Monday, October 1, 2007

AKP’NİN ANAYASA TASLAĞINDA TARIM, ORMAN VE KÖYLÜ YOK!


Ahmet ATALIK
Ziraat Mühendisleri Odası
İstanbul Şube Başkanı

Giriş

Sermaye, 2. Dünya (Paylaşım) Savaşı henüz sürerken, 1944 yılında ulus devletlere ve kendi iktisatçılarına Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Bretton Woods kasabasında bir konferans düzenletti. Amaç; sermayenin, paylaşım savaşı sonrası için planladığı dünyanın nasıl bir düzene kavuşturulması gerektiği kararlarını ulus devletlere onaylatmaktı. İnsanların yarım yüzyıllık yaşamlarına yön veren ve hala da yön vermeye devam eden Bretton Woods konferansının en önemli kararları arasında Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) ve Dünya Bankası’nın (DB) kurulması, daha sonra Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) dönüştürülecek olan Ticaret ve Tarifeler Genel Anlaşması’nın (GATT) yapılması yer alıyordu. Bu bağlamda 1947 yılında IMF, 1948’de Dünya Bankası kuruldu ve yine 1948 yılında imzalanarak GATT yürürlüğe girdi.

GATT’ın imzalanmasından sonra bünyesinde birçok anlaşma, konferans ve roundlar gerçekleştirildi. GATT’ın içindeki faaliyetlerden bizleri en yakından ilgilendirenlerden biri 1973’ten 1979 yılı sonuna kadar süren Tokyo Round oldu. Bu round ile ulus ötesi sermayenin dünya ekonomisi üzerindeki rolü iyice netleştirildi. Türkiye, Tokyo Round’da alınan kararları 24 Ocak 1980 kararları olarak benimsedi ve uygulanmasının önündeki engelleri kaldırabilmek için de hemen ardından 12 Eylül 1980 askeri darbesi gerçekleştirildi. Sonuçta da halkımızın %90’ından fazlasının “evet” dediği TC Anayasası geldi. İlerleyen süreçte IMF ve Dünya Bankası’nın da kamu düzenimizin şekillendirilmesi yönündeki etkileri belirgin bir şekilde kendini hissettirdi.

1980’lerin ortalarından itibaren yeniden yapılandırma söylemleri adı altında Tarım Bakanlığı’nın işlevsizleştirilmesi, KİT’lerin özelleştirilmesi, kamu hizmetlerinden devletin çekilmesi, tarımda destekleme kapsamlarının minimuma indirilmesi şeklinde ana hatlarıyla özetleyebileceğimiz bu politikaların günümüzde ise en hızlı uygulayıcısı AKP hükümeti oldu.

Ülke değerlerimizi ve kamu mallarını “babalar gibi satmakla” övünen, Cumhuriyetimizin kazanımlarını bir bir yok eden, ulusal çıkarlarımızla ters düşen faaliyetlerini ya Anayasa’ya aykırı ya da onun açıklarından faydalanan düzenlemeler yaparak aşmaya çalışan, aşamayınca da yönetmelik değişiklikleri ve garip talimatlarla sorunu çözmeye çalışan AKP hükümeti, her seferinde karşısına engel olarak çıkarılan Anayasa’ya da nihayet kendi düşünceleri doğrultusunda yön verme girişimlerine başlamış bulunmaktadır.

Sivil bir Anayasa yapmakla övünen AKP hükümetinin Anayasa taslağındaki, nüfusumuzun hala önemli bir bölümünü içinde barındıran tarım sektörü, kooperatifçilik ve ormanların korunması ile ilgili bölümlerdeki düzenlemelerin önceki Anayasalardan dahi geri düzenlemeler olduğu göze çarpmaktadır.

AKP hükümeti toprağın verimli olarak işletilmesini korumayı ve geliştirmeyi, erozyonla kaybedilmesini önlemeyi devletin Anayasal görevi olarak görmüyor

Zaten bu konu hükümetin oldukça başını ağrıtmıştır. Zira, TİGEM’e ait Dalaman Tarım İşletmesi’nin arazilerini turizm bölgesi adı altında villa ve otel yapımına açamadı. Yalova Atatürk Tarım İşletmesi’nin arazileri yine aynı nedenle satılamadı. Bursa Orhangazi Ovası’nda son derece verimli tarım arazileri üzerinde yasa dışı bir şekilde kurulmuş olan Cargill’e sayın Başbakan izin verebilmek için ne yapacağını şaşırdı. Sayın Başbakan’ın beğenilen tarım arazilerini daha bir hızlı ve engelsiz pazarlayabilmesi için bu kavramların Anayasa’da olmaması gerekmektedir. Başbakan neden tarım arazilerini özellikle pazarlamaktadır? Çünkü tarım arazileri genellikle su kaynaklarına daha yakındır, ayrıca düz düze yakın eğimlidir ve üzerinde yapacağınız yapı için fazla hafriyat masrafı gerektirmezler. Ancak unutulmamalıdır ki, villa ya da sanayi tesisi bir tepe ya da dağ başında da yapılabilir ama tarımsal üretim oralarda aynı verimlilikle yapılamaz. Yapılmaya çalışılırsa da çok kısa bir sürede erozyondan dolayı arazide toprak kalmaz.

Hükümet, taslağında yer vermeyerek erozyonu da devletin görevleri arasından çıkarmaktadır. Zaten erozyonu önleme konusunda aktif bir şekilde çalışan TOPRAKSU 1984 yılında ANAP hükümeti tarafından, onun devamı niteliğindeki Köy Hizmetleri de 2005 yılında ve AKP hükümeti tarafından kapatılmış, ancak devlet politikasıyla önlenebilecek önemli bir konu olan erozyonla mücadele son zamanlarda dernek faaliyeti olarak görülmeye başlanmıştır. O nedenledir ki Türkiye’nin erozyonla kaybettiği verimli toprak miktarı çoğu geri kalmış ülkenin bile üzerindedir. Böylesine olumsuz bir konuda ülkemiz ne yazık ki ön sıralarda gelmektedir.

Sivil Anayasa olarak kamuoyuna sunulan taslak bu yönleriyle askeri dönem Anayasalarının dahi gerisinde kalmıştır. 1980’lerden bu yana dozu giderek artan bir şekilde tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de uygulanan neoliberal politikalar göz önüne alındığında toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek görevlerinin devletin görevi olduğunun belirtilmesi önemle taşımaktadır. Zira, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantıları için bulunduğu New York’ta, Coca-Cola şirketinin onuruna verdiği yemeğe katılan Recep Tayip Erdoğan, ABD’nin önde gelen işadamlarına hitaben yaptığı konuşmada “Türkiye’deki fırsatları acele keşfedin” ifadesiyle ülke zenginliklerimizi yabancılara sunmaya şimdiye kadar olduğu gibi önümüzdeki süreçte yine tüm hızıyla devam edeceğini açıkça gösterdi.

Toprak reformu yeni Anayasa taslağında yine yok

Toprak reformu, Cumhuriyetimizin Osmanlı ile hesaplaşamadığı ve hala tarımımızın en önemli sorunlarının başında gelen bir konudur. Bu konu sürekli “tarım reformu” olarak daha geniş kapsamla gündemde tutuldu ve içine hiçbir zaman “toprak reformu” sokulmadı.

Askeri dönem Anayasaları olarak nitelendirilen 1961 ve 1982 Anayasalarımızda dahi topraksız olan ya da yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri alma görevi devlete verilmişken, sivil olarak nitelendirilen Anayasa’da ne yazık ki ne çiftçi, ne köylü, ne de bu kesime toprak sağlama görevi bulunmaktadır.

Ülkemizin tüm değerlerini pazarlamakla görevli olduğunu açıkça beyan eden bir başbakandan zaten toprağı bulunmayan ya da yeter miktarda toprağı olmayan köylüye toprak dağıtması da beklenemezdi. Güneydoğu Anadolu Bölgemizdeki mayınlı araziler dahi yöredeki yoksul, aç ve topraksız ya da az topraklı köylüye dağıtılmadı.

24 Mart 2007 tarihinde Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile Türkiye Süt, Et ve Gıda Sanayicileri ve Üreticileri Birliği (SETBİR) tarafından ortaklaşa İstanbul’da düzenlenen, Başbakan Recep Tayip Erdoğan ile Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker’in de katıldığı “Et ve Süt Sektörlerinde Küresel Vizyon Konferansı”nın açılış konuşmasında SETBİR başkanı Erdal Bahçıvan, “Burada çok açık ifade etmek durumundayım ki, Türkiye’den başka tarımla ilgili bakanlığının adında köy kelimesinin geçtiği, başka bir dünya ülkesi yoktur. Sayın Başbakanım, gelin geleceğin Türkiye’sine giden yeni bir vizyon oluşturalım. Buna da bakanlığımızın adından başlayalım.” sözleriyle çok açık bir mesaj vermişti. Çeşitli ülkelerin tarım bakanlarının konuk olduğu oturumlardan birini yöneten ve Erdal Bahçıvan’ın önerisini çok beğenerek salondaki gıda sanayicilerine oylatmaya kalkan Mehmet Altan’ı Şubemiz, SETBİR üst düzey yöneticilerine gönderdiği “böyle bir oylamaya teşebbüs edilirse Şubemiz tarafından müdahale edileceği” yönündeki bir not ile vazgeçirmişti. Ortamda bulunan başbakan ve bakan ise hiçbir tepki göstermeyerek, onları o makamlara oylarıyla taşıyan köylü konusundaki fikirlerini de açıkça göstermiş oluyorlardı. Ne yazık ki aynı köylü oylarıyla onları yeniden o mevkilere taşıdı.

Zihniyet böyle olunca toprak mülkiyeti de son derece doğal olarak “sivil” olarak belirtilen Anayasa’da yer almamıştır. İlginçtir ki, askeri olarak kabul edilen ve bu nedenle de antidemokratik olarak kabul edilen 1961 ve 1982 Anayasalarının bu konuda örnek gösterilmesi yerinde olacaktır, toprak reformunun da ismen belirtilerek taslaktaki yerini alması gerekmektedir.

Çiftçinin korunması da artık Anayasal bir görev değil

AKP’nin hem seçim beyannamesinde hem de hükümet programında akarsuların özelleştirilmesi ve suyunun özellikle sulama amaçlı satılacağı belirtilmektedir. Akarsularımızın bu şekilde özelleştirilmesi, yürürlükteki tarım politikaları nedeniyle zaten geçimini güçlükle sağlayan köylünün tarlasını terk edeceği, büyük kentlere göç ederek sermayenin ucuz iş gücünü oluşturmaya devam edeceği, terk edilen tarlaları da yine sermayenin alarak şirket tarımına geçişin sağlanacağı anlamına geliyor. TÜİK’in verilerine göre 1980-2004 yılları aralığında tarımdan 1 milyon kişi koparken, sadece 2004-2005 yılları arasında 1 milyon 400 bin kişi, AKP iktidarını kapsayan 2002-2007 yılları arasında da yaklaşık 1 milyon 800 bin kişi tarımdan koptu.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yukarıda bahsedildiği üzere bir yandan ABD’li şirketleri ülkemizdeki fırsatlardan yararlanmaya davet ederken, bir yandan da ucuz işgücü temini hazırlıklarını da ihmal etmemekte, bu konuda önüne herhangi bir engel çıkarılmaması için de hazırlanan Anayasa taslağına tarımın ve çiftçinin korunması kavramlarını koymamaktadır. Bu gelişmeler, geçimini tarımdan sağlayan insanlarımız açısından önümüzdeki sürecin oldukça zorlu geçeceğini, tarlasını terk etmenin onlara daha iyi olanaklar sağlamayacağını açıkça göstermektedir.

Orman köylüsünün korunması da yukarıdaki bilgiler ışığında ve doğal olarak taslakta yer almamaktadır.

Tarım arazileri ile çayır ve meralar daha kolay amaç dışı kullanılabilecek

Yeni taslakta tarım arazileri ile çayır ve meraların da amaç dışı kullanımı ve tahribini önleme konularına yer verilmemiş olması, ülkemize davet edilen yabancı sermayeye istediği her yerin sorunsuzca ve baş ağrıtmadan sunulması, bu doğal varlıklar üzerinde işgalci durumunda olanların ödüllendirilmesi ve yeni işgallere olanak sağlayarak AKP’nin oy potansiyellerini daha da arttırması anlamını taşımaktadır.

Küresel ısınma ve onun kuraklık etkisinin ülkemizde meydana getirdiği rekolte düşüşü göz önüne alındığında tarım arazilerinin tarımsal üretimde kullanılması, tarım dışı amaçlarla kullanılmaması gerektiğinin önemi çok net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Diğer yandan meralar, hayvanların bedava yem kaynağı olmalarının yanında tatlı su sağlama mekanlarıdır, bu nedenle amaç dışı kullanımla daraltılmaları son derece sakıncalıdır. Doğal varlıkların Anayasal koruma altında bulunmaları büyük önem taşımaktadır.

Planlama yeni taslakta yok

Her ne kadar uygulamada olmasa da planlama, artık yeni Anayasa taslağında hiç yok. 1982 Anayasası sanayinin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu bir biçimde gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını planlamak, bu amaçla gerekli teşkilatı kurma görevini devlete vermişti. Ancak, neoliberal politikaların itaatkar uygulayıcısı siyasi iktidarlarımız bu durumu gözetmediklerinden başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerimiz yoğun göçe maruz kalmışlardır.

Ülke yönetimini talimatlarını IMF, DB ve DTÖ gibi küresel sömürü aktörlerinden alan AKP iktidarının “planlama” ilkesiyle ülkeyi yönetmesi imkansızdır. Ülkemizdeki fırsatları değerlendirmek için gelecek yabancı sermayenin ülkemizin batısındaki suya yakın, az hafriyat gerektiren tarım arazilerinden başka yere düşünülmesi beklenemez. Bu nedenle de ülke kaynaklarının verimli bir şekilde kullanılması mümkün olamaz. Zihniyet böyle olunca da bu kaynakları korumak için bırakın gerekli teşkilatı kurmayı, var olan kurumların da önce işlevsizleştirilmesi daha sonra da kapatılması gerekir. Dolayısıyla AKP hükümetinin dış kaynaklı tavsiyeler üzerine kurulu yönetim anlayışı doğrultusunda oluşturulan Anayasa taslağında planlama zorunluluğuna gerek bulunmamaktadır. Dolayısıyla tarım sektöründe planlama gereksinimi bulunmayan bir anlayışın ne tarımsal üretimin verimlendirilmesine, ne bu planlamayı gerçekleştirip verim artışını sağlayacak ziraat mühendisine, ne de tarımsal üretimi gerçekleştirecek köylüye ihtiyacı bulunmaktadır. Hükümetin tarım ve köylü bağlamında hedefi ne pahasına olursa olsun tarımsal nüfusun azaltılması-toprağından kovulmasıdır.

Neoliberal politikaların zararlarını en üst seviyede yaşayan ülkemizde Anayasa içerisinde sosyal devlet anlayışını içeren planlama bölümünün yer alması, ülke genelinde tüm yurttaşlarımızı çok yakından ilgilendiren bir konudur.

Kooperatifçilikte Anayasal güvence dışına çıkarılmıştır

1980’den bu yana neoliberal politikaları kayıtsız şartsız ve harfiyen uygulayan Türkiye, Dünya Bankası’nın dayatmasıyla 2000 yılında 4572 sayılı Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun’u çıkardı. Asıl amaç bu kooperatif ve birliklerin özerk olmasıydı, ancak hiçbir zaman bu olamadı, çünkü bu yapılar köylünün oylarını alabilmek amacıyla kullanıldı.

Diğer önemli bir nokta ise bu kanunun çalışma konuları başlıklı 3. maddesinde geçen “Kooperatif ve birliklerin, ilk işleme hüviyetindeki işletme ve tesisleri dışında kalan sonraki üretim aşamaları için kuracakları iktisadi işletmeler, anonim şirket statüsünde ayrı bir tüzel kişilik olarak kurulup faaliyet gösterirler.” ibaresidir. Oysa kooperatifler çiftçilerin haklarını şirketlere karşı korumak amacıyla oluşturulmuş yapılardı. Bu düzenleme hem kooperatif hem de birliklerin dik durmasını zora sokuyordu. Diğer Anayasalarda olmasına karşın, hazırlanan taslakta kooperatifçiliğin geliştirilmesi konularına yer verilmemesi, uygulanmakta olan politikaların Anayasa’ya aktarılmasından başka bir şey değildir. Oysa gelişmiş ülkelerde kooperatifler son derece güçlü çiftçi örgütleridir. Ülkemizde de buna paralel düzenlemeler yapılması gerekir.

Ormanlarımızda da yabancı şirketler faaliyet gösterebilecek

Daha önceki Anayasa’larda devlet ormanları devletçe yönetilir ve işletilirken, hazırlanan Anayasa taslağında buraların işlettirilebileceği de görülmektedir. Bununla ormanlarımız yerli ve yabancı özel sektör faaliyetine açılmış olmaktadır. Ülkemizde yaşanan diğer özelleştirmelerin zamanla yabancılaşma hareketine dönüştüğü ve bu ülkede yaşayan bizlere hiçbir fayda sağlamadığı, tersine zarara uğrattığı unutulmamalıdır. “İşlettirir” ibaresi taslaktan çıkartılmalıdır.

Ormanlar kendi kendilerine orman niteliklerini kaybetmeye devam ediyor

Kamuoyunda 2B arazileri olarak bilinen gerek mevcut gerekse taslak Anayasa’da “ilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş alanlar” tabiri değiştirilmeli “kaybettirilmiş alanlar” olarak artık değiştirilmelidir. Ormanın kendi kendine orman niteliğini kaybetmediğini, bu niteliğin işgalciler tarafından kaybettirildiğini artık ilkokul çocukları dahi bilmektedir. Buna yol açan kişilere bu araziler satılmak yerine cezalandırılmaları gerekmektedir. Yine bu konuyla ilgili olarak oluşturulmuş bulunan milat Anayasa değişikliklerine kadar sürekli ilerletilmektedir. Daha önce 31.12.1981 olan tarih bu taslakta 23.07.2007 olarak revize edilmiştir. Bu tarihleri revize etmek 2B alanlarını artırmakta ve ormanlar her nedense kendi kendilerine orman niteliklerini hızla kaybetmektedirler! 1981’den bu yana bu araziler 3,5 milyon dekara genişlemiştir. Bu tarih tamamıyla kaldırılmalıdır. Aksi halde orman arazileri daralmaya devam edecektir.

Sonuç olarak

Ülkesini pazarlamakla görevli olduğunu beyan eden, ABD’li şirketleri ülkemizdeki fırsatlardan yararlanmaya davet eden, gerçek üretici köylüye hakaret eden AKP iktidarı artık tavrını ortaya daha açık koymakta ve hazırlamakta olduğu Anayasa taslağına ne tarımın geliştirilmesini ne de çiftçinin-köylünün korunmasını koymaktadır. İşin ilginç yanı ise iktidarı döneminde sürekli tarım ve köylü aleyhine politikalar uyguladığı halde 2007 bütçesine koyduğu 5 milyar 250 milyon YTL tarım desteğinin 5 milyar 118 milyon YTL’sini 22 Temmuz seçimlerinden önce dağıtan AKP köylünün büyük bölümünün oylarını yine topladı. Ancak, Başbakan’ın hayvancılığa ayrıldığını ifade ettiği 750 milyon YTL’lik destek ise ortada yok.

Çiftçi-köylü, örgütlülüklerini aktif hale getirerek ve onun itici gücü olarak siyasi iktidar üzerinde kendinden yana politikalar uygulanması konusunda baskı unsuru uygulamadıkça, en önemlisi olarak da kendinden yana politikalar uygulayacak siyasi iktidarları seçmedikçe yok olmaya mahkumdur.

Yeni Anayasa taslağında kendine yer bulamayan köylü hala sükunetini korumaktadır, tıpkı kendine kamu hizmeti sunmakla görevli Tarım Bakanlığı’nın 1984 yılında yeniden yapılandırılma adı altında işlevsizleştirilmesi ve Köy Hizmetleri’nin 1996 yılından itibaren önce işlevsizleştirilmesi ve sonra da 2005 yılında kapatılmasında olduğu gibi.

Hazırlanan Anayasa taslağı Türkiye’nin uygulamaya koyduğu neoliberal politikalara Anayasal uyumun sağlanmasının tamamlanmasından öte bir çalışma değildir. Yapılan, her alanda zaten fiili olarak başlatılmış ve Anayasa ile çelişen durumların ortadan kaldırılması amacıyla Anayasa’mızın neoliberal politikalara uyarlanması çalışmasıdır. Sosyal devlet ilkesine son vermenin önemli bir adımıdır.

No comments: