Monday, January 14, 2008

BEŞİKTEN MEZARA TARIMSAL YAKITLAR

Tarımsal yakıt… Fosil yakıtların 200 yıllık tüketiminin sonuçlarını bir dizi felaketler silsilesi olarak yaşayan ve en kötülerini henüz yaşamamış olan günümüz dünyasında kulağa çok hoş geldiği kesin. Hatta öyle hoş geliyor ki ABD Başkanı George BUSH, Şubat 2006’da yaptığı açıklamada sevincini gazetecilere şöyle dinlendiriyordu: "Çiftliklerimizde ot yetiştirerek enerji sektörüne atılabileceğiz! Otu biçip, enerjiye dönüştüreceğimiz günler yaklaşıyor!".(1). İşte tam bu noktada hafızasına birazcık neşter atanlar; dünya savaşları sonrası açlığı sonuna kadar yaşamışların dünyasında, yani 1960’larda da “yeşil devrim”in aynı derecede kulağa hoş geldiğini anımsayabiliyor.Dolayısıyla; yeni bir teknolojik olguyu tartışırken “hayatın gerçekleri”, “sınırsız ihtiyaçlar” ve “sınırlı kaynaklar” terimlerini kullanmaksızın; bu teknolojik olgunun 50 yıl sonra yaratabileceği sonuçları bugünden açıklıkla ortaya koymak gerekiyor. Ancak bugünün koşullarını değişmez ya da saf doğru kılarak böyle bir tartışmayı yürütmek mümkün dahi değil. O nedenle de en baştan açık yüreklilikle belirtiyoruz ki, tarımsal yakıtlar gibi dünyanın en ciddi sermaye akışının döndüğü, enerji ve tarım gibi iki alana birden hâkim bir konuda, ne kimsenin “sadece bilim yapma, ama toplumsal sorunlarla ilgilenmeme lüksü” vardır; ne de “hayatın realitelerinden dem vurup, tarafsız görünme”…Uzun sözün kısası, temel niyetimiz, tarımsal ürünlerin enerji kaynağı olarak kullanılmasının ekolojik sistem üzerinde ve toplumsal hayatın işleyişinde doğurabileceği olası sonuçları bugünden öngörmek ve tarımsal yakıtlara bakış açımızı buna göre belirlemektir.Ekosistem ve Tarımsal YakıtlarTarımsal yakıtların yeni bir ilgi odağı olmasının nedeni nedir? İnsanlık bu teknolojiye ancak şimdiler de mi ulaşmıştır? Aslında bu teknoloji, özellikle etanol üretimi söz konusu olduğunda, neredeyse 100 yıldır uygulanabilir niteliktedir. Etanolun yani bildiğimiz içilebilir alkolün, fermantasyon ile üretilmesinin temelleri şarap yapımcılığına dayanır. Buradan üretilen alkolün yanıcı olduğu da uzun yıllardır bilinmekte ve ispirto olarak kullanılmaktadır. Ancak gelinen süreçte uygarlığın enerji gereksinimini karşılayan petrol kökenli yakıtların azalmaya başlaması ve muhtelif sorunlar yaratması yeni arayışlara sebep olmuştur. Bitkisel kaynaklardan gelen şekerin fermantasyonu ile üretilen yanıcı etanolun ve yine muhtelif doğal kaynaklardan gelen yağların işlenmesiyle üretilen dizel yakıtın sahneye çıkmasının altında yatan itici güç işte budur. Bu nedenle tarımsal yakıtlar modern toplumun enerji ihtiyacına yönelik sorunlarda çözüme yönelik bir alternatif olarak ele alınmaktadırlar. Ve yine bu nedenle çoğu kez çevre dostu, küresel ısınma sorununun çözümü ve / veya enerjide dışa bağımlılık sorununa çare olarak tanıtılmaktadırlar.Ancak kolayca anlaşılabileceği gibi modern toplumun enerji üretim süreçlerinin yarattığı sorunlar ve bunların muhtemel çözümleri karmaşık konulardır ve bu konuda atılan adımların sonuçları itibariyle dikkatlice