksulların A vitaminine ihtiyaçları yok. İhtiyacı oldukları T Vitaminidir. Yani Toprak Vitamini. GDO’cuların istedikleri ise P Vitamini. Yani Para Vitamini. Kötü besleme yoksulluktandı r. Teknoloji eksikliğinden değil.”
Asya’da sürdürülebilir pirinç üretme sistemleri balık, pirinç ve ağaçların birlikte üretimine dayanıyordu. İlaç ve gübreye dayalı endüstriyel tarım birçok yerde bu sistemleri tahrip etti. Kötü beslenmenin en önemli kaynaklarından biri de budur. (Kaynak: Masipag)
Günde 73 gram koyu yeşil sebze yaprakları yendiğinde A Vitamini ihtiyacı karşılanmaktadı r. Asya’da mutfak bahçelerini geliştirerek kötü beslenmenin yenilebildiği ortaya konulmuştur.
GDO’lu bitkilere belki de hayvanlara üretim izni verecek olan Biyogüvenlik Yasa Tasarısının Meclise gönderileceğini biliyoruz. Çiftçiler ve örgütlerine çok büyük iş düşüyor. Toplumu, büyük şirketlerin borozanlarına kanmaması için aydınlatmalılar.




Tayfun Özkaya
Ege Üniversitesi
Ziraat Fakültesi
Tarım Ekonomisi Bölümü
Bornova 35100
İzmir

Geleceğimiz Rant Alanı Değildir

Basın açıklaması
Biyogüvenlik yasa tasarısı tartışılıyor. Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek’ten GDO’ların serbest bırakılacağına dair bir açıklama geldi. Aşağıda bu açıklamadan bir bölümü bulabilirsiniz.
“Kanunun yürürlüğe girmesiyle genetiği değiştirilmiş bitkilerin üretimine izin verilmesinin önü açılacak. Kanunla konulan değişik seviyelerdeki bilimsel eleklerden geçen ve sosyo-ekonomik değerlendirmede yeterli bulunan genetiği değiştirilmiş bitkiler ancak üretim hakkını elde edebilecektir. Genetiği değiştirilmiş bitkilerin izinsiz kullanımı, biyolojik çeşitlilik merkezleri ve organik tarım yapılan alanlara yakın üretimlerle bebek mamaları ve küçük çocuk besinlerinde özel amaçla geliştirilenler hariç kullanımı yasaklanmıştır.”
Yeni İnsan Yayınevi olarak 2007 tarihinde çıkardığımız Prof. Dr. Şeminur Topal tarafından hazırlanan “Değiştirilen gen mi, Sen mi, Evren mi?” kitabında GDO’ların sakıncalarını kamuoyuyla paylaşmıştık.
Neo liberal politikaların sağlığı hiçe saydığı ve para kazanma hırsının önlenemez cazibesi GDO’lu ürünleri rant alanı haline getirdi.
Transgenik teknolojinin dört kullanım alanı var.
a)GDO’lu bitkisel tarım ürünleri
b)GDO’lu orman ağaçları
c)GDO’lu hayvanlar
d)GDO’lu balıklar.
Tarımsal ve sosyo ekonomik yapı üzerinde olası riskler irdelendiğinde, doğada gen kaçışlarına bağlı biyodönüşümle yapmakta oldukları biyolojik çeşitlilik kaybı nedeniyle ekolojik fakirleşmeye ve sürdürülebilirliğe yönelik zararları da tartışılmaktadır. Transgenetik üretimlerle, özellikle kısır tohum yaratma uygulamalarını tanımlamak için kullanılan “Terminatör Gen” yaratılması nedeniyle tarımda:
- sürekli dışabağımlılık
- her yıl yenilenen tohumluluk temin zorunluluğu
- Pazar bağımlılığı
- Yüksek tohumluk fiyatları
- Yerel ekofloranın ortadan kalkması
- Endemik türlerin silinmesi gibi dezavantajlarının yanı sıra;
- Geleneksel tarımsal üretim sistemindeki değişiklikler
- Doğal ekoflorada olası gen kaçışları ile değişim ve kayıplar
- Çiftçilerin yerel çeşitliliklerin kaybına bağlı olarak yeni tohumluk üretebilme olanaklarını kaybetmeleri önemli sorunlardandır.
Ayrıca en önemlisi de bu tohumların insan sağlığını tehdit eder durumda olmalarıdır. Çok ilginçtir ki; yapılan açıklamada GDO’lu ürünler bebekler için üretilen besinlerde yasaklanırken neden yetişkinlerde serbest bırakılmaktadır? Neo liberal dönemde sosyal devletin sona erdiğini fark ediyoruz. Sakıncaları açıklamada yer almasına rağmen GDO’lu ürünlere izin verilmesi toplumun tüm kesimi için sağlık tehdidi oluşturması nasıl görmezlikten geliniyor? On yıl öncesine kadar kanser butik/az rastlanır bir hastalıkken şimdi yaygınlaştı. Sizce bu bir rastlantı mıdır? Geçen yıl Rusya’ya ithal edilmek istenen ve Rusya tarafından geri gönderilen domateslerin yerel pazarda tüketilmesi nasıl bir aymazlıktır? Bir taraftan toplum sağlığı için yapılan sigara yasağını hükümet sağlık açısından desteklediğini söylerken bu yasa tartışmalarında farklı tavır almalarının nedeni nedir?
Biyogüvenlik kavramından bizim anladığımız şudur:
Modern biyoteknolojik tekniklerin uygulamaların ve ürünlerin, insan sağlığı ve biyolojik çeşitlilik üzerinde oluşturabileceği olumsuzlukların belirlenmesi sürecini, bu risklerin meydana gelme olasılığının ortadan kaldırılması ya da olasılığın kaçınılmaz olması durumunda söz konusu zararların kontrol altında tutulması için alınan önlemlerdir. Bunun zıddına tüm risklerle toplumu yüz yüze bırakmak, toplumun bile bile zarar görmesini sağlamak değil.
Hükümetten beklentimiz biyogüvenlik yasasında GDO’lu ürünlerin yasaklanması ve yeni düzenlemeyle bu sektöre rant alanı olarak bakmamaları yönündedir.
Kamuoyundan beklentimiz ise, gerek görsel gerek de yazılı medyada bu tartışmaların canlı tutulması ve toplumun tüm bileşenlerinin sosyal sorumluluk bağlamında geleceğine sahip çıkmalarını beklemekteyiz.

Yeni İnsan Yayınevi Fidan Ekolojik Ürünler
www.yeniinsanyayinevi.com www.fidanekolojikurunler.com

Wednesday, June 17, 2009

ABDULLAH AYSU:GDO DEMEK İNSANLA KEÇİYİ EVLENDİRMEKTİR, BUNU KİM İSTER


ÇİFTÇİ-SEN GENEL BAŞKANI ABDULLAH AYSU:GDO demek insanla keçiyi evlendirmektir, bunu kim isterTürkiye'nin Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara (GDO) yeşil ışık yakmasına tepki gösteren Çiftçi-Sen Genel Başkanı Abdullah Aysu, GDO’ların insan sağlığını ve tarımsal verimi tehdit ettiğine dikkat çekti. Domates geni ile balık geninin birleştirilmesi ile GDO’ların oluştuğunu kaydeden Aysu, “Daha ileriye gidecek olursak, insanla keçinin evlendirilmesi de GDO’lar için bir örnektir” dediELÇİN YILDIRALAmerikan Tarım Bakanlığı sponsorluğunda geçtiğimiz günlerde, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Tohum Gezisi düzenlendi. "Bio Güvenlik Yasa Tasarısı" ile ilgili bilgilendirme yapmak için gerçekleştirilen geziye, Türkiye’den milletvekilleri ve TÜBİTAK üyelerinden oluşan bir grup da katıldı. "İkna gezisi" olarak da adlandırılan gezinin ardından yetkililer, Türkiye'de genetiği değiştirilen ürünlerin üretimine kapı açacak yasa tasarısı sessiz sedasız TBMM gündemine sundu.Hükümet, dünyada artan gıda sorunlarını gerekçe göstererek hazırladığı “Ulusal Gıda Güvenliği Yasa Tasarısı” ile genetiği değiştirilmiş bitkilere izin verilmesinin önünün açılması için hazırlıklarını sürdürürken, tasarının ‘bilimsel elekten geçen genetiği değiştirilmiş bitkilere üretim hakkı vereceği, tarım planları, ürün çeşitliliği, stratejik ürün üretimi ve üreticinin karının artacağı’ iddia ediyor. Hükümetin bu iddiasına ise pek çok bilim insanı, çevreci, çiftçi tarafından tepki geliyor. Tepkisini dile getirenlerden biri de Çiftçi Sendikası Genel Başkanı Abdullah Aysu.GDO'LARIN ADI KATIR TOHUMUDURGDO'ların iki değişik genin birleştirilmesi ile elde edildiğini kaydeden Çiftçi-Sen Genel Başkanı Abdullah Aysu, GDO’ları bir eşekle ile bir atın çiftleşmesi ile oluşan katıra benzettiğini söyledi.Çiftçi dilinde GDO’lara ‘katır tohumu’ dediklerini belirten Aysu, katır gibi GDO’ların da kendi neslini devam ettiremediğini söyleyerek, “Domates geni ile balık genin birleştirilmesi ya da akrep geni başka sebzelerin genlerinin birleştirilmesi ile GDO’ların oluştuğunu kaydederek, “Daha ileriye gidecek olursak insanla keçinin evlendirilmesi de GDO'lar için bir örnektir. Bunu kim ister” diye konuştu.BİO ÇEŞİTLİLİK ORTADAN KALKIYOR"Bu genlerin birleştirilmesi ile tarımsal ürünlerde verim artırılması, ürünlerin raf ömrünün uzatılması, çiğ ürünlerde besin unsurlarının ve bileşenlerinin geliştirilmesi ve bitki ve hayvanlarda hastalıklara direncin artırılması gibi avantajların sağlanmasının hedeflendiğini kaydeden Aysu, GDO'lar ile artan dünya nüfusu karşısında yeterli gıda maddesinin sağlanması için de umut olarak görüldüğünü söyledi.“Bu amaçla yetiştirilmekte olan ürünlerin başında soya, mısır, kolza, pamuk ve domates geliyor” diyen Aysu, “Sebze ve meyvelerin raf sürelerinin uzadığı doğrudur. Ancak, bu yolla bio çeşitliliği ortadan kaldırıyoruz. Örneğin eskiden 130 bin çeşit pirinç varken, şimdi 30 bin pirinç çeşidi kalmış durumda. Bu da ileriki yıllarda büyük afetlerin yaşanacağı anlamına geliyor. Pekin'de söylenen çok güzel bir söz vardır; "Pekin'de kelebek kanat çırpar, okyanusta dalgalar oluşur" diye, bu sözle kelebeğin kanat çırpışından, okyanusun dalgalanmasına kadar geçen süreçte evrende her canlının bir görevi olduğu anlatılıyor. İşte bizler, bu sözü hayata geçirmeliyiz” şeklinde konuştu.Meyve ve sebzelerin raf süresinin uzatılmasını insan sağlığı açısından değerlendiren Aysu, mevsiminde tüketilmeyen meyve ve sebzelerin, yıllar sonra insan vücudunda tahriplere yol açtığına dikkat çekti.
İNSANLARA ETKİSİ ARAŞTIRILMADIEn sık rastlanan rahatsızlıkların başında kanserin geldiğini dile getiren Aysu, sözlerini şöyle sürdürdü, “Her yeni mevsimle birlikte vücutta kendini o mevsime hazırlıyor. Her mevsimde yetişen gıdanın kendisi aynı zamanda insan ve diğer canlıları da yeniden var eder ve onu mevsime uyarlar. Kışın domates yediğimiz takdirde vücudun o an için ihtiyacı olmayan bir gıdayı tüketmiş ve vücuda gereksiz bir yükleme yapmış oluyoruz. Üstelik ne kadar doğal koşullarda yetiştirilmiş olursa olsun, mevsiminde yenmeyen ürünler, bir süre sonra bağışıklık sistemimizin çökmesine neden oluyor.”DENEY FARELERİ BİLE ÖLDÜYetkililerin, GDO'ların insanlar için zararlı olmadığı yönündeki açıklamalarını da eleştiren Aysu, GDO’ların insanlar üzerinde etkisini araştıran bir araştırmanın yapılmadığına dikkat çekerek, sadece fareler üzerinde deneyler yapıldığını söyledi.Yapılan deneyler sonucu, genetiği değiştirilmiş soyalarla beslenen farelerin yavrularının yüzde 60-70’nin üç hafta sonunda, normal soya ile beslenen farelerin yavrularının ise yüzde 6’sı veya 8’inin öldüğünün tespit edildiğini anlatan Aysu, üst üste GDO'lu ürünlerle beslenen farelerin üreme özelliklerinin de yok olduğunu ve iç organlarının üçte bir oranında küçüldüğünün yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıktığını açıkladı.Bu sonuçların, dünyanın da kabul ettiği bilimsel bir gerçeklik olduğunun altını çizen Aysu, “Dünya nüfusu karşısında yeterli gıda maddesinin sağlanacağı savının ise kuyruklu bir yalan olduğunu söyleyerek, dünya üzerindeki gıda üretimi yüzde 110'dur. Fakat gıdaların dağıtımı adil bir şekilde yapılmadığı için bugün açlıktan ölen insanlar oluyor” dedi.GÜMRÜKLERDE LABORATUVAR OLMALIÜlkemize GDO'ları girişi yasak olsa da, ne yazık ki gümrüklerde kontroller olmadığı için GDO’ların Türkiye’ye rahatlıkla girdiğini dile getiren Aysu, bu durumu önlemek için gümrüklere GDO'ları tespit eden bir laboratuvarların kurulmasının şart olduğunu söyledi.“Her şeye kaynak ayıran Türkiye, laboratuvar için kasıtlı olarak kaynak ayırmıyor” diyen Aysu, sözlerine şöyle devam etti, “Arjantin'den Türkiye'ye gelen mısırların GDO'lu olduğu İsviçre laboratuvarlarında kanıtlandı. Bu durumu Toprak Mahsulleri Ofisi’ne bildirdiğimizde açıklaması, 'bu bize ait olan bir şey değil. 12 yıldan beri devam eden sistemi sürdürüyoruz' oldu. Özrü kabahatinden beter bir açıklamaydı bu. Ve bu sistem hâlâ devam ediyor. Yetkililerin açıklaması ise, 'yapılan sözleşmelere güveniyoruz' şeklinde oluyor. Ama artık herkes Türkiye'de GDO'ların kullanıldığını biliyor. Yetkililer bile artık saklamıyor."Aysu: 28 Haziran’da Ankara’daki mitingde buluşalımGDO'lara karşı mücadele için kapitalist sistemden mağdur olan insanların bir araya gelerek ittifaklar manzumesi oluşturması gerektiğini dile getiren Çiftçi-Sen Başkanı Abdullah Aysu, kadın hareketleri, işçiler, gençler, çiftçiler, çobanlar… birleşerek, tepkilerini dile getirmeli. Biz Çifti-Sen olarak, 28 Haziran’da Ankara'da GDO'ları protesto etmek için bir miting yapacağız. KESK, Ziraat Mühendisleri Odası, Tüketiciler Federasyonu, Doğa-Der, gibi birçok örgüt de mitinge katılacak. Bu mitingle hükümete, "Kanunu çıkarabilirsiniz. Ancak çıkarttığınız sadece kanun olarak kalacaktır; çünkü meşruiyeti yoktur" mesajını vereceğiz" diye konuştu.10 şirketin kârı için 7 milyar insanın sağlığı riske atılıyorKAPİTALİZM ile GDO’lar arasındaki ilişkinin birbirine bağlı olduğuna işaret eden Çiftçi-Sen Başkanı Abdullah Aysu, “Bitkiler ve tohumlar yüzyıllardır kendi başına, dışarıdan bir müdahale olmaksızın yaşamını sürdürüyordu. Ama bugün büyük tohum şirketleri, bunları ele geçirmek ve sömürüyü otomatiğe bağlamak için genleri değiştirdiler” dedi.Son iki-üç yılda da terminatör geninin geliştirildiğini belirten Aysu, “Bu genin özelliği bir kez kullandığınız da yine bir sonraki yıl aynı tohumu almak durumunda kalıyorsunuz. Çünkü bu genler kendi kendini yok ediyorlar. Oysa çiftçiler, yüzyıllardır kendi ürettikleri ürünlerin tohumunu alıp, bir sonraki yıl ekerdi. Çiftçiliğin adı da budur zaten. Aksi durumda çiftçi değil o andan itibaren işçi, bağımlı taşeron, köle oluyorsunuz. Doğa yoksullaştığı oranda şirketler zenginleşiyor. Bu şirketlerin, 2028 için koydukları hedef 20 trilyon dolarlık ciro. Dünya üzerindeki sahici para ise 98 trilyon dolar. Ve bu şirketlerin sayısı 10’u geçmiyor. Ama söz konusu olan 7 milyar insan. Ve bir o kadar da canlı. Size şöyle örnek vereyim; Bir hektar toprağın içersinde 2 ton canlı var. Farelerden mikro organizmalara kadar. Bunun olacağını yıllar öncesinden Marx keşfetmişti. Marx, kapitalistlerin sadece işçileri sömürerek zenginleşmediklerini, topraktan ve sudan hırsızlama yaparak da zenginleştiğini söylemişti" diye konuştu.
***‘GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMALAR’I ANLATAN BİR KİTAP:Soframızdaki gıda, bize gösterildiği gibi üretilmiyorHAYYKİTAP tarafından yayımlanan ve Mekbure Bayram tarafından kaleme alınan "Gıdalar, Ambalajlar, Silahlar ve Araçlar" isimli kitap, genetiği değiştirilmiş gıdalar ve bu gıdaların biyolojik, ekonomik, sosyolojik etkileri konusunda çok yönlü bir bilgi sunuyor.Okuyuculara, “Gıdaların sofralarımıza gelene kadar geçirdiği evrelerden haberdar mıyız?” sorusunu yönelterek tüketim malzemesi özellikle de gıda alan yurttaşları bir kez daha düşünmeye sevk eden kitabın girişinde şöyle yazıyor:
SANAL MANZARALAR“Kentli tüketici, gıda ambalajlarının üzerindeki resimlerde ya da televizyon reklamlarında sunulan köy manzarasını gerçek sanıyor. Oysa reklamlarda gördüğümüz, sebze toplayan güler yüzlü köylü kadınların, yemyeşil kırlarda yayılan mutlu ineklerin gerçek dünyayla uzaktan yakından ilgisi yok. Gıda, bize gösterildiği gibi üretilmiyor…”
Kaynak
BirGün gazetesi

Monday, June 15, 2009

Okan'ın desteğine destek


Ali Saydam

Cumartesi, gecenin bir saatinde Okan Bayülgen'e takıldım. Her cumartesi mutlaka belli bir süre olsa da bakarım. NTV'de yaptığı programın formatıyla hiç alakası olmayan Disko Kralı'nda gösterdiği performans, saatlerce bitip tükenmeyen enerjisi, her zaman ilgimi çekmiştir. Bu kez yaptığı müthiş riskli iş, bir kez daha kendisine hayranlık duymama neden oldu.Cumartesi gecesinin doğal akışı içinde olan konuklarının tamamen dışında iki 'aktivist'i sahnede yanına oturtmuştu. Biri Prof.Dr.Kenan Demirkol (İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi) diğeri Abdullah Aysu (Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu Başkanı). Konuklar yanlarında tişörtler getirmişlerdi. Tişörtlerin üzerinde yuvarlak içinde GDO harfleri vardı. Ve bu harflerin üzerine çapraz bir çizgi çizilmişti. 'Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara Hayır' sloganını içeriyordu. Okan, onca gırgır şamata içinde bu önemli konuya gençlerin dikkatini çekerek olağanüstü bir 'sorumlu vatandaşlık' örneği veriyordu. Konu şu: Türkiye'nin tarım dünyasını tamamen maniple edecek yabancı şirketler destekli, genleriyle oynanmış tohumların nasıl kullanılacağını belirleyecek bir yasa çıkmak üzereymiş. Bu yasanın çıkması için uluslararası şirketler ellerinden geleni artlarına koymuyorlarmış. Sözüm ona ilgililer, bu yasanın 'düzenleme' getireceğini savunuyorlarmış. Oysa Kenan hocaya göre gizli ajanda, Türkiye tohum piyasasını GDO'lara ve yabancı şirketlere peşkeş çekmekmiş. Sivil inisiyatif olarak da tek tük girişimlerin dışında pek bir hareket yokmuş ortada... Okan Bayülgen de sadece mevcut değil, tüm gelecek kuşakların sağlığını tehdit ettiği iddia edilen GDO'larla savaşa destek veriyor. Durum ciddi! Dine, imana ve her türlü ideolojiye aykırı olan bu yasayla ilgili gerek iktidar partisine gerekse muhalefet partisine düşen görev, bu ciddi durum karşısında ciddi inisiyatifler ve aksiyonlarla ortaya çıkmaktır. Okan elinden geleni yapıyor. Birkaç köşe yazarında da rastladım. Umalım ki 'kim vurdu'ya gelmeyiz.

SİYASİ GDO’LAR!

enveraysever@birgun.net / 14:20 15 Haziran 2009

Geçen haftanın popüler tartışması Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’dı (tohumlardı). Meclis kendinde nasıl bir yetki buluyorsa, bilim insanlarının araştırma alanı üzerine bir karar vermeye koyuldu. Elbet halkın, ülkenin tüm sorunları üzerine seçilmiş vekillerin karar organı olduğunu tartışacak değilim. Ancak uzmanlık gerektiren bir alanda, ‘Ali, Ahmet, Mehmet siz bi toplanın da karar verin gayrı’ demek ne kadar doğru?Zülfü Livaneli, AB meclisinde bu konuda nasıl bir zaaf gösterdiklerini, bilgi eksikliklerinin ne tür sonuçlar doğurduğunu açıkça yazdı. Demem o ki, halkın bundan sonraki genetik şifresini etkileyecek bir sürece yönelik karar vermek hem kolay olmamalı, hem de tartışmalar şeffaf ve elbette bilimsel bilginin izinde yürütülmeli.
GDO NEDİR?Çiftçi Sendikası Başkanı Abdullah Aysu ve değerli hekim Kenan Demirkol dilleri döndüğünce, olanak buldukça bu soruna yönelik toplumu aydınlatıyor. Aysu çiftçilere bu tohumları tanıtırken “Katır Tohum” nitelemesini kullanıyor. Yani eşek ve atın çiftleşmesinden doğan, ancak üreme olanağı bulunmayan bir varlığa işaret ediyor.GDO’lar doğal olmayan, insan eliyle üretilen tohumlar. Yani bir fare genini domatese katıp, tuhaf bir tohum elde edebiliyorsunuz. Bundan dolayı hem ciddi sağlık sorunları yaşanıyor, hem de ilerde ne tür yeni hastalıkların ortaya çıkacağını bilmeden, karanlık bir sürece girmiş oluyoruz. AB bu konuda net ve katı önlemler aldı. Brezilya gibi kimi ülkelerde tohum çeşitliliği neredeyse yok oldu. Anadolu gibi, dünyanın en zengin (9000 civarında) tohum çeşitliliğine sahip bir toprak, eğer bu tohumlarla kirlenirse, belki de insanlığın sonu çok daha hızla gelmiş olacak.Bu sürecin etik boyutu da ayrı bir tartışma konusu. GDO’ların olumsuz etkisi üzerine araştırmalar engelleniyor ve bilim adamları büyük baskı altında kalarak, yaşamları tehdit edilerek sindiriliyor. Kuşkusuz dünyayı kar üzerinden algılayan neo-liberal felsefe bu sürecin düşünsel zeminini oluşturuyor. Çok uluslu şirketlerin baskısı altındaki insanlık, ne işe yaradığı bilinmeyen bu kar manyaklığı üzerinden kendi sonunu hazırlıyor.Sömürgeciliğin son noktasına işte böyle erişilmiş olunuyor! BİLGE TARIMDAN VAHŞİ TARIMAÇiftçilerin uzun yıllar boyu edindikleri deneyimlerle yaptıkları tarım biçimine Bilge Tarım deniyor. Bilge Tarım, doğaya müdahale etmeksizin, ilaç kullanmadan toprağın işlenmesi demek. Yani bir çiftçi duyumsayarak, tohum çeşitliliğine inanarak, doğaya eşlik ederek toprağı sürüyor. Yetişen ürünün bir kısmını tohumluk olarak ayırıyor, bir kısmıyla besleniyor ve kalanını pazara götürüyor. Bu yolla doğanın kendi akışı içinde insanoğlu bu bütünün parçası olduğunu bilerek soylar sürüyor. Bunun ne denli büyülü bir durum olduğunu doğanın ahengini bilmeyenlere anlatmak olası değil.Buna karşılık aşırı ve hızlı üretim arzusu önce ilaçlamayı dayattı çiftçilere. Artan verimler, kolay kazanç, sağlıksız ürünlerin kısa yoldan sofralara taşınmasına neden oldu. Tatlı para ilkin çiftçinin ahlakını bozdu. Kaldı ki, esas tatlı parayı tüccarların, büyük küresel şirketlerin kazandığını bilmeden kapıldılar bu sihre!Saldırgan kapitalizm, sonunda tüm dünya topraklarını pazar olarak gören anlayışı, genetiğini değiştirdiği tohumlarla ele geçirmeye karar verdi. Bu tohumlar yalnız tek ekmelik. Sürekli dışa bağımlı olmayı gerektiriyor. Üstelik ne tür bir gen şifrelemesi yapıldığını bilinmediği için, nasıl bir korkunç geleceğe yol alacağınızı da kestiremiyoruz! Doğadaki pek çok canlı hayvan, bitki bu yolla yok olacak ve belki insanoğlu da kıyamet gününü böyle görecek!TAŞERON KİM DERSİNİZ?Elbette bu yöntemin yaygınlaşması için siyasi iradeye ve medyaya gereksinim var. Ülkede bu işin sözcülüğünü ve öncülüğünü de A-KE-PE yapıyor. Üstelik refahın daha artacağını savlayarak, halkı kandırarak! Bilim insanlarının önünü tıkayarak, muhalifleri susturarak…Papa bu tohumlarla ilgili açıklama yaptı ve yaratana bu tür müdahalelerin din dışı olduğunu söyledi. Bizim kerameti kendinden menkul, ödlek diyanetten çıt yok! Bu işin taşeronu her tuhaf mesele de olduğu gibi Genetiği Değiştirilmiş Siyasi Parti A-KE-PE! Eskiden İslamcı olan, ama tanrı buyruğuna karşı gelişen bu olayda saf tutmayı beceremeyen A-KE-PE!AB’ye girmek isteyen, ama bu olayda AB ülkelerinin tavrını benimseyemeyen A-KE-PE!IMF, DB ve bilumum küresel şirketlerle göbekten bağlı ve onların buyruklarına emme basma tulumba gibi onay veren A-KE-PE!İşine gelince insan hakkı, hukuku konusunda mangalda kül bırakmayan, ama göz göre göre çocuklarımızın geleceğini çalan A-KE-PE!
Kaynak:

DİKKAT YAŞAMIMIZ TEHLİKEDE GDO

GMO ya da GDO (Genetically Modified Organisms-Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) , genetik müdahale yöntemleriyle genetik yapısına bitki, bakteri, virüs vb. herhangi bir başka canlıdan alınan gen veya genlerin aktarılmasıyla elde edilen yeni organizmalardı r.Türkiye’de GDO’ların ekimi, dikimi, üretimi ve ithalatı kanunen tamamıyla yasaktır. Ancak, 2003 yılında Türkiye’nin yurt dışından satın aldığı tarım ürünlerine ve bu ürünleri aldığı ülkelere bakacak olursak, satın alınan 800 bin ton soyanın %90’ınınve 1.8 milyon ton mısırın da %80’inin ABD ve Arjantin kaynaklı olduğunu görürüz. ABD ve Arjantin’den elde edilen ürünlerin özellikle de mısır ve soyanın GDO olmama ihtimali oldukça düşüktür. Fakat, Türkiye’de ne gümrüklerde ne de diğer bölgelerde GDO analizi yapabilecek alt yapıya sahip akredite bir laboratuar olmadığından, ithal edilen ürünler kontrolsüz olarak sınırlarımızdan girmektedir.Dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli husus da, özellikle mısır ve soya gibi ürünlerin şekerlemeler, asitli içecekler, çocuk mamaları, sebze püreleri vb. birçok hazır gıda maddesinin içinde bulunduğudur. Mısırın 700, soyanın ise 900 çeşit gıda maddesi içinde kullanıldığı düşünülürse transgenik gıdaların dolaylı tüketim miktarının önemi açıkça görülecektir.SAĞLIK RİSKLERİ
POTANSİYEL ALERJENLİK: GDO’lu bitkilerden ve hayvanlardan elde edilen ürünlerin meydana getirebileceği risklerin başında alerji gelmektedir. Genetik yapı değişiminde, verici kaynağın alerjen özelliklerinin transfer edilen bitkiye ya da hayvana geçmesi engellenemeyebilir. Nitekim, 1996 yılında, Brezilya kestanesinden ve fındığından soya fasulyesine aktarılan geni içeren ürünler, alerji yapması nedeniyle, marketlerden toplatılmıştır.
POTANSİYEL TOKSİSİTE: Genetik olarak değiştirilmiş organizmalar, aktarılan yeni gen ürünlerini ve onlardan kaynaklanan sekonder metabolitleri içerdiğinden, potansiyel bir toksisiteye sahiptir. GDO’lu bitkilerde bulunan özellikle zararlı ot ve böcek öldürücü genler ile terminatör teknolojisi gereği aktarılmış olan genler de toksin üreterek çalıştıklarından, dokularda birikme durumunda, önemli riskler oluşturmaktadır. Bu genlerin kullanılması pestisit kullanımını ortadan kaldırmıştır. Ancak, bu toksik madde kalıntılarının ortadan kalktığı anlamına gelmemektedir.Bu toksinlerin uzun dönemde insan sağlığına olan etkilerine ilişkin yeterli bilgi bulunmamaktadı r. GDO’lu ve normal patateslerle beslenen iki grup farede yapılan çalışmada; normal patateslerle beslenenlerde hiç bir sorun olmamasına karşın, GDO’lu ürünlerle beslenenlerin sindirim sistemlerinde önemli zararlar belirlenmiştir.
POTANSİYEL KANSEROJENLİK: GDO’lu bitkilerin doğrudan ve dolaylı olarak kanserojen etkisinin olabileceği birçok araştırıcı tarafından belirtilmektedir. Özellikle, herbisitlere dayanıklı GDO’lu pamuk, soya, mısır ve kolza çeşitlerinde kullanılan bazı kimyasal maddelerin doğrudan kanser yapıcı oldukları bilinmektedir. Öte yandan, sindirim sisteminde tam olarak sindirilmeden dolaşım sistemine geçerek kan hücreleri aracılığı ile normal genoma katılabilen yabancı DNA parçalarının da hastalıklarda etkili olma ihtimali söz konusudur.
ANTİBİYOTİĞE DAYANIKLI MİKROORGANİZMA OLUŞUMU: Günümüzde kullanılan biyoteknolojik tekniklerle bitkilere aktarılan genlerin büyük bir çoğunluğu bakteri ve virüs kökenlidir. Gen aktarımı esnasında GDO’lu bitkilerin seçilebilmesi amacıyla antibiyotik dayanım izleme genleri kullanılmaktadı r. Ancak, bu antibiyotik dayanım izleme genleri insan ve hayvan bünyesindeki bakterilere yatay olarak geçişiyle onların da genlerinin antibiyotiklere dayanıklı hale dönüştürülmesi gibi sağlık açısından büyük riskler söz konusudur.
BESİN DEĞERİNDE BOZULMA: GDO’lu bitkilerde, yeni özellikler kazandırılırken, bitkinin orijinal yapısında bulunan bazı kalite öğelerinde önemli azalmalar olduğu tespit edilmiştir. Örneğin, kalp hastalıklarına ve kansere karşı önemli bir koruyucu madde olan “phytoestrogen” bileşiklerinin, klasiklere oranla, GDO’lu bitkilerde daha az olduğu bilinmektedir.
ÇEVRESEL RİSKLERGDO’lu bitkiler üzerinde en çok tartışılan konuların başında çevreye verebileceği zararlar gelmektedir. Bilim adamlarının çoğu, GDO’lu bitkilerin ekolojik zararlarının olabileceği görüşünde birleşmektedir.Toprak ve su kirliliği: GDO’lu bitkilerin kalıntılarındaki toksik maddelerin toprağa ve suya geçtiğine ilişkin çok sayıda araştırma sonucu bulunmaktadır. Bu nedenle, toksinlerin diğer organizmaları n besin zincirine katılmaları da söz konusudur. Bazı genlerin ürettiği endotoksinlerin toprakta 33 hafta kaldığı belirlenmiştir. Öte yandan, GDO’lu bitkilerin ikinci kuşak üretimini engellemek amacıyla, uygulanan terminatör teknolojisi gereği, tohumlar üreticiye verilmeden önce yüksek dozda antibiyotik ile bulaştırılmaktadır. Bu tohumların ekilmesiyle toprağa önemli miktarda antibiyotik geçişi söz konusudur. Buğday ve pamuk gibi çok geniş alanlarda ekimi yapılan ürünlerde bu uygulamanın etkisinin ne kadar büyük olacağı açıktır. Klasik herbisitler ürüne de zarar verdiğinden, üreticiler tarafından son derece dikkatli ve düşük dozda kullanılır. GDO’lu çeşitler ot öldürücülere dayanıklı olduklarından, ürüne zarar vermeyeceği düşüncesiyle, daha fazla ilaç kullanımı söz konusu olmuştur. Denemeler sonucunda, GDO’lu soyalarda herbisit kullanımının bir kaç kat arttığı belirlenmiştir.
Faunada değişim: GDO’lu bitkilerin faunada yararlı akraba türlerin yok olmasına ve yeni zararlı populasyonları nın oluşmasına neden olabileceği tartışılmaktadır. Özellikle, GDO’lu mısırlardaki Bt genlerinin sadece koçan kurtlarına etkili olduğunun söylenmesine karşın, mısır bitkilerinin arasında yetişen ve üzerinde bol miktarda mısır çiçektozu bulunan “Asclepias” adı verilen bitkilerle beslenen kral kelebeklerinin de öldüğü görülmüştür. Ayrıca, yararlı böceklerden olan “Ladybugs” (hanım böceği) ve “Lacewing” gibi böceklerin öldüğü, bu böceklerle beslenen arı ve kuşların da zarar gördüğü saptanmıştır. Bilindiği gibi, dayanıklı çeşitlerin oluşturduğu baskı sonucunda zararlılar zamanla tepkilerini değiştirebilmektedir. Bu durumda hem GDO’lu bitkiler etkisiz hale gelmekte, hem de biyolojik savaşta Bt bakterilerinden yararlanma imkânı ortadan kalkmaktadır.Mikrorganizmalarda değişim: Antibiyotiklere dayanım izleme genlerinin toprak bakterilerine geçmesi ya da terminatör teknolojisi gereği toprağa verilen yüksek dozdaki antibiyotiklerin baskısı nedeniyle dayanıklı yeni bakteri tiplerinin oluşma ihtimali her zaman vardır. Virüslere dayanıklı olarak geliştirilen GDO’lu bitkilerin, başka virüs tiplerinin ortaya çıkmasına neden olabileceği Michigan Üniversitesi’nde deneysel olarak kanıtlanmıştır. Virüs genleri, diğer virüs ve retrovirüslerin genleri ile karışabilmekte, bunun sonucunda da patojeniteleri artmış yeni virüsler oluşabilmektedir. Bu gen karışımının 8 hafta gibi kısa bir sürede gerçekleşebileceği deneysel olarak kanıtlanmıştır. Öte yandan, “Cauflower Mosaic” virüsü GDO’lu mısır, pamuk ve kolzalarda yaygın olarak kullanılmaktadı r. “Pararetrovirü sler” grubundan olan bu virüsün, hepatit-B ve HIV virüsleri ile büyük benzerlik göstermesi, konunun önemini daha da artırmaktadır.
Florada değişim: Bitkilere kazandırılan yeni özellikler bu bitkilerin yaşadıkları çevredeki floranın bozulmasına, doğal türlerde genetik çeşitlilik kaybına, ekosistemdeki tür dağılımının ve dengesinin bozularak genetik kaynakları oluşturan yabani türlerin yok olmasına neden olabilecektir. Çiçektozları, genetik kirlilikte en önemli etkendir. Mısır çiçektozlarının rüzgarın etkisi ile canlı olarak 1 km uzağa gidebildiği, yoncada arıların çiçektozlarını canlı olarak 2-3 mil uzağa taşıdıkları deneysel olarak belirlenmiştir. Genetik olarak değiştirilmiş bitki çiçektozlarının rüzgâr, kuş, arı, böcek, mantar ve bakterilerce taşınması sonucunda kilometrelerce uzaktaki bitki türleri de etkilenecek ve genetik bir kirlilik ortaya çıkabilecektir. GDO’lu ürünlerden gen geçişleri yabani türlerin özelliklerini bozacak ve bitkisel gen kaynaklarının geri dönülmesi zor bir zararla karşı karşıya kalmasına neden olabilecektir. Ayrıca, GDO’lu bitkilerdeki herbisitlere dayanıklılık genlerinin yabani akrabaları olan otlara geçmesiyle, tarımsal mücadele güçlüklerle karşılaşabilecektir. GDO’lu mısırlardan yabani mısır türlerine gen bulaştığına ilişkin resmi raporlar yayınlanmaya başlanmıştır.Yabani floradaki genetik yapı değişiklikleri, onların gen kaynağı olarak değerini tamamen yok edebilir. Arkansas Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada, GDO’lu çeltikten, çeltiğin yabani gen kaynağı olan kırmızı çeltiğe gen geçişinin olduğu belirlenmiştir. GDO’lu bitkiler için geliştirilen herbisitler, bu bitkilerin dışındaki tüm bitkileri kesin olarak öldürmektedir. Geniş alanlara uygulanan bu tip herbisitlerden yabani floranın olumsuz etkilenmemesi mümkün değildir. Öte yandan, terminatör genlerin akraba türlere çiçektozları ile geçerek onların ikinci yıl tümüyle yok olmalarına neden olması yüksek bir ihtimaldir. GDO’lu bitkilerden kaynaklanabilecek genetik kirlilik, birçok yabani türün anavatanı olan Türkiye için ayrı bir önem taşımaktadır.
Variyabilite ve beklenmeyen sonuçlar: Ekosistemler son derece karmaşık bir yapıya sahiptir. Özellikle, GDO’lu bitkiler gibi, yeni organizmaları n sistem içine girmesiyle bazı bilinmeyen risklerin ortaya çıkması beklenebilir. Bu zamana ve yere bağlı olarak türler arası gen akışının sonucunda ortaya çıkabilecek gen etkileşimlerinden kaynaklanmakta olup, populasyonda değişik bir karakterin ortaya çıkma ihtimali her zaman söz konusudur.
SOSYO – EKONOMİK RİSKLER
Pahalılık: GDO’lu ürünlerin tohumları, GDO’lu olmayanlara göre, %25 ile %100 arasında daha pahalı olup her yıl yenilenme zorunluluğu söz konusudur. Fiyatının yüksek olması nedeniyle tohumluk alımını uzun süre devam ettiremeyecek olan küçük çiftçiler bu durumdan zarar göreceklerdir.
Tek tip çeşit ve ilaç kullanımı: Bitkisel üretimin GDO’lu çeşitlere dayandırılması, geleneksel tarımda yerel çeşitlerin kullanımında önemli azalmalara neden olabileceği gibi, tarımda tohumluk ve ilaç bakımından dışa bağımlılık sorununu da doğuracaktır.Tohumluğun her yıl yenilenmesi: GDO’lu çeşitlerin sahip olduğu “terminatör gen” sistemi nedeniyle, tohumluk üretiminin çiftçiler tarafından yapılması olanaksızdır. Bu nedenle, tohumluğun üretici firmadan her yıl alınması zorunludur.
Çeşit karışımı: Aynı bölgede klasik ve GDO’lu çeşitlerin bir arada ekilmeleri halinde, çiçektozları nedeniyle, birbirlerine karışmaları kaçınılmazdır. Bu durumda, üreticilerin istedikleri tip ürünü özelliklerini bozmadan yetiştirmeleri imkânsız hale gelebilecektir. Bunlardan elde edilen ürünlerin de karışık olma olasılığı çok yüksek olacak ve tüketici açısından da önemli bir risk oluşturabilecektir.GDO’lu çeşit yetiştiren ülke konumuna gelinmesi: Birçok Avrupa ülkesi, GDO’lu ürün yetiştirmeyen ülkelerden bile, dışalım yaptıkları ürünler için “Genetik Olarak Değiştirilmiş Organizma” değildir belgesi istemektedir. Bu çeşitlerin yetiştirilmesi halinde, klasik ürünlerin pazarlanması da önemli ölçüde zorlaşacaktır.
DİN VE ETİK BAKIMINDAN KONUNUN SORGULANMASI:
Müslümanlar ve Museviler domuz eti ve türevlerini tüketmedikleri için domuz geni karıştırılmış ürünlerden de yemek istemeyeceklerdir. Ayrıca Müslümanlar bazı böcek ve hayvan genlerinin kullanıldığı ürünlere karşı da rezerv koyacaklardır. Aynı şekilde vejeteryanlar ise hayvansal gen içeren tüm bitkisel ürünleri tüketmek istemeyecektir. Bu durumda GDO’lu ürünlerin etiketlerinde gerekli bilgilerin doğru ve açık bir şekilde verilmesi bir insanlık görevi olarak ortaya çıkmaktadır.Biyogüvenlik Yasa TasarısıTaslağa zemin hazırlayan çalışmalara baktığımızda biyogüvenlik hukukunun, şirketlerin çıkarlarını gözeterek hazırlanacağı belliydi. Ancak gerek ulusal hazırlıkların gerekse de uluslararası düzenlemelerin GDO’lu ürünlerin Türkiye’de serbest dolaşımını zorunlu kıldığı söylenemezdi.Taslağa hukuki meşruiyet sağlayan, Biyolojik Çeşitliliğin Korunmasına Dair Sözleşmenin eki niteliğinde olan ve Türkiye’nin de onaylayarak yürürlüğe koyduğu Cartagena Biyogüvenlik Protokolünün dayandığı ihtiyatilik prensibine göre de ülkeler GDO’lu ürünleri üretmek, dağıtmak, Pazar açmak zorunda değillerdi. Bu ilkeye göre: Güvenlik konusunda bir bilimsel bilgi ya da uzlaşı eksikliği olduğunda, ülkelerin GD organizmaları n ithalatını ve kullanımını yasaklama ya da sınırlandırma hakkı vardır.Şimdiki mevcut tasarıyı hazırlayanları n iddiasına göre ise Cartagena Sözleşmesini imzaladığımıza göre böyle bir yasa çıkartmamız gerekiyordu. Evet Biyogüvenlik sistemine ihtiyaç duyduğumuz kesin. Bu sistemi işletecek bir kuruma da gereksinim var. Yasa tasarısı eğer sadece bu sistemi kurmak gibi bir amaç edinmişse, ki tasarı taslağının amaç maddesinde bu dile getiriliyor. Neden Transgenik ürünlerin zararsız olduğuna dair bilimsel ve toplumsal bir mutabakat sağlanmadan GDO’lu ürünlerin üretimine, dağıtımına, işlenmesine, pazarlanmasına izin veriliyor?GDO’lu ürünlere pazar yaratma kaygısının taslağın içine işlenmesi mevcut ekonomik ve yasal zorunluluklardan da kaynaklanmadığına göre durumun politik irade zaafiyetinden başka bir şey olmadığı kolayca söylenebilir.Tasarı taslağının tek hukuksal ve politik zafiyeti bu kadar değil elbette. Bilindiği gibi biyogüvenlik sistemi hangi toplumsal sınıfın çıkarlarını korursa korusun, gıda güvenliği, insan, hayan, ve bitki sağlığı ile ilgili tüm düzenlemeleri içine alacak şekilde oluşturulmalıdır. Buna karşın hazırlanan tasarı taslağında ne gıda egemenliği ne gıda güvenliğine ilişkin doğrudan bir düzenleme yok. Bu kadar da değil elbette. İnsan hastalıklarının teşhis ve tedavisinde kullanılan tıbbi ürünler ile veteriner tıbbi ürünleri kanun kapsamı dışında tutularak biyogüvenlik sistemi baştan, işlemez bir zemine oturuyor.Taslakla ilgili diğer bir önemli noktada yasakların düzenlendiği 11. maddeye ilgili. Bu maddenin b bendine göre, “GDO ve ürünlerinin, bebek ürünleri ile küçük çocuk ek besinlerinde kullanılmak üzere özellikle geliştirilmiş olanlar hariç, bebek mamalarında ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanımı, bu tür ürünleri içeren bebek mamalarının ve küçük çocuk ek besinlerinin ithalatı ve ülke içinde dağıtımı yasaktır.” deniyor. Bu maddenin GDO’lu ürünlerin riskleri konusunda bir itiraftan başka bir şey olmadığı açık: Küçük çocuklar yemesin ama yetişkin insanlar tüketebilir anlayışı nasıl bir insan metabolizması algısından besleniyor acaba? Küçükler için zararlı olduğu savlanan besinler neden büyüklere zarar vermiyor?Yine yasaklar başlığıyla düzenlenen maddenin c bendine göre, “biyolojik çeşitlilik ve genetik kaynakların korunması amacı için belirlenmiş genetik çeşitlilik merkezleri ile Korunan Alanlarına ve organik tarım yapılan alanlara risk değerlendirmeye dayanarak belirlenecek mesafelerden daha yakın mesafelerde GDO üretimi yasaktır.” Peki Türkiye’nin ulusal ölçekte uygulanan bir biyolojik çeşitlilik ve gen kaynaklarını koruma acil eylem planı var mı? Türkiye’nin biyolojik çeşitlilik ve gen kaynakları envanteri hazırlanmış mı? O Halde bu madde nasıl uygulanacak, bir ülkenin gen kaynakları envanteri ve biyolojik çeşitlilik acil eylem planı uygulaması olmadan yönetmeliklerle koruma alanları belirlenerek, yeni bir hukuksal komediye imza mı atılacak?
BİZ AR-GE DAİRE BAŞKANLIĞI ORGANİK TARIM EKİBİ OLARAK ÜLKEMİZDE GDO’LU ÜRÜN İSTEMİYORUZ. ÇOCUKLARIMIZIN VE BİZİM GELECEĞİMİZİ TEHLİKEYE ATMAK İSTEMİYORSANIZ BU MAİLİ DÜŞÜNÜN VE ÇEVRENİZİDE BİLGİLENDİRİN. SAYGILARIMIZLA .
--
Yılmaz KurtSamsun İl Özel İdaresiAR-GE Daire BaşkanlığıAR-GE Uzmanı

Friday, June 12, 2009

GDO yasa tasarısı AB’ye ’uyumsuz’

Gila BENMAYOR'un 12 Haziran 2009 tarihinde Hurriyet Gazetesi'nde yayinlanan yazisi


http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/11849393.asp?yazarid=20&gid=61

Terminatör' tohumlara karşı uyarı: Yasayı geri çekin!

Çiğdem Aydın/ Dünya Bülteni - Haber Merkezi

Tüketici Örgütleri Federasyonu (TÖF), genetiği değiştirilmiş tohumların Türkiye'ye girişini serbest bırakarak, tarım yapılmasını sağlayacak yasa tasarısına karşı harekete geçti.

Kadıköy'deki Tarım İl Müdürlüğü önünde, ellerinde "GDO'ya Hayır" ve "Yaşam Patentlenemez" yazılı pankartlarla bir basın açıklaması yapan Tüketici Örgütleri Federasyonu başkanı Fuat Engin, hükümetten genetiği değiştirilmiş ürünlerin ekimine izin veren yasa tasarısını acilen geri çekmesini istedi.


Bağdat Caddesi üzerindeki Tarım İl Müdürlüğü önünde, genetiği değiştirilmiş 'kare karpuzlar' ve 'canavar domates' resimleri ile doğal yollarla yetiştirilmiş meyve ve sebzeler yanyana yer aldı.

Bakanlığın yasa tasarısını savunurken, "bebek mamalarında kullanılmayacak" ifadesini kullanan hükümet sözcüsü Cemil Çiçek'i eleştiren Fuat Engin, "GDO'lu besinleri tüketen anneler gördüğünde, emzirdiği bebek zarar görmeyecek mi? Bu nasıl bir çelişkidir?" ifadelerini kullandı.

Avrupa Birliği'nin reddettiği, sadece Amerika'nın bazı bölgeleri ile birkaç Latin Amerika ülkesinde ve üçüncü dünya ülkelerinde ekimine izin verilen bu tohumların insanlarda alerjik reaksiyonların ve toksinlerin artması gibi etkileri olduğunu hatırlatan Engin, GDO'lu tohumların ekildiği toprakların daha sonraki 15 yıl boyunca normal tarımda kullanılamadığını da hatırlattı.

Basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi:

"GDOlu tohumlar kısırdır. Bu terminatör (kısır) tohumların ekiminin tarımda ilaç kullanımını azalttığı, verimi artırdığı yaklaşımı ise sadece masaldır.
GDOlu tarım, kendi dışındaki tüm tarım şekillerini ve özellikle biyolojik tarımı yok eden totaliter bir tekniktir. Bu nedenle de GDOlu tohumların ülkemize girişini serbest bırakacak yasa çıkarılmamalıdır. GDOlu tarımın önü açılmamalıdır.

Gelecekte ekolojik yaşama ve insanlığa ne kadar bedel ödeteceği belli olmayan, sistemi tümüyle değiştirebilecek, çıkaracağı sağlık problemleriyle dünyanın düzenini bozacak GDOlu ürünlerin üretilmesini kesinlikle istemiyoruz. Bu tohumların/ürünlerin Türkiye'ye sokulması önlenmelidir. Sosyal devletin birinci önceliği tüketicinin sağlık ve güvenliğini korumak olmalıdır. Konuyla ilgili yasa çalıBASIN AÇIKLAMASI ÖNCESİ GERGİNLİK

Öte yandan, TÖF tarafından İstanbul Tarım İl Müdürlüğü önündeki kaldırımda yapılmak istenen GDO karşıtı eylem, müdürlükteki bazı görevlileri rahatsız etti. "Tabelamızın önünde açıklama yapamazsınız" diyerek konuşmayı engellemeye çalışan İl Müdürlüğü yetkilisi, kameraların devreye girmesi ile uzaklaşmayı tercih etti.

Basın açıklamasını meraklı gözlerle izleyen vatandaşların ise konu hakkında neredeyse hiç bilgi sahibi olmaması dikkat çekiciydi.

Kaynak: Dunya Bulteni Haber Portali

http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=79946

şmalarına derhal son verilmelidir.


Thursday, June 11, 2009

Buğday Derneği, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) İle İlgili 7 Noktaya Dikkat Çekiyor

Buğday Derneği, her ne kadar bu konuyla birlikte yeniden gündeme gelen, Tarım ve Gıda Bakanlığı’nın kurulması ve yeniden yapılanmasını destekliyorsa da, Hükümet yetkilileri ve kamuoyunun dikkatini aşağıdaki noktalara çekmek ve geri dönüşü olmayan bir adım atılmadan önce gerekli tüm sorgulamanın sağduyu ile, tarafsız ve bilimsel olarak yapılması gerektiğini savunuyor:
GDO günümüzde dikildiği bölgelerde iddia edildiği gibi sentetik ilaç kullanımını azaltmamış, aksine büyük alanlarda tek tip üretime (monokültür) dayalı, sentetik tarımsal girdi ve teknik uygulama ihtiyacını ortaya çıkartmıştır.

GDO ekimi Kanada, ABD, Brezilya gibi ülkelerde çok büyük alanlara sahip geniş toprak ve mali güç sahibi işletmelerde gerçekleştirilmiştir. Türkiye kırsalında, kırsal kalkınmadaki ana hedef kitle olan orta ve küçük ölçekli tarımsal işletmeler için bir çıkış noktası olamaz.
Kırsal kalkınma ihtiyacına ekolojik üretim, ekolojik tarım turizmi gibi hızla gelişen sektörler sayesinde yanıt bulan küçük ve orta ölçekli tarımsal işletmeler, muhtemel bir GDO ekimi ile bu şanslarını genetik-tozlanma ile bulaşma sonucunda tamamen kaybetme riski ile karşı karşıya kalacaklardır.
Günümüzde GDO konusuna karşıt guruplar kesinlikle marjinal-azınlık-çığırtkan guruplar değil, AB ve dünya pazarındaki tüketici kitlelerdir. Bu gün içinde bulunulan kriz ortamında dünya tüketicisinin istemediği bir ürüne yatırım yaparak talebi sürekli artan ekolojik ürün gibi bir değerden vazgeçmek ulusal bir kayıp olacaktır.
Bilimsel olarak GDO henüz aklanmış bir teknoloji değildir. AAEM (Amerikan Çevreci Tıp Akademisi) in bilimsel çalışmalarla elde ettiği bulgular sonucunda, GDO içeren gıdaların tamamen yasaklanması önerisi yapması gibi birçok bilimsel GDO karşıtı görüş mevcuttur. Bu görüşlerin karşı savunması yapılmamıştır.
Türkiye bu gün GDO yetiştiren ülkelere oranla çok daha zengin bir biyolojik ve tarımsal çeşitliliğe sahiptir. Bu gücünü bilimsel olarak çevre ve insan sağlığına etkisi kanıtlanmamış ve dışa bağımlı bir teknoloji ile riske atması ve geri dönüşü olmayabilecek bir tahribata yol açması rekabet şansını artırıcı değil, tam tersine kaybettirici bir etki yaratacaktır.
Dünyada açlığın önüne geçilmesi ve sağlıklı nesillerin yetişmesi ancak sağlıklı ve zengin bir doğa ve onun çok çeşitli kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı ile mümkün olabilir. GDO gibi teknolojiler ekonomik bağımlılığı artırarak gıda ve ekonomik dağılımın daha da fazla bozulmasına ve fakirliğin artmasına sebep olmaktadır.
Tüm bu noktalar bilimsel ve gerçek veriler ile desteklenmiş, çok geniş bir bilgi havuzundan süzülmüş bir özettir. Buğday Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Victor Ananias “Bu konu sağ ve sol çekişmesi, ekonomik gelişmeyi isteyenler ve istemeyenlerin çatışması, bir siyasi görüşün tasarrufu olup olmaması ile ele alınamayacak derecede yaşamsal bir konudur” diyerek konuyla ilgili endişelerini belirtti. Ananias, “Bilim sadece kısa vadeli ekonomik hacim artışı için alet edilirse daha çok DDT’ler üretip yıllarca toplumumuzu, kaynaklarımızı ve geleceğimizi geri dönülmez bir şekilde kaybedebiliriz” dedi.
İletişim: Selma Yılmaz,
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği
Tel: 0212 252 5255

GDO- Basın Açıklaması

Basın Toplantısına Davet!...
“Tavuk geni taşıyan Patates, Akrep geni taşıyan Pamuk, Balık geni taşıyan Domates,” ülkemizde, GDO’lu tohumların girişini serbest bırakarak, tarım yapılmasını sağlayacak yasa çıkarılmak isteniyor.
Çıkarılması planlanan, yeni biyogüvenlik yasası ile sadece sebzenin meyvenin tadı değil, hayatın da tadı tuzu kalmayacak, Bu daha bir başlangıç, sessiz kaldığımızda “sıra insanların genlerinin değiştirilmesine gelecek.”
GDO’lu Frenkeştayn simgelerle ve doğal çeşitliliğimizi simgeleyen ürünlerimizle Tarım il Müdürlüğü önündeyiz.
Duyarlıyım diyen herkesi Basın Toplantısına Bekliyoruz!. ..

12.06.2009, Saat: 11.30
TARIM İL MÜDÜRLÜĞÜ Bağdat caddesi No: 309 Caddebostan- Kadıköy/İstanbul


TÜKETİCİ ÖRGÜTLERİ FEDERASYONU İLETİŞİM; (TÖF) 0216- 349 33 84

SOFRALARIMIZDAKİ TEHLİKEYE DİKKAT! “GDO’LAR”

Ahmet ATALIK
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı

Açlık ve Birinci Yeşil Devrim

Dünya 1940-1960 yılları arasında 1. Yeşil Devrim’i yaşadı. Bu süreçte hibrit tohumlar, tarım ilaçları, kimyasal gübreler, tarım makinaları ve sulama tesisleri hızla tarım sektörü içine girdi, tarım endüstrileşti. Dünyadaki açlığı bitirmek üzere öne sürülen bu araçlarla tarımsal üretim iki kattan fazla artarken dünya nüfusu ise yaklaşık 4 milyar artarak 6,5 milyara dayandı.

Bu dönemde yaygınlaşan hibrit tohumlar ancak tarım ilaçları, kimyasal gübre ve sulama uygulamaları sonucunda yüksek verimli olabiliyorlardı . İlerleyen süreçte tohum sektörünün kamunun elinden çıkıp şirketlerin eline geçmesiyle hibrit tohumlar yalnızca bir kez ürün vermeye, yeniden üretimde kullanılamamaya başlandı.

Açlık ve İkinci Yeşil Devrim

Birinci Yeşil Devrim açlığa çare olamadı, çünkü açlığın asıl nedeni tarımsal üretimin yetersizliği değil üretilenin adil dağıtılmaması, finansal ve politik nedenlerdi. Asıl nedenleri görmezden gelen sermaye çevreleri 1980’li yılların başlarında temelleri atılan, 1990’lı yılların ortalarında ticari amaçla yayılmaya başlayan 2. Yeşil Devrim’i devreye soktular ve bu bağlamda tarım ürünlerinin genleriyle oynamaya başladılar.

Sorun doğru tespit edilmeyince çözüm de faydalı olamadı ve birbiri ardına gerçekleştirilenen yeşil devrimler sonrasında bugün hala 950 milyon insan yatağına aç yatmaktadır.

İlk GDO Üretiliyor

Kendi türünden ya da kendi türü dışındaki bir canlıdan gen aktarılarak bazı özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikroorganizmalara “genetiği değiştirilmiş organizma (GDO)” diyoruz. Gen aktarımı kendi türü dışından gerçekleştirilmiş ise bu canlıya “transgenik” diyoruz. Ancak tüm bu tabirler tüketicide tedirginlik oluşturduğundan sermaye daha sevimli bir hitap şekli buldu “biyoteknoloji ürünleri”! Bu yazımızda biyoteknoloji ürünlerinden sadece Genetiği Değiştirilmiş (GD) tarım ürünlerini inceleyeceğiz.

Ticari amaçla ilk olarak domatesin genleriyle oynandı. Amerikalı Calgene şirketi 1994 yılında Flavr Savr domatesi market raflarına sürdü. Ancak, tüketiciler tarafından tercih edilmemesi üzerine şirket iflas etti ve biyoteknoloji devi Monsanto tarafından satın alındı.

GDO’lar Yayılıyor

Biyoteknoloji şirketleri tarım ilacı kullanımı azalacak, üretim maliyeti düşecek, yüksek verim küçük çiftçiyi zengin edecek söylemleri ile genleriyle oynadıkları tohumlarını ülkelere soktular. GDO’ların ticari amaçla ekimi 1996 yılından itibaren yaygınlaştı. GDO ekimi 1996 yılında 6 ülkede 1,7 milyon hektarlık (mha) bir alanda başlarken, günümüzde 25 ülkede 125 mha alanda yapılmaktadır (çizelge 1).

GD ekin alanlarının %50’sine ABD tek başına sahiptir. Buna Kanada, Arjantin, Brezilya ve Paraguay’ı eklersek ekim alanlarının %88’i Kuzey ve Güney Amerika’da yer almaktadır. Bu ülkelere Hindistan, Çin ve Güney Afrika’yı da dahil edersek, bu 8 ülke ekim alanlarının %98’ine sahip olmaktadır. Listede yer alan diğer 17 ülke ekim alanının ancak %2’sine sahiptir (çizelge 2). Bu da sermaye çevrelerince GDO’ların dünyada hızla yayıldığı şeklinde reklam aracı olarak kullanılmaktadı r.

Çizelge:1) GDO ekim alanları (mha)
Yıllar
1996
2000
2005
2006
2007
2008
Ekim alanı
1,7
44,2
90
102
114,3
125
Kaynak: ISAAA, Clive James, 2009

Çizelge:2) Ülkelere göre 2008 yılı GDO ekim alanları ve ekinler
S.N.
Ülke
Ekim Alanı
Ekin
(mha)
1
ABD
62,5
soya, mısır, pamuk, kanola, balkabağı, papaya, kabayonca, ş.pancarı
2
Arjantin
21
soya, mısır, pamuk
3
Brezilya
15,8
soya, mısır, pamuk
4
Hindistan
7,6
pamuk
5
Kanada
7,6
kanola, mısır, soya, ş.pancarı
6
Çin
3,8
pamuk, domates, kavak, petunya, papaya, çarliston biber
7
Paraguay
2,7
soya
8
G. Afrika
1,8
mısır, soya, pamuk
9
Uruguay
0,7
soya, mısır
10
Bolivya
0,6
soya
11
Filipinler
0,4
mısır
12
Avustralya
0,2
pamuk, kanola, karanfil
13
Meksika
0,1
pamuk, soya
14
İspanya
0,1
mısır
15
Şili
<0,1
mısır, soya, kanola
16
Kolombiya
<0,1
pamuk, karanfil
17
Honduras
<0,1
mısır
18
Burkina Faso
<0,1
pamuk
19
Çek Cum.
<0,1
mısır
20
Romanya
<0,1
mısır
21
Portekiz
<0,1
mısır
22
Almanya
<0,1
mısır
23
Polonya
<0,1
mısır
24
Slovakya
<0,1
mısır
25
Mısır
<0,1
mısır
Kaynak: ISAAA, Clive James, 2009

Günümüzde ticari amaçla tarımı yapılan başlıca GD tarım ürünleri soya, mısır, pamuk ve kanoladır. Biber, patates, domates, pirinç, buğday, balkabağı, ayçiçeği, yerfıstığı, kasava ve papaya gibi ürünlere de genetik müdahalede bulunulabilmektedir . Genetik müdahale çalışmaları henüz devam eden ürünler ise muz, çilek, kiraz, kavun, karpuz, ahududu ve ananstır.

Çizelge:3) Başlıca GD ürünlerin dağılımı
Ürünler
Ekim Alanı
GD Ekim
Oran
(mha)
Alanı (mha)
(%)
Soya
95
65,8
70
Pamuk
34
15,5
46
Mısır
157
37,3
24
Kanola
30
5,9
20







Kaynak: ISAAA, Clive James, 2009

ISAAA’nın verilerine göre bugün soya tarım alanlarının %70, pamuk alanlarının %46, mısır alanlarının %24 ve kanola alanlarının %20’sinde GD tohumla üretim yapılmaktadır (çizelge 3).

GDO’ların Küçük Çiftçiyi Kalkındıracağı Söylemi Doğru Değildir!

GDO’larla ilgili küresel istatistikler, ağırlıklı olarak dev biyoteknoloji şirketleri tarafından finanse edilen International Service for the Acquisition of Agri-Biotech Applications (ISAAA) tarafından her yıl yayımlanmaktadı r. Belli bir tarafın finansmanı ile yayımlanmaları ndan dolayıdır ki bu veriler çelişkilerle doludur. Gerek biyoteknoloji şirketleri gerekse ISAAA sürekli küçük çiftçiler üzerine yoğunlaşmakta, GDO’lu tarıma geçilmesi durumunda bu çiftçilerin çok daha fazla kazanacakları ndan bahsetmektedirler.

ISAAA, 2008 yılı için yayımladığı son raporunda biyoteknoloji ekinlerini yetiştiren çiftçi sayısının 25 ülkede hızlı bir şekilde 13,3 milyona yükseldiğini, bunun %90’ının yani 12,3 milyonunun gelişmekte olan ülkelerdeki küçük ve fakir çiftçiler olduğunu, bunun da tarihi bir olay olduğunu belirtmektedir. Birleşmiş Milletler Uluslararası Tarım Kalkınma Fonu dünyada 450 milyon küçük çiftçi olduğunu belirtmektedir. ILO ise çiftçilerin küresel ölçekteki sayısını 1,3 milyar civarında olduğunu tahmin etmektedir. ISAAA’nın tarihi bir olay olarak verdiği sayıları bu verilerle karşılaştırırsak 12,3 milyon çiftçi küçük çiftçilerin sadece %2,7’sini, GD ekin yetiştiren 13,3 milyon çiftçi de tüm çiftçilerin ancak %1’ini oluşturmaktadı r. Dolayısıyla ISAAA’nın söylemleri son derece abartılıdır.

GD ekinlerin %88’ini Kuzey ve Güney Amerika’daki yalnızca 600 bin çiftçi büyük çaplı endüstriyel çiftliklerde yetiştirmektedir. Başka bir deyişle GD ekinlerin %88’ini tüm GDO yetiştiren çiftçilerin yalnızca %0,05’i yetiştirmektedir. Buna göre GDO’ların bir ülkeye girerken en çok vurgulanan küçük çiftçilerin kalkınacağı söylemi doğru değildir.

Paraguay 2008 yılında 2,7 mha GD soya ekim alanı ile dünya sıralamasında 7. sırada gelmektedir. Bu ülkedeki soya tarımının %90’dan fazlası GDO’ludur. Kırsalda yaşayan halkın %40’ı yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır. Arazi sahiplerinin %2’lik bölümü tüm arazilerin %70’ini kontrolü altında tutmaktadır.

Güney Afrika’da GD pamuk ekiminin başladığı 2000 yılından bu yana pamuk çiftçisi sayısında 4 katlık bir azalma görüldü.

ISAAA’nın verilerinde özellikle gelişmekte olan ülkelerin çiftçilerinin GD ekin yetiştirerek kendilerinin ve ülkelerinin refah düzeylerinin arttığı belirtilmekte ve bu bağlamda Hindistan, Çin ve Güney Afrika’yı örnek olarak vermektedirler. Bu ülkelerin toplam tarım arazileri içinde GD ekinlerin yetiştirildiği alanların paylarına baktığımızda Hindistan’da %4,2, Çin’de %0,7 ve Güney Afrika’da %1,8 olduğunu görüyoruz (çizelge 4). ISAAA’nın bu konuyu da doğru bir şekilde sunmadığına tanık oluyoruz.

Çizelge:4) Kimi ülkelerde GD ekim alanı
Ülke
Tarım Arazisi
GD Ekin
Oran
(mha)
Alanı (mha)
(%)
Hindistan
180,2
7,6
4,2
Çin
556,3
3,8
0,7
G. Afrika
99,6
1,8
1,8
Kaynak: FOEE

Verim Yükselmedi, Tarım İlacı Kullanımı Azalmadı

ABD’de üniversitelerin 1998 yılında yaptıkları 8200 alan denemesinde GD soyanın diğer soyalara göre %5,3 daha düşük verime sahip olduğu tespit edildi. 1999 ve 2000 yıllarında da devam ettirilen çalışmalarda bu sonuç teyit edildi. 2001 yılında Nebraska Üniversitesi agronomistlerinin yaptıkları çalışmalardan da aynı sonuçlar çıktı. Kansas Devlet Üniversitesi’nin çalışmalarında da GD soyanın yaklaşık %9 daha düşük verime sahip olduğu sonuçlarına ulaşıldı. Ayrıca, bu çalışmada, biyoteknoloji şirketlerinin yabancı ota karşı kullanılmasını istedikleri glyphosate uygulamalarını n, başta mangan olmak üzere bitki sağlığı ve gelişimi için gerekli diğer önemli bitki besin maddeleri alımını da engellediğini tespit ettiler. Yapılan diğer çalışmalarda ise glyphosate uygulamalının, bitkilerin topraktan bitki besin maddeleri alımına yardımcı olan toprak bakterilerini öldürdüğünü, hastalığa yol açan mantar üremesine yol açtığı ortaya çıktı.

Kontrollü şartlarda yapılan mısır üretiminde ise GD mısırların %12 daha düşük verime sahip oldukları saptandı.

GD pamuk ekimi yapan Hindistan’da aradığı yüksek verimi bir türlü yakalayamayan çiftçiler yaşamlarına son veriyorlar. 2003’ten bu yana bu nedenle intihar eden çiftçi sayısı 16 bini geçti.

İşlemeli tarım arazilerinin %74’ünde GD soya, mısır ve pamuk yetiştiren Arjantin’in tarım ilacı kullanımı bize ilaç kullanımının azalması ya da çoğalması konusunda ışık tutacaktır. Bu ülkede ticari amaçlı GD soya ekilmeye başlandığı 1996 yılında 13,9 milyon litre glyphosate kullanılırken 2008’de bu miktar 200 milyon litreye yükseldi. Geçen bu sürede GD soya ekim alanı 5 kat artarken, glyphosate (yabancı ot ilacı) kullanımı tam 14 kat arttı. Bu yoğun ilaç kullanımı karşısında glyphosate direnci oluşan süper yabancı otları yok edebilmek için kullanımı yasaklanmış yüksek düzeyde zehir içeren ilaçlar kullanılmak zorunda kalındı.

Türkiye’den İlginç Bir Diyalog

Sabancı Üniversitesi’nde 2006 yılında düzenlenen Tarımsal Biyoteknoloji Sempozyumu’nun konuşmacılarından bir tanesi dönemin Tarım Bakanlığı’ndan Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürü idi. Sunumu sonrasında, Tarım Bakanlığı’nın Adana’da 1999-2000 yılları arasında yürüttüğü GDO denemelerinin sonuçlarına hiçbir şekilde ulaşamıyor olmamdan bahisle bu denemelerde gen kaçışını önleyip önlemedikleri, tarım ilacı kullanımını azaltıp azaltmadıkları ve verimde artış sağlayıp sağlayamadıkları nı sormuştum. Aldığım yanıt yurdum insanı dedirtecek türdendi, “bizim denemelerimiz bunlara yönelik değildi.” Geriye ne kalıyorsa?

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Adana Şubemizin Temmuz 2008’de düzenlediği GDO panelinde bir sunum yapmıştım. Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü hocalarımızdan biri hem panel yöneticisi hem de aynı zamanda konuşmacı idi. Diğer arkadaşlarımız sunumlarını yaparken can sıkıntısından bir ara hocamla aramızda şöyle bir diyalog geçmişti. Hocama Adana’daki GDO denemelerinde bulunup bulunmadığını sordum, bulunduğunu söyledi. Diğer adımda ise sonuçların yazılıp yazılmadığını sordum, eğer yazıldı ise sonuçlara hiçbir şekilde ulaşamadığımızı belirttim. Hoca sonuçların çok kötü çıktığını, dolayısıyla yazamadıklarını bahsetti.

Dönemin Genel Müdürünün ve çalışmalarda yer almış bir hocanın bu itiraflarına karşın ülkemizde GDO konusunun başını çeken kimi akademisyenler o dönemdeki çalışmaların çok başarılı sonuçlarını televizyonlarda ve üniversitelerdeki panellerde dillendiriyorlar. Garip değil mi? Gerçekten olumlu bir sonuca ulaşabilseler raporu yayımlamak için 8 yıl beklerler miydi?

Veriler Gerçeği Yansıtmıyor

ISAAA tarafından ticari amaçlı GD ekin yetiştiren ülke sayısı 2008 yılı için 25 olarak verilmektedir. Ancak, bunlardan Güney Afrika artık kimi GDO’ların deneme ekimlerinin yapılmasını reddetmektedir. Güney Afrika’nın 2005 yılı GD pamuk verisi itiraza konu oldu. Bu konuda resmi hiçbir istatistik olmamasına karşın ISAAA’nın açıkladığı rakam gerçekte olması gerekenin tam 20 katıydı. Monsanto bu ülkedeki GDO ekim alanlarını 2005 yılında 500 bin ha, 2006 yılında 609 bin ha olarak yayın organlarında belirtmesine karşın ISAAA tarafından 1,4 mha açıklanarak oldukça abartıldı.

İran’da ticari amaçlı hiçbir GDO onayı bulunmamasına rağmen ISAAA’nın 2006 yılı listesinde genetiği değiştirilmiş çeltik ürettiği gözükmektedir. International Rice Research Institute’nin itirazı üzerine İran 2007 yılı listesinden çıkarıldı. Türkiye’deki GDO taraftarı akademisyenlerimiz İran’ı listede gördüklerinde bir yıl boyunca “İran bile GD çeltik ekiyor ya da İran kadar olamadık” dediler durdular. Neyse ki sonraki yıl İran’ın listeden çıkarılması ve listeye hileyle girmiş olduğunun ortaya çıkmış olması sayın hocalarımızın da sesini kesti.

Hindistan’da Monsanto’nun yüksek verimli GD pamuk vaatleri tutmayınca buna inanıp borca giren çiftçilerden son üç yılda 16 bini intihar etti.

Çin Biyogüvenlik Komitesi daha fazla güvenlik verisini toplamak ve değerlendirebilmek amacıyla GD çeltik ekim onaylarını durdurdu.

Filipinler uzun yıllardır ISAAA’nın listesinde yer almaktadır. Ancak, sivil toplum örgütlerinin bu ülkede ne kadar GDO ekim alanı bulunduğu sorusuna Tarım Bakanlığı ellerinde bu yönde bir istatistik bulunmadığı yönünde yanıt vermektedir.

Brezilya biyoteknoloji endüstrisine çiftçileri ile birlikte tüm gücü ile direnmektedir.

Avrupa Birliği GDO’lara Direniyor

AB sadece Monsanton’un MON 810 mısır çeşidinin ekimini onaylamıştır. Buna karşın Avusturya, Yunanistan, Macaristan ve Polonya GDO konusunda açık ve net olup ekimini yasaklamıştır. Çevre ve sağlık etkileri yeterince bilinmediği için Fransa 2007’de aldığı bir kararla 2008 yılında GD mısır ekimine izin vermedi. Almanya Tarım Bakanı Ilse Argner 14 Nisan 2009’da yaptığı açıklamayla Almanya’da 2009’da GD mısır ekimi yaptırmayacakları nı açıkladı. Böylelikle AB’nin lokomotifi konumundaki 2 ülke Fransa ve Almanya GDO tarımından vazgeçti. AB ülkeleri içerisinde en fazla GDO ekim alanına sahip İspanya’da ise binlerce kişi bu üretimin durması için yürüyüş yapıyor, imza kampanyaları yürütülüyor.

Biyoteknoloji lobisi 2007 yılıyla karşılaştırıldığında 2008 yılında 7 AB ülkesinde GD ekin yetiştirme alanının %21 oranında arttığını vurgulamaktadı r. Oysa gerçekte %2 oranında azalmıştır. Son 4 yıl değerlendirildiğ inde ise ekim alanının %35 azaldığı görülmektedir (çizelge 5).

Çizelge:5) GDO ekimi yapan Avrupa ülkeleri
Ülke / Yıl
2005
2006
2007
2008
İspanya
53.225
53.667
75.148
79.269
Fransa
492
5.000
21.147
-
Çek Cumhuriyeti
150
1.290
5.000
8.380
Portekiz
750
1.250
4.500
4.851
Almanya
400
950
2.285
3.173
Slovakya
-
30
900
1.900
Romanya
110.000
90.000
350
7.146
Polonya
-
100
320
3.000
Toplam (AB)
55.017
62.287
109.650
107.719
Toplam (Avrupa)
165.017
152.287
109.650
107.719
Kaynak: FOEE

AB üyeliği henüz gerçekleşmemişken 2005 ve 2006 yıllarında Romanya GD soya ekerken, AB’de bu ürünün tarımı yasak olduğundan soya tarımından vazgeçti ve GDO ekim alanlarında ciddi gerileme yaşandı. Polonya’da GDO tarımı yasaklanmasına karşın 2008 yılında 3.000 ha ekim alanı gözükmesi ülkede kaçak ekim yapıldığını göstermektedir. Çizelge 4’te yer alan ülkeler dışında hiçbir Avrupa ülkesi GDO tarımına izin vermemektedir.

Ülkemizdeki GDO sever hocalarımız GDO konusunda çok hassas AB’nin bile GD ekin yetiştirdiğini sık sık örnek verirler. Son dönemde yaşanan gelişmelerden umarız sayın hocalarımız da ders alırlar.

GDO’lar Biyoçeşitliliği Yok Ediyor

GD ekinler tozlaşma yoluyla aynı türden akrabalarının da genlerini değiştirebiliyorlar. Yapılan denemelerde GD mısır polenlerinin 35 km mesafeye kadar rüzgarla taşınabildiği tespit edildi. Bu durum zengin biyoçeşitliliği bitirmesinin yanında, organik tarımı da engelleyen önemli bir olumsuzluktur. GD tohumla üretim yapılan yerlerde organik tarım ürünlerinde genetik bulaşımlara rastlamış, çiftçi ürününü organik olarak satamamıştır.

Bu konuda diğer önemli bir nokta ise biyoteknoloji şirketleri tarafından monokültür tarımın teşvik ediliyor olmasıdır. Örneğin, soya tarımının %99 oranında GD tohumla yapıldığı Arjantin’de işlemeli tarım yapılan ve tek yıllık bitkilerin yetiştirildiği 28,5 mha lık alanın %56’sında GD soya ekilmektedir. Yine Arjantin’de 21 mha alanda GD soya, mısır, pamuk ekildiğini hesaba katarsak, tarım arazilerinin %74’ünde ağırlıklı olarak bu üç ürünün işgal ettiğini söyleyebiliriz. İşte bu nedenledir ki Arjantin, daha önceleri ihracatçı konumda olduğu pek çok geleneksel tarım ürününü artık yurtdışından almak zorunda kalıyor.

GDO’ların Anavatanı ABD’de Yargı Kararları GDO’lara Darbe Vuruyor

2006 ve 2007 yıllarında Hawaii, Washington DC ve Kuzey Kaliforniya federal mahkemeleri yeterince çevresel etki değerlendirmesi yapmaksızın Amerikan Tarım Bakanlığı’nın (USDA-United States Department of Agriculture) GDO’lara vermiş olduğu onayların yasa dışı olduklarına karar verdi.

Biyoteknoloji şirketlerinin en önemli hedefi en kısa zamanda büyük miktarlarda para kazanmak olduğundan ne yazık ki sadece çevresel etki değerlendirmesi değil, bu ürünlerin insan sağlığı üzerine etkileri de yeterince, hatta hiç araştırılmış değildir.

GDO’ların Sağlık Etkileri

Her ne kadar GDO’ların insanlar üzerindeki etkileri henüz bilinmese de hayvanlar üzerindeki etkileri belirlenmiştir.

İskoçya Rowett Enstitüsü’nden Dr Arpad Pusztai’nin GD patates ile beslediği farelerin tümünün iç organlarında küçülme, sindirim sistemlerinde bozukluk, bağışıklık sistemlerinde çökme, kan yapılarında bozulma ve mide çeperlerinde kalınlaşma görüldü.

Rusya Bilim Akademisi’nden Dr. İrina Ermakova’nın fareler üzerinde yaptığı denemede GD soyayla beslediği farelerin yavrularının %55,6’sı doğumdan üç hafta içinde öldü. Normal soyayla beslediği yavruların %9’u ve GDO’suz gıdalarla beslediği yavruların ise sadece %6,8’i öldü. Ayrıca, GD soyayla beslediği farelerin yavrularının %36’nın normal doğum ağırlığının altında doğduğunu saptadı. Bu şaşırtıcı sonuçlar karşısında denemeyi üç kez tekrarladı ve aynı sonuçlara ulaşınca Ekim 2005’te yapılan bilimsel bir panelde sonuçları kamuoyu ile paylaştı.

Avusturya Tarım ve Sağlık Bakanlığı’nın finansmanı ile Viyana Üniversitesinin geçen yıl yaptığı bir çalışmada ise GD gıdalarla beslenen farelerin 3-4 nesil sonra büyük ölçüde üreme yeteneklerini kaybettikleri belirlendi.

Canlılarda gen aktarımının başarılı olup olmadığının tespiti amacıyla antibiyotik direnç genleri kullanılmaktadı r. Bu genler özellikle insan sindirim sistemindeki bakteriler tarafından bünyelerine kolayca alınabilmektedir. Bu da insanda antibiyotik direnci oluşturmaktadı r. Bugün GDO’ların anavatanı ABD’de her yıl onbinlerce kişi antibiyotik direnci nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Ancak ülkemizdeki bir kısım akademisyen, tıpkı biyoteknoloji şirketleri ile yakın ilişkiler içinde olan yurtdışındaki meslektaşları gibi GDO’lu ürünleri tüketmenin sağlık açısından hiçbir zararı olmadığını, hatta bazıları işi daha da ileri götürerek GDO’lu ürünleri yemenin daha sağlıklı olduğunu belirtmektedirler.

Biz bu akademisyenlerimize Kaliforniya Salk Enstitüsü Hücre Nörobiyolojisi Laboratuvarı Başkanı Prof. David R. Schubert’in bir tıp dergisinde yer alan şu sözleri ile yanıt verelim: “GD gıdaların insanları hasta yaptığına dair hiçbir kanıt yok, bu gıdalar güvenli söylemi son derece mantıksız ve doğru değildir. Bu gıdaların güvenli olduğu görüşünü doğrulayan hiçbir veri yoktur. Doğru dürüst epidemolojik çalışmalar olmaksızın pek çok zarar saptanamaz. Bu yönde hiçbir çalışma yapılmamıştır.” (The Problem with Nutritionally Enhanced Plants, Journal of Medicinal Food, Vol.11, No:4, August 2008)

Türkiye’ye GD Ekinler Kontrolsüzce Girmektedir

Türkiye ne yazık ki kendi ekolojisinde yetiştirebileceğ i soya ve mısırı, üretim planlaması yapmadığından dolayı üretim açığını kapatmak üzere her yıl dışarıdan almak zorunda kalmaktadır. Hem de bu ürünleri çoğunlukla GD tohumlarla üreten ABD ve Arjantin gibi ülkelerden almaktadır.

Ülkemize yurtdışından giren soya ve mısır ürünlerinden aldığı numuneleri zaman zaman analiz ettiren GDO’ya Hayır Platformu bileşeni kuruluşlar, GDO tespit etmeleri halinde bu konuyu kamuoyu ile paylaşmaktadır. 2007 yılında yine böyle bir tespit karşısında dönemin TMO Genel Müdürü’nün konuya ilişkin açıklaması “daha önce nasıl yapılıyorsa bu ürünün de yurda o şekilde getirildiği” yönünde oldu. Yanlış yanlışla açıklanmaya çalışıldı.

Tarım Bakanlarımız: Yasal Mevzuat Yok Özel Bir GDO Analizi Yapmıyoruz

Türkiye’de GD tohumla tarımsal üretim yapılması yasaktır. Meclisimizde, GDO’larla ilgili AKP hükümetinin Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen’e, Tarım Bakanları (önceki) Sami güçlü ve (şimdiki) Mehdi Eker’e sorulmuş birçok yazılı soru önergesi vardır. Bu önergelerdeki Türkiye’ye GDO’ların girip girmediği sorularına Bakanlarımız, konuyla ilgili yasal düzenleme bulunmadığından tarım ürünlerini analiz etmediklerini belirtmişlerdir.

GDO’ları analiz edebilecek Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bünyesinde 4, üniversitelerimizin bünyesinde 5 adet olmak üzere toplam 9 laboratuvarımı z bulunmaktadır. Bunların bulunması bir işe yaramıyor, onları harekete geçirecek yasal düzenlemenin bir an önce yapılması gerekiyor!

Kısaca hatırlarsak, 2005 yılında Meclis gündemine gelmek üzere olan Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı’nın olumsuzlukları nın altını çizen GDO’ya Hayır Platformu 100 bin imza toplayarak Meclise sunmuş, tasarının bu haliyle değil düzeltilerek meclis gündemine getirilmesini talep etmiştir. 2005 yılı başlarında Dilekçe Komisyonu Başkanı Yahya Akman bu konunun çok önemli olduğunu vurgulayarak tekrar gözden geçirilmek üzere yasa tasarısının Tarım Bakanlığı’na gönderildiğini basına açıklamıştır. Tasarı halen düzeltilmeyi beklemekte ve GD gıdalar sofralarımızda cirit atmaktadır.

Oysa Türkiye, Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Anlaşması’nın bir parçası olan Cartagena Protokolü’ne taraf bir ülkedir. Cartagena Protokolü biyolojik türlülüğün sürdürülebilir kullanımını ve korunmasını olumsuz etkileyebilecek, insan sağlığı açısından riskler yaratabilecek GDO’ların sınır ötesi taşınımını, alıp satımını ve kullanımını denetlemeyi öngören ve ülkeleri bağlayıcılığı olan bir protokoldür.

Bu veriler ışığında ülkemize GDO’lar serbestçe girememelidir. Ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler Anayasamıza göre Kanun Hükmünde Kararname niteliğindedir. Türkiye şimdiye kadar çoktan yasal düzenlemesini yapması gerektiği halde yöneticilerimiz taraf olduğumuz protokolü dahi görmezlikten gelmektedir.

Sonuç

Biyoteknoloji şirketleri bitkilerin genleriyle oynarken söz verdikleri gibi besin içeriğinin zenginleştirilmesi, kurağa ve tuza dayanıklılık amaçlarıyla uğraşmadılar. Onlar daha sık ve daha fazla tarım ilacı kullanacağı glyphosate toleranslı bitkiler oluşturmayı tercih ettiler. Çünkü bütün tarım ilaçlarını onlar üretiyorlar. Yeryüzünün süper yabancı ot istilasına uğraması ise onları hiç ilgilendirmiyor. Pardon, tabi ki ilgilendiriyor! Onları yok ederken çevreyi de yok eden ve insan sağlığına zarar veren tarım ilaçlarını da onlar üretiyor.

GDO’ların anavatanı diyebileceğimiz ABD’nin Tarım Bakanlığı dahi artık açıkladı; tarım ürünlerinin verimini etkileyen en önemli faktörler hava koşulları, sulama ve gübreleme, toprak kalitesi ve çiftçilerin tecrübesi. Yani GDO’lar değil!

Türkiye’nin hemen hemen aynı büyüklükte tarım arazisine sahip olduğu Arjantin 45,5 milyon ton soya üretirken Türkiye 30 bin ton soya üretiyor. Arjantin %99 oranında GD tohumla soya ürettiğinden kimi sevgili akademisyenlerimiz hemen bu ülkeyi örnek verip GDO’nun mükemmelliğinden bahsederler. Ama bize hiç Arjantin’nin 16,1 mha alanda (tarım arazilerinin yarısından çoğu) ekim yaptığından, Türkiye’nin ise 8 bin 700 hektar alanda üretim yapmaya çalıştığından hiç bahsetmezler. GD tohumla soya üreten Arjantin’in dekardan 280 kg soya, Türkiye’nin ise normal tohumla 333 kg soya aldığını hiç örnek vermezler.

Kimi sevgili akademisyenlerimiz tarımsal alt yapı sorunlarımızı, ulusal tarım politikamızın ve üretim planlamamızın bulunmayışını hiç umursamazlar, GDO’ları bu ülkenin tüm tarımsal sorunlarını çözecek bir sihirli değnek olarak gösterirler.

Ülkemizde biyoçeşitlilik açısından son derece zengindir. Anadolu 3 bini endemik toplam 13 bin bitki türüne ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca ülkemiz organik tarım yapmaya son derece uygundur. Çevremizi ve sağlığımızı korumak amacıyla GD tohumla (masumiyeti gerçekten ispatlanıncaya kadar) tarımsal üretim yapılmamalı, GDO’lu tarım ürünleri ve gıdalar ülkemize sokulmamalıdır.

GDO’lu ürünler sınırlarımızdan geçtikten sonra onlardan kurtulmak olanaksızdır. Sadece soya ve mısır yememek çözüm değil, zira bu iki ürün yaklaşık 1600 gıda maddesi içinde kullanılmaktadı r. Örneğin, mısır nişastası kullanılan bebek mamaları, mısırdan elde edilen fruktoz şurubunun kullanıldığı gıdalar, soya lesitininin kullanıldığı çikolatalar ve margarinler gibi.

Türkiye 2005 yılında rafa kaldırdığı Ulusal Biyogüvenlik Yasası’nı bir an önce çevre ve insan sağlığını koruyacak yönde revize ederek yürürlüğe sokmalıdır. Bu yasa çıkarılmadığı için GDO’lar kontrolsüz bir şekilde ülkemize girmeye devam ediyor.

Halkın Desteği Olmadan Başarı Olmaz

Sağlığımızı ve biyoçeşitliliğimizi son derece yakından ilgilendiren böylesine önemli bir konuda bizleri doğru yönetmeyenlere karşı mücadelemizi güçlendirmek ve insanlarımızın bilgi düzeyini artırabilmek için örgütlü bireyler olmamız, derneklerimizi, meslek odalarımızı, Tarım İl Müdürlüklerimizi bu konuda harekete geçirmemiz gerekiyor.

Bu alan sonsuza dek boş kalmayacak, boş kalması da bizlerin aleyhine zaten. Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı yakın bir zamanda Meclis gündemine getirilecek ve tüm biyoteknoloji devleri Meclisimizin tepesine kara bir bulut gibi çökecek. Kimi biyoteknoloji devleri GD tohumlarını ülkelere sokmak için rüşvet vermekten bile kaçınmıyorlar.

Kendi konusuna sahip çıkmayanın konusuna sermaye ve onun dümen suyundakiler doğal olarak sahip çıkmıyorlar! Kendiniz için, çocuklarınız için Tarım İl Müdürlüklerine vereceğiniz dilekçelerle GDO’lu gıdalar tüketmek istemediğinizi hemen bildiriniz. Örgütleriniz vasıtasıyla insanları bilgilendiriniz. Bu konuda Ziraat Mühendisleri Odası hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacaktır.
__._,_.___

ABD nin Türkiye GDO planı

Özgür Gürbüz / 31 Mayıs 2009*

TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri komisyonu üyesi milletvekillerinin, Genetiği Değiştirilmiş Organzimaları n (GDO) Türkiye’de ekilmesi ve satışının önünü açacak Biyogüvenlik Yasası'na onay vermelerini sağlamak için ABD'de ağırlanmasının münferit bir olay olmadığı ortaya çıktı. Gazete Habertürk’ün ulaştığı ve dönemin ABD Tarım Ataşesi Robert Hanson tarafından kaleme alınan raporda, Türkiye’de genetiği değiştirilmiş (transgenik) ürünlere karşı bir kamuoyu oluştuğunu, bunun da muhtemelen ABD’den GDO’lu ürün ithal etmek isteyen üreticileri ürküttüğü belirtiliyor. Türkiye’nin GDO’lar karşısında Avrupa gibi “karşı” tavır aldığına dikkat çekilerek, söz konusu yasa tasarısının hükümetin aksini söylemesine rağmen GDO’lu ürünlerin Türkiye’ye ithalinde engel teşkil edebileceği belirtiliyor. Yasanın bu haliyle çıkmaması için bu konuda karar vericileri, akademisyen ve üreticileri hedef alan bir dizi lobi çalışması yapılmasını öneriyor. ABD Tarım Bakanlığı’nın (FAS) raporunda, 2005 yılına kadar yapılmış çalışmalar da yer alıyor. Üniversite, hükümet ve özel sektörden belirli kişilerin seçilerek ABD ve çeşitli ülkelerde seminer ve teknik gezilere götürüldüğü detaylarıyla belirtilmiş. Raporda ayrıca 1998-2000 yılları arasında yasak olmasına rağmen Türkiye’de sınırlı sayıda da olsa GDO’lu patates, mısır ve pamuk ekildiği belirtiliyor. Türkiye’de genleriyle oynanmış tarım ürünleriyle ilgili yasal boşluk nedeniyle, “GDO’lu ürün” etiketi taşıyan ürünlerin, ülkeye sokulmadığı, etiketsiz ürünlerinse girebildiği belirtilerek üreticilere yol gösteriliyor. gönderilmesi gizlice tavsiye edilmiş. FAS Türkiye’nin yaptığı çalışmalardan bazıları:
2000 yılından bu yana Cochran Programıyla biyoteknoloji adaylarının ABD’ye gönderilmesi.
Biyoteknoloji konusundaki bilgilerin tercüme edilip hükümet ve paydaşlara iletilmesi.
Seçilmiş, gıda güvenliği konusunda çalışan 2 hükümet yetkilisini 2002’de Tunus’taki biyoteknoloji seminerine gönderilmesi.
Yüksek düzey iki Tarım Bakanlığı uzmanının 2003 yazındaki Amerikan Hububat Konseyi toplantısına katılması için aday gösterilmesi.
2003 sonbaharında Ankara’da hükümet yetkililerine (250 kişinin üzerinde katılım olmuş) büyük bir konferans düzenlenmesi.
2003 yılı sonbaharında bir üniversitenin biyoteknoloji uzmanının Amerika’daki biyoteknoloji konferansına gönderilmesi.
2004, 2005 ve 2006 yıllarında, bakanlığın 5 gıda güvenlik elemanının, devlet fonlarıyla Biyoteknoloji Uluslararası Ziyaret Programı’na katılmasının sağlanması.
2004 yılı yazında bakanlık yetkililerinin ve gazetecilerin USGC Biyoteknoloji programlarına katılmasının sağlanması.
2005 yılı Nisan ayında bir grup milletvekili ve Tarım Bkanlığı’nın kilit elemanlarının ABD’ye davet edilmesi ve ABD’nin tarımsal biyoteknolojiyi nasıl kullandığının gösterilmesi.
2005 yılı Eylül ayında ABD Tarım Bakanlığı’nın yardımıyla bir biyoteknoloji uzmanının Türkiye’deki üç üniversitede ,Bakanlık yetkilileri ve paydaşlara konferans vermesinin sağlanması. Planlanan çalışmalardan bazıları:
Karar yetkisine sahip yüksek düzeydeki Tarım Bakanlığı yetkililerinin, seyahat ve eğitim programlarına dahil olmasının garanti edilmesi.
Basında ve siyasi alanlardaki eleştirileri yanıtlamak için Türkiye’deki yerli endüstri ve ithalatçılar ile eşgüdüm içerisinde olunması.
Biyoteknolojinin yararlarını göstermek için Türkiye’deki yerel üniversitelerle eşgüdüm içinde olunması.Ankara ve İstanbul’da bakanlıkların dönem dönem değişebilen elemanlarına gıda güvenliği seminerleri verilmesi için konuşmacılar ayarlamak.
Bu seminerlere FDA’nın (Yiyecek ve İlaç Departmanı) katılımının ve ABD’deki biyotek ürünlerin yararlarını anlatan Amerikalı üreticilerin bu toplantılarda olmasının sağlanması.
Cooperator, Cochran ve Uluslararası Ziyaretçiler Programı aktivitelerinin devam ettirilmesi. Bu aktiviteler arttırılmalı ve ziyaretler için İngilizce bilmeyen daha yüksek düzeydeki resmi görevlilerin hedeflenmesi.
Türkiye’nin, biyoteknolojik mısır ve pamuk üretiminden diğer ürünlere nazaran daha karlı çıkacağının üreticinin karının artacağının, resmi görevliler ve yerel üretici birliklerine devamlı olarak anlatılması.

*Bu haber sadece http://ozgurgurbuz. blogspot. com/ 'a özel.....

Komşu öteledi, biz GDO'ya başlıyoruz

Pınar ÇELİK- İrfan DONAT

03.06.2009

Hükümetin genetiği değiştirilmiş bitkilerin üretimine kapıyı aralaması, tartışmaları da beraberinde getirdi. Bazı sivil toplum kuruluşları GDO'lu ürünlerin insan sağlığıyla ilgili ciddi riskler taşıdığını savunurken, Tarım Bakanı Eker sıkı denetim olacağını söyledi
Önce tanımını ortaya koyalım. Kendi türünden ya da kendi türü dışındaki bir canlıdan gen aktarılarak bazı özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikroorganizmalara "Genetiği değiştirilmiş organizma" (GDO) deniyor. Ticari kaygılar yüzünden tarım ürünlerinde ilk olarak domates genleriyle oynandı. Bioteknoloji şirketleri tarım ilacı azalacak, üretim maliyeti düşecek yüksek verim küçük çiftçiyi zengin edecek söylemleriyle, genleriyle oynadıkları tohumları 1990'lı yılların ortasında ülkelere soktular. 1996'da 6 ülkede 1.7 milyon hektarlık bir alanda başlayan GDO'lu ekim, günümüzde 25 ülkede 125 milyon hektarlık alanda yapılıyor. En son Mısır bu ülkelere katılırken, Tazmanya GDO'lu üretim projesini erteledi, Yunanistan ise GDO'lu mısır ithalatı yasağını 2 yıl uzattı. Türk hükümeti de, önceki gün aldığı bir kararla, Ulusal Gıda Güvenliği ile genetiği değiştirilmiş bitkilere izin verilmesinin önünü açtı. Bilimsel elekten geçen genetiği değiştirilmiş bitkiler, üretim hakkı elde edecek. Dünya genelindeki gıda açığı ve tarım sektörünün ülke ekonomisi açısından önemi dikkate alınarak hazırlanan yasa tasarısı, beraberinde endişeleri de gündeme getirdi. Tarım Bakanı Mehdi Eker, genetiği değiştirilmiş ürünlerin sıkı denetleneceğini vurgularken, "Bu konu AB için de Türkiye'nin kendi ihtiyaçları için de önemli" dedi. SABAH merak edilen bu konuyu taraflara sordu. BİOÇEŞİTLİLİĞİ YOK ETME RİSKİ VAR1. İnsan sağlığı Alerjik reaksiyona neden oluyor. Antibiyotik direncini zayıflatıyor. Toksik etki yaratıyor. 2. Ekosistem Normal ve organik tarımı tehdit ediyor. Ne kadar uzak alanda olursa olsun rüzgar ve arılar yoluyla organik ürünlere de bulaşıyor. GDO'lu tarım yapılan alanlardaki haşereleri yiyen kuşların türü tükeniyor. Canlı türleri açısından tehdit. Bioçeşitliliği yok ediyor. GDO'lu ekinler, tozlaşma yoluyla aynı türden akrabalarının da genlerini değiştirebiliyor. EN BÜYÜK AVANTAJI ÜRETİMİN ARTMASITarıma uygun olmayan alanlarda tarım yapılabilmesini sağlaması. Tarımsal verimi artırması. Tarım ilacı kullanılmasına ihtiyaç duymaması. Gıdanın besleyiciliğini artırması. Üretim verimliliğini 10 kata kadar artırması. JAPONYA İLE AB'DE KATI SINIRLAMA VE YASAK VAR'GENETİĞİ Değiştirilmiş Organizma' (GDO) ile üretim birçok ülkede tartışma konusu oluyor. Bazı ülkeler GDO projelerine ağırlık vererek bioteknoloji tarım için sahalar açarken, sağlık açısından tehlikeli gördüğü için buna karşı çıkan ülkeler de mevcut. Japonya, Güney Kore, Yeni Zelanda ile çok sayıda AB ülkesi ve bazı Afrika ülkelerinde genetiği değiştirilen ürünler ya yasaklılar listesinde ya da bu ürünlere katı sınırlamalar getirilmiş durumda. Dünyanın dört bir tarafından çiftçi örgütleri ve ihracatçılar yayınladıkları bildirilerde GDO çalışmalarının insan sağlığı için tehdit içerdiğini savunuyor. Son olarak Yunanistan hükümeti, ABD tarafından üretilen genetiği değiştirilmiş mısır ithalatı ile ilgili yasağı 2 yıl daha uzatma kararı aldı. Tazmanya da ticari ölçekte genetik değişime uğramış ürün yetiştirilme kararını geçtiğimiz günlerde 2014 yılına kadar 5 yıllığına erteledi. Yaklaşan seçimlerle birlikte Almanya'da da GDO'lu ürünler tartışılıyor. Alman hükümeti, ulusal müzakere platformu oluşturarak politikacılarla birlikte çiftçi, gıda endüstrisi grupları ve bilim adamlarını bir araya getirdi. Dünya Sağlık Örgütü de ürünlerin sağlık risklerine dikkat çekiyor. TÜRKİYE'DE GÖRÜŞLER FARKLI- Türkiye Tohumculuk Endüstri Derneği Başkanı Dr. Mete KömeağaçTÜRKİYE GDO'YA HAZIR DEĞİLGDO'LU üretim yapmak bir teknolojidir ve biz Türkiye'nin böyle bir teknolojiyi kullanmak için yeterli altyapı, bilgi ve beceriye sahip olduğunu düşünmüyoruz. Türkiye doğal ürün cenneti. GDO da bir üretim tekniği, kesinlikle bir sakıncası olmaz. Doğal ürünlerle artan nüfusu beslemek mümkün değil. Ancak tıp adamları çıkıp bu iş zararlıdır derse bunu kimse kullanamaz. - Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık ARJANTİN'İ SÜPER YABANCI OTLAR BASTI GDO'LAR ne çiftçinin ne tüketicinin ne de hükümetlerin talebi. Bioteknoloji şirketlerinin çıkarına bu iş. Bu şirketlerin başını Monsanto adlı firma çekiyor. Amerikan Federal Mahkemesi'nde firmanın aleyhine açılmış onlarca dava var. Viyana Üniversitesi yaptığı araştırmada farelerin 3 - 4 nesil sonra üreme yeteneklerini kaybettiklerini ortaya koydu. Arjantin'de GDO'lu tarım yüzünden 1 milyon hektarlık alanı yabancı otlar bastı. - Ekolojik Ürün Üreticileri Derneği Başkanı - Levent Gürsel Alev ÇOCUK MAMALARINDA KULLANILMASI YASAK GDO'LU ürünlere karşı 4 - 5 yıl kampanya yürüttük. Bu ürünler kesinlikle yasaklanmalı. İnsan sağlığı ile ilgili ciddi riskler içeriyor. Bu üretimden kazançlı çıkan tek taraf GDO'lu tohum patentini elinde tutan şirketler. Madem tehlikeli değil neden Tarım Bakanlığı GDO'lu ürünlerin bebek mamalarında ve çocuk gıda ürünlerinde kullanılmasını yasaklıyor? FAREDEKİ SONUÇLAR ÜRPERTİCİHER ne kadar GDO'ların insanlar üzerindeki etkileri henüz bilinmese de hayvanlar üzerindeki etkileri belirlendi. İskoçya Rowett Enstitüsü Dr. Arpad Pusztai'nin genetiği değiştirilmiş patates ile beslediği farelerin tümünün iç organlarında küçülme, sindirim sistemlerinde bozukluk, bağışık sistemlerinde çökme görüldü. Rusya Bilimler Akademisi'nden Dr. İrina Ermakova'nın fareler üzerinde yaptığı denemede, genetiği değiştirilmiş soya ile beslenen farelerin yavrularının yüzde 55.6'sı, doğumdan 3 hafta sonra öldü.

GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ BİTKİLER HALKA VE DOĞAYA KARŞI

Tayfun Özkaya
Hükümet, genetiği değiştirilmiş bitkilerin üretimine izin verilmesine yeşil ışık yakmış. Önce Genetiği Değiştirilmiş Organizmaları (kısaca GDO diyoruz) tanımlayalım. Kendi türünden ya da kendi türü dışındaki bir canlıdan gen aktarılarak bazı özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikroorganizmalara “Genetiği Değiştirilmiş Organizma” diyoruz. Genleri; canlıların kuşaktan kuşağa geçen özelliklerini (hastalıklara dayanıklılık veya yüksek verim gibi) şifreleyen birimler olarak düşünelim. Örnek olarak pamuğa başka türlerden (örneğin çilekten), hatta bakterilerden (yani düpedüz mikroplardan) veya hayvanlardan özellikler aktararak (genlerle bu aktarma oluyor) güya daha verimli ve gene güya hastalıklara dayanıklı, böylece daha az mücadele ilacı kullanılacak bitkiler elde edileceği ileri sürülüyor. Benzer şekilde hayvanlarda da GDO uygulamaları yapılabiliyor.

Bakanlar Kurulunda ele alınan tasarıyı açıklayan Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek şunları söylemiş:
“Kanunun yürürlüğe girmesiyle genetiği değiştirilmiş bitkilerin üretimine izin verilmesinin önü açılacak. Kanunla konulan değişik seviyelerdeki bilimsel eleklerden geçen ve sosyo-ekonomik değerlendirmede yeterli bulunan genetiği değiştirilmiş bitkiler ancak üretim hakkını elde edebilecektir. Genetiği değiştirilmiş bitkilerin izinsiz kullanımı, biyolojik çeşitlilik merkezleri ve organik tarım yapılan alanlara yakın üretimlerle bebek mamaları ve küçük çocuk besinlerinde özel amaçla geliştirilenler hariç kullanımı yasaklanmıştır.”

Açıklamadan anlaşılıyor ki GDO’lu bitkiler bebeklere, küçük çocuklara zararlıdır. Ayrıca organik tarım alanlarına ve biyolojik çeşitlilik merkezlerine (örneğin buğdayın yabani atalarının zengin olarak bulunduğu yerlere) de zarar vereceği kabul edilmektedir. Bebeklere ve küçük çocuklara zarar veren GDO’lar nasıl oluyor da yetişkinlere zarar vermiyor? Yetişkinleri gözden mi çıkardık? GDO’lu mısır ürünleri yiyen bir anne bebeğine süt verirse bu bebeğe zarar vermeyecek midir? Unutmayalım ki nişasta bazlı (mısırdan yapılan) şeker yüzlerce üründe kullanılmaktadı r. Ülkemiz ayrıca dünyada tarımın ilk başladığı “verimli hilal”denilen bölge içindedir. Buğday, arpa, bezelye, mercimek, nohut gibi bitkiler bu bölgede kültüre alınmıştır. Ülkemiz biyolojik çeşitlilik merkezlerince çok zengindir. Ayrıca organik tarımı yaygınlaştırma istekleri mayınlı arazilerde de görüldüğü gibi bizzat yönetimce paylaşılmaktadı r. Peki, nasıl olacak? Bir yandan organik tarım bir yandan onu ve geleneksel hatta endüstriyel tarımı tehdit eden GDO’lu ekimler?

GDO’lu tohumların üstün özellikleri olduğu, tarım ilaçlarının kullanımını azalttığı yönünde propagandalar yapılıyor. Bunlar ne kadar gerçek, yakından bakalım. Elimde bir kitap var. GDO’ları savunmak için basılmış. Adı “GDO Gerçeği”. Türkiye Gıda ve İçecek Sanayi Dernekleri Federasyonu tarafından 2004’de yayınlanmış ve bu konudaki bir konferansın metinlerini içeriyor. Adından eleştirel yaklaşan bir kitap olduğunu sanıyorsunuz, ancak değil. GDO’ları destekliyor. İşte bu kitapta yabancı bir kaynağa dayanılarak verilen bir istatistikten anlıyoruz ki 2001 yılında dünyada transgenik (yani GDO’lu) bitkilerin alan olarak %77’si herbisite (ot öldürücü ilaçlar) dayanıklılık, %15’i böceklere dayanıklılık, %8’i her ikisine dayanıklılık, %1’den azı ise virüslere dayanıklılık içeriyor. Toplarsak % 85’i herbisite dayanıklılık göstermektedir. Bilmeyenler için biraz açalım. Herbisitler otları öldürürken, ana bitkiye de (örneğin pamuk veya mısır) az çok zarar vermektedir. GDO’lu tohumu üreten firma aynı zamanda herbisiti de üretmektedir. Tohumunu sattığı çeşit herbisitten az zarar görmektedir. Çiftçi de rahatlıkla korkmadan herbisiti kullanabileceğ ini düşünüyor. GDO’lu tohumların ekildiği ABD ve diğer ülkelerde herbisit kullanımının roket gibi yükseldiği biliniyor. ABD Tarım Bakanlığı bu artışı açıklamaktadır. GDO efsanesinin ne kadar yanlış olduğu ve ilaç kullanımının azalmak şöyle dursun arttığı açıktır.
Belki bazılarınız böceklere dayanıklılık özelliği taşıyan GDO’lu tohumlarla üretilen bitkilerde böcek öldürücü kullanımının azaldığını zannedebilir. Bulgular bu konuda da efsane ile gerçeğin uyuşmadığını ortaya koyuyor. Örneğin GDO’lu pamuğu ele alalım. Toprakta bulunan bir bakteri (yani mikrop) olan ve kısaca Bt denilen Bacillus Thuringiensis’e ait bazı genler pamuğa aktarılmaktadı r. Bu pamuk tohumuna Bt pamuk denmektedir. Böylelikle pamuk tırtılları öldürme özelliği kazanmaktadır. İddia böylelikle böcek öldürücü kullanmadan bitki yetiştirilebileceğ idir. İlk yapılan denemeler bu yönde bir durumu ortaya koymuşsa da, çiftçilerin deneyimleri gerçeğin ters yönde olduğunu ortaya koymuştur. Örneğin Hindistan’da iki araştırmacı normal pamuk ekenlerin, Bt pamuk ekenlere göre % 60 daha fazla gelir elde ettiklerini ortaya koymuşlardır. (Seedling, January 2007, “Bt Cotton- The Facts Behind the Hype” http://www.grain. org/seedling/ ?id=457) Bt pamuk ekenlerin ilaç kullanımını azaltamadıkları ve verimi arttıramadıkları araştırmacılarca saptanmıştır. Grain adlı saygın biyoçeşitlilik kuruluşunun yayınladığı Seedling adlı dergide başka pek çok ülkede yapılan araştırma ve gözlemlerin benzer yolda bulgular içerdiği ortaya konmuştur. Bt pamuk solgunluğa daha fazla eğilim göstermektedir. Bu gelişmeler sonucu Hindistan’da tohum satan dükkânlar yakılmıştır. 2003’ten bu yana bu nedenle intihar eden çiftçi sayısının 16 bini aştığı bildiriliyor.
Gene bir grup bilim insanı tarafından Nisan 2009’da yapılan bir araştırmada GDO’lu çeşitlerin bir verim üstünlüğü olmadığı, çevreye ve sağlığa zararlarının göze alınamayacağı belirtilmektedir. (http://www.ucsusa.org, Failure to Yield- Evaluating the Performance of Genetically Engineered Crops, Union of Concerned Scientists) Araştırmacılar organik tarım ve düşük girdili tarım gibi seçeneklerin tamamen bilgiye dayanarak çok daha yüksek verim artışları ortaya koyabildiğini vurgulamaktadı rlar.
Verimi arttıracak ve tarımsal mücadele ilaçlarının kullanımını azaltacak, hatta sıfırlayacak başka teknolojiler bulunmaktadır. Bunlardan biri de “Entegre Zararlı Yönetimidir”. Buna ingilizce kısaca IPM deniyor. Pamuk dünyada da en fazla tarım ilacı kullanılan bir üründür. Bu yöntemde birçok yollar denenmektedir. Böceğin böceğe yedirilmesi bunlardan biridir. Mali’de 1140 çiftçinin katıldığı bir çalışmada bu yöntemleri kullanan çiftçilerin hiç ilaç kullanmadan, ilaç kullanarak pamuk yetiştiren çiftçilerden %21 daha fazla verim aldıkları saptanılmıştır. (Seeding, aynı makale) IPM denilen bu yaklaşımlar dev tarım şirketleri tarafından pek sevilmez. Çünkü bu yaklaşımlarla çiftçiye tohum, ilaç gibi satılacak bir şey yoktur. Çiftçiler bu yaklaşımla güç kazanırlar, kendilerine güvenleri artar.

Ülkemizde de bu yaklaşımın hala emeklemekte olduğunu kaydedelim. Ne yazık ki bazı büyük çiftçi kuruluşları bu tür çevreci ve çiftçiden yana yaklaşımlara rağbet göstermemekte, GDO’ya heves etmektedirler.
Dev tohum şirketlerinde sadece bir avuç hisse sahibinin çok kâr elde etmesi için, yeni bitkiler yarattığını düşünen teknokrat doğaya ve bütün bir insanlığa zulüm yapmaktadır. Bu yapılan işi bilim diye kutsamaya çalışmak, atom bombasının bol bol üretilip kullanılmasını savunmaktan pek farklı değildir. Yansız bilim insanları da var. İskoçya Rowett Enstitüsünde Dr. Arpad Pusztai'nin genetiği değiştirilmiş patates ile beslediği farelerin tümünün iç organlarında küçülme, sindirim sistemlerinde bozukluk, bağışık sistemlerinde çökme görüldü. Pusztai sonucun açık olarak yıkıcı olduğunu gördüğünde gerçeği söylemekten kaçınmamıştı. Güçlüler Pusztai’yi işinden attırdılar.
Rusya Bilimler Akademisi'nden Dr. İrina Ermakova'nın fareler üzerinde yaptığı denemede, genetiği değiştirilmiş soya ile beslenen farelerin yavrularının yüzde 55,6'sı, doğumdan 3 hafta sonra öldü.

Modern teknolojiden şüphesiz yanayız. Biyoteknoloji yararlı şekillerde kullanılacaktı r. Buna şüphe yok. Ancak GDO’lu tohumlar şirketlerin elinde kâr makinesine dönüşmüştür. İlaç kullanımını azalttığı, verimi arttırdığı masaldır.
GDO’lu tohumlardan yarar sağlayacak olanlar büyük tohum ve ilaç şirketleridir. Çİftçiler bu tohumları bir daha kullanamayacakları ndan ve bir süre sonra yayıldığı bölgede başka bir çeşidi yetiştirmeleri bulaşmalarla zorlaştığı için şirketin köleleri haline geleceklerdir.