incelenmesi gerekir. Bu sorunlar ve tarımsal yakıtların bu sorunlara getirdiği veya getirebileceği olası açılımları tek tek incelemekte fayda görmekteyiz.Küresel Isınma ve Tarımsal YakıtlarTarımsal yakıtlar tamamen doğal oldukları için sıklıkla küresel ısınma sorununun dışında kabul edilmektedirler. Ancak bir şeyin doğal olması onun sorunsuz olduğu anlamına gelmez. Örneğin küresel ısınmaya olan katkısı nedeniyle sıklıkla uluslararası kamuoyu tarafından şiddetle eleştirilen Avustralya’nın sorunu fabrikalarından değil sığırlarından kaynaklanmaktadır (2). Endüstriyel boyutlardaki hayvancılık nedeniyle atmosfere salınan ve genelde doğal gaz olarak bilinen metan gazı (CH4) daha tanıdık bir küresel ısınma suçlusu olan karbondioksitten (CO2) 56 kat daha kuvvetli bir sera gazıdır (3). Doğal olan her şey iyi olmadığı gibi petrol de pek doğa dışı sayılamaz. En azından uzaydan gelmediği herkesçe görülebilecek bir gerçektir. Bu nedenlerle olayı basitçe doğal mı doğa dışı mı ikilemine indirgeyerek tartışmak pek de “doğal” bir tavır olmayacaktır. Ancak yine de tarımsal yakıtların petrole göre bir üstünlüğünden söz edilebilir mi? Yani kıyaslamada daha iyi olabilirler mi? Dünyanın en önde gelen bilimsel yayınlarında yapılan pek çok üst düzey bilimsel çalışma bunun tam tersini söylüyor. Science gibi en üst düzey bilimsel yayınlarda çıkan araştırmalar, tarımsal yakıtların üretim süreçleri de dikkate alındığında kimi zaman petrolden daha çok sera gazı yaydığını (4) ve dahası örneğin etanol üretimi için zaten kullanılmakta olandan daha fazla doğal gaz kullanma gerekliliğinin ortaya çıktığını açıkça gösteriyor (5). Enerji ve kirlilik konularında uzun dönemli tecrübeye sahip Amerikalı bir federal yetkili durumu çok güzel özetliyor “vergi indirimleri ve hedef belirleme çalışmaları ürünlerin yaşam döngüleri (ürünün üretiminden tüketimine kadar geçen tüm süreç ve işlemlerinin toplamı) dikkate alınmadan yapılmıştır”. Görünen odur ki, söz konusu olan şey yaşam döngüsünden çok politik döngüdür (6).Tarımsal Yakıtlar ve SuDünyamızın ciddi bir su krizi içinde olduğu açıktır. Ayrıca modern tarımsal yöntemlerin ülkemizin de GAP örneğinde üzücü bir şekilde yaşadığı gibi su kaynaklarını nasıl geri dönüşümsüz biçimde yok ettiği de ortadadır. Yakıt üretme amaçlı olarak yapılacak olan ve şimdikinden bile büyük ölçekli bir endüstriyel tarımın zaten son derece kısıtlı olan su kaynakları üzerinde yaratacağı baskı da ayrı bir sorun oluşturacaktır. Üstelik de tüm bunlar Cornell Üniversitesi Tarım ve Yaşam Bilimleri Koleji profesörlerinden David Pimentel’in Arizona senatörü John McCain’e Şubat 2005 tarihinde yazdığı mektupta da belirttiği gibi anlamsız bir iş için atılmış adımlardır. Prof. Pimentel’in belirttiği üzere bugünkü etanol üretim değerleri üzerinden yapılabilecek çok basit hesaplamaların gösterdiği gerçek ABD’nin tüm mısır üretiminin etanol üretimi için kullanılması durumunda bile sadece taşıtlarda kullanılan yakıtın bile ancak %7’sini karşılayacağıdır (8).“Boş” Tarım Arazilerinin DeğerlendirilmesiTarımsal yakıtlarla ilgili bildik sloganlardan birisi de “boş” tarımsal alanların bu şekilde değerlendirilecek olmasıdır. Öncelikle boş veya kullanılmayan tarım alanı diye bir şey yoktur, olamaz. Bu kelimenin tam anlamıyla kendisi ile çelişen bir açıklamadır. En azından bu gezegende tarım alanları doğal olarak bulunmaz ve insanlar tarafından açılırlar. Bu da ihtiyaç üzerine gelişir. Bu ihtiyaç, ister toprak ağasının daha çok kazanma isteği olsun, isterse topraksız köylünün mera alanında açtığı tarlası ile geçinme isteği olsun her durumda insan kaynaklıdır. Dahası Türkiye yüz ölçümünün %35’i (bazı kaynaklarda %46’sı !!!) hali hazırda tarım alanıdır (9). Ülkemizin ciddi bir kısmının da dağlık olduğu düşünülür ve bu değerlendirmede şehir yerleşimleri, akarsu ve göller de dikkate alınırsa ki toplamı %36 kadardır (9), “boş” tarım alanı tabiri ile ormanlar ve doğal yaşam alanlarının kastedildiği kolayca anlaşılacaktır.Ayrıca tarıma elverişsiz ve / veya boş alanlarda tarım yapılması fikrinin orijinal sahibinin GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) üreticisi biyoteknoloji şirketleri olduğunu hatırlamak bile tarımsal yakıt “işi” ile kimin ilgilendiği konusunda önemli bir fikir verebilecek niteliktedir. Dahası Alternatif Enerji ve Biyodizel Üreticileri Birliği (ALBİYOBİR) Genel Sekreteri Tamer Afacan’ın 23.03.2006 tarihinde yaptığı “5 milyon dolarınız yoksa bu işe girmeyin… Bu iş ciddi bir iştir, ciddi bir yatırım gerektiriyor. Hadisenin basite indirgenmesi son derece yanlıştır”, açıklamasının da gösterdiği gibi bu “iş” hiç de küçük çiftçi dostu bir kırsal kalkınma modeli örgütlemek amacında değildir(7). Adı üzerinde bu bir “iştir” ve her iş gibi piyasa kuralları çerçevesinde yürür, yürütülür.Ciddi Teknik SorunlarAslına bakılırsa meselenin teknik boyutu bile hala sorunludur. Tarımın endüstriyelleştirip mevcut iktisadi sistemin çarklarından biri haline getirilme projesinin, “yeşil devrim” adı altında başlatılmasından bugüne gelinceye dek geçen süreç dikkatlice incelendiğinde, tarımsal yakıtların varlık sebebi daha iyi anlaşılabilir. Örneğin ortaya çıkan muhtelif verimsiz atığın (sanayi atığı yağlar gibi) değerlendirilip sermayeye dönüştürülmesi ve kolayca oynanabilen ürün fiyatları üzerinden ucuza kapatılacak gıda ile Petro-kimya endüstrisinin yüksek kâr marjlı iş alanına sıçrama imkânı ve benzeri olanaklar tabii ki her ticari kurum için göz kamaştırıcı fırsatlar sunar. Ancak bu yapılırken dikkat edilmesi gereken temel hususun gelir gider dengesi olduğu açıktır. İşte bu noktada “çevreci” edebiyatla (ekolojist değil !!!) şirketlerin mantığının çakıştığı bir noktaya gelinmektedir. Şöyle ki, California Teknoloji Enstitüsü verilerine göre mısır etanolu için üretilecek her 1 Megajul enerji eşdeğeri yakıtın üretimi sırasında 0,77 Megajul fosil yakıt enerjisi kullanılmaktadır. Aynı değer selüloz etanolu söz konusu olduğunda 0,1 Megajul’e düşmektedir. Bu durumda gözler selülozdan üretilecek şekere dayalı bir etanol endüstrisine çevrilmektedir. Ancak bugün hala selülozu yapıtaşı olan şekere parçalayacak selülaz enziminin yeterli miktarda üretimi gerçekleştirilebilmiş değildir. Aslında bu enzimin bolca üretilmesi mümkün olmayan bir iş değildir. İddia edilen şey ise bu sayede atık bitkisel materyalin yakıta dönüştürüleceğidir. Ancak aklıselim sahibi her insanın kolayca görebileceği gibi bu ulaşılabilir hedefe varıldığında, günümüzde selülozun en temel kaynağı olan ormanlar etanol olup benzin depolarımıza akacaktır. Zaten atılarak heba olduğu iddia edilen selüloz içeriği yüksek bitkisel materyalin çoğu hali hazırda hayvan yemi olarak kullanılmakta veya kullanılabilir nitelik taşımaktadır. Sonuç olarak kolayca görülebileceği gibi endüstrinin çözmeye çalıştığı ve çevresel amaç güttüğü öne sürülen ciddi teknik sorunlar bile aslen kâr marjını yükseltme amacı taşıyan Ar-Ge çalışmalarıdır.Tarımsal Yakıtların Toplumsal ve İktisadi Hayata EtkileriTarımsal Ürünü Yakarsak; Ne Yiyeceğiz?Şimdi, güncel veriler ışığında, tarımsal ürünlerimizi yakıt olarak kullanmayı tercih etmenin yaratabileceği olası sonuçları değerlendirelim. Üstelik bu küresel çaptaki değerlendirmeyi yine küresel bir örgüt olan ve verilerini hemen her çevrenin kabullendiği Birleşmiş Milletlerin açıklamaları doğrultusunda yapalım.Veri 1: Bugün dünyada 824 milyon kişi açlık sınırının altında yaşıyor.Veri 2: Yoksullar, gelirlerinin %50 ila %80’ini beslenmeye ayırmak zorundalar.Veri 3: Gıda maddesi fiyatlarında %1’lik artış 16 milyon insanın açlık sınırının altına düşmesi anlamına geliyor.Veri 4: Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, Haziran 2007’de yayınladığı “Gıda Görünümü” adlı raporla; tarımsal yakıtlara artan talebin gıda fiyatlarını artırdığını ve en fazla fiyatı yükselen gıda maddelerinin yüzde 13 ile ağırlıklı olarak tarımsal yakıt üretiminde kullanılan bitkisel yağlar ve iri taneli hububat olduğuna dikkati çekti. (10)Veri 5: Uluslararası Gıda Politikaları Araştırma Örgütü’nün tahminine göre temel gıda maddelerinin fiyatları 2010’da %23 ila %30 oranında artış gösterecek. (11)Bu beş veriyi yan yana koyduğumuzda; tüm bilinmeyenleri bilinen bir denklem ortaya çıkıyor. Ve kısaca bu denklemde eşitliğin diğer tarafındaki veri çok açık; “bu gidişat sürerse 2025 yılında 1,2 milyar kişi açlık çekiyor olacak. (12)Peki ya ne için? Gelişmiş ülkelerin refah içinde yaşayan ailelerinde kişi başına bir araba düşebilsin diye… Zira gelişmiş ülkelerin tarımsal ürünlerini yakmak gibi bir niyetleri yok. Daha ziyade kendi ürünlerini gıda olarak kullanıp, gelişmekte olan ülkelerin ürünlerini tarımsal yakıt olarak ithal etmeyi düşünüyorlar. Brezilya’daki çocukların midelerinden Amerika’daki Chevrolette’lerin depolarına bağlanan boruları Avrupa Komisyonu'nun ticaretten sorumlu üyesi Peter Mandelson şöyle izah ediyor: "Biyoyakıt politikası, bir sanayi ya da tarım politikası değil, bir çevre politikasıdır. Avrupa, biyoyakıtın büyük bölümünü ithal etmeyi kabullenmeye açık olmalı. Birliğin daha ucuz ve temiz alternatifler varken kendi üretiminde ısrar etmemesi gerekir.” (13) Daha açık bir şekilde izah etmek gerekirse; Mandelson diyor ki; “Tarımsal yakıt konusu biz gelişmiş ülkelerin tarımı için genel bir politika değildir. Sadece aynı hızda tüketimimize devam ederken çevreye de saygılı (!) olabileceğimiz; bedelini ise ithal ederken, ithalini yaptığımız ülkelere ödetebileceğimiz güzel bir enerji kaynağıdır.”Kim Üretecek, Kim Tüketecek?Bugün dünyadaki ham petrolün %18’i ABD tarafından çıkarılmakta, buna karşın %30’u ABD tarafından tüketilmektedir. Kısaca bugün ABD petrol ihtiyacının yarısını ithal ederek karşılamaktadır. Buna karşın dünya petrolünün %33’ünü üreten Orta Doğu; yine dünya petrolünün %5’inin tüketmektedir. (14) Ortadoğu’nun savaş ve yoksulluk içindeki mevcut durumuna bakılarak; bu petrol üretiminden kar ettiğini iddia etmek en azından safdillik olarak tabir edilebilir. Ancak ilginç bir şekilde ABD bu denklemden karlı çıkmaktadır. Hatta bu karlı çıkıştaki metodu oldukça beğenmiş olan ABD Başkanı Bush; aynı metodu tarımsal yakıtlarda da uygulama hedefindeydi ki Mart 2007’de yaptığı Latin Amerika ziyaretleriyle ilk adımları da atmış oldu.Bush, Latin Amerika ziyaretinde tarımsal yakıt üretimi ve ithalatı konusunda Brezilya Başkanı Lula ile bir anlaşma imzaladı. Anlaşma bir yana, öncelikle bilinmesi gerek önemli bir nokta var. ABD mısır üretiminin tamamını tarımsal yakıta ayırsa dahi ihtiyacının sadece %7’sini karşılayabiliyor. Yani aslında ABD, tarımsal yakıt üretiminde bir numara olan Brezilya’ya muhtaç. Bu muhtaçlığa rağmen, dünyanın en büyük çiftçi örgütü Via Campesina ve Brezilya’da zamanında Lula’ya destek vermiş tüm örgütler, Bush ile Lula anlaşmayı imzalar imzalamaz yaptıkları açıklama ile bizlere şöyle seslendiler: “Sakın aynı hataya düşmeyin!”Neydi bu düşülmemesi gereken hata?Birincisi; yarattığı istihdam sorunudur. (Her kim ki tarımsal yakıtların küçük aile çiftçiliği ile üretilebileceği, bu işe büyük tarım şirketlerinin girmeden de yürüyebileceğini iddia ediyorsa, lütfen yazının geri kalanını okumasın. Zira uğruna savaşların yapıldığı, Orta Doğu’daki kanın on yıllardır hiç durmadığı bu kadar ortadayken; tarımsal yakıtlara dev çok uluslu şirketlerin el atmayacağını söylemek; iyi niyetten kaynaklanan bir düşünce olarak dahi değerlendirilemez). Şöyle ki; şeker kamışının üretildiği her 100 hektarlık alanda küçük aile tarımı yapılsa 35 kişi istihdam edilebilirken; şirket tarımcılığı ile bu rakam 1’e düşüyor. Zaten 25.000’den fazla kölenin işçi olarak Amazonlarda kaçak çalıştırıldığı tahmin edilen Brezilya’da henüz köle olmayan çiftçiler de bu süreçte köleleştiriliyor.İkincisi; şirketler eliyle yürütülecek olan tarımın hangi şirketler eliyle yürütüleceği sorunudur. Örneğin Brezilya’nın en büyük şeker kamışı üreticisi olan Cevasa’nın hisselerinin %63’ünü 2006 yılında Cargill satın aldı. (15) Böylece şeker kamışı piyasası resmen genetiği değiştirilmiş tohumlarla tanışmış oldu. Zaten hiç kimsenin yemeyeceği, sadece yakıt olarak kullanılacak olan hızlı büyüyen genetiği değiştirilmiş bitki türlerine de karşı çıkan olmaz herhalde(!).Şimdi şöyle bir başa dönelim, şu Brezilya’ya muhtaç olan ABD kısmına… 25.000 köle; sayısı belirsiz topraksız işçi ve dev tarım şirketlerinin ücretsiz-sigortasız işçileri durumundaki Brezilyalılara gerçekten muhtaç mıdır ABD? Burada muhtaç olanın ABD değil; Brezilya olduğu kesin. Tıpkı Orta Doğu’da olduğu gibi Brezilya’da da, biri yiyor, biri bakıyor… Ama kıyamet bir türlü kopmuyor. Neden? Çünkü Brezilya gibi, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, içlerinde bulundukları bilumum dar boğazlardan çıkmak yerine, teknoloji transferleriyle üstünlük sağlamaya çalışıyorlar. Asıl olanın tek bir alanda bir üstünlük değil, ülkenin genel yapısı itibariyle temel bazı problemlerin çözülmesi olduğunu görmeyi reddediyorlar. Bu nedenle de her transfer ettikleri teknolojinin ardından gelen çok uluslu şirketler, halklarını, tarımlarını, sularını, enerjilerini yeni bir sömürü alanına dönüştürürken; ülke halkı hala “bu sefer yırtacağız” bilinciyle çalışmaya devam ediyor. Sonra iş işten geçiyor; tıpkı GAP’ta olduğu gibi, kurulacak nükleer reaktörlerde olacağı gibi…
SON SÖZ YERİNE;Mevcut enerji sorunun kökeninde enerjiyi hangi kaynaktan ürettiğimiz değil, nasıl ve ne kadar tükettiğimiz yatmaktadır. Eşitsizce örgütlenmiş bunca tüketim, enerjiyi oturduğumuz yerde sadece insan olarak dahi üretsek; insanı da, doğayı da, birbirleri arasındaki ilişkiyi de kaçınılmaz olarak öldürür. Dolayısıyla Başkan Bush’un söyledikleri gerçek olsa, yani tarladan ot biçip arabalarımızın depolarına dahi doldurabilsek, gerçekten bu kadar çok arabaya ihtiyacımız var mı, sorusuna yanıt vermeden, enerji sorununu “doğaya zarar vermeksizin çözmek” mümkün değildir.Kısaca; hem dilediğimiz kadar tüketelim, hem de bu biyolojik olsun doğaya zarar vermesin, felsefesi hayal olmanın ötesine geçemez. Hem bu nedenle, hem de baştan beri anlattığımız teknik nedenlerle tarımsal yakıtlar “biyolojk-organik-ekolojik” değildirler. İşte tam bu noktada kullanılması gereken tabir biyoyakıtlar değil; tarımsal yakıtlardır.Gerek Brezilya örneği, gerek Orta Doğu’nun durumundan gördüğümüz gibi, enerji sorunu, bugün yerel tercihlerle çözülebilecek, ulusal sınırlar içinde halledilebilecek bir sorun değildir. İster evet deyin, ister hayır; her koşulda tavrınızın uluslararası arenada bir yankısı olacaktır ki evet dediğiniz zaman çağrınıza cevap verenler çokuluslu biyoteknoloji ve tarım şirketleridir. Çok uluslu şirketlere evet diyenler, petrole karşı tarımsal yakıtı, yani kendilerince ehvenişeri tercih edenler, tarihin karşısında kendi ortakları ile birlikte yargılanmaya mahkûmdurlar.
Referanslar:
3. IPCC (UN’s Intergovernmental Panel on Climate Change) Report 1996 (Birleşmiş Milletlere bağlı Devletlerarası İklim Değişikliği Paneli raporu).
4. Science, January 2006; Farrel, A. E.
5. Scientific American, January 2007, (28-35), “Is Ethanol for the Long Haul?”
6. Scientific American, January 2007, (28-35), “Is Ethanol for the Long Haul?
8. Pimentel, D. (Prof. Dr. of Ecology in Cornell University); letter to Senator John McCain of Arizona, February 2005
12.Food First
Altan Görkem GÜRCAN – Şafak MERTKasım 2007 – Ankara
KMO ile ZMO'nun 12-13 Aralik 2007 tarihlerinde Ankara'da duzenledigi Biyoyakitlar Sempozyumu'nda sunulmustur.


No comments: