Tuesday, September 18, 2007

Yaşam İçin Tohum…

Yaşam İçin Tohum…




İlkokul yıllarımızda bize öğretilen Türkiye’nin gıda konusunda kendi kendine yeten bir ülke olduğu bilgileri artık gerilerde mi kaldı? Yoksa yerel tohumlarımıza sahip çıkarak bunu gerçekleştirme şansımız var mı?
Türkiye’yi tarımda dışarıya bağımlı kılmaya ve yerel tohumların giderek yok olmasına kapı açtığı için sivil toplum kuruluşlarının Anayasa Mahkemesi’nde açtığı dava bu şansı kaybetmemek üzere atılmış adımlardan biri...

“Tohum, bir ülkenin tarım sektörü için stratejik öneme sahiptir.”

Ziraat Mühendisleri Odası, 2006 yılının son aylarında Türkiye’nin gündemine giren Tohumculuk Yasası ile ilgili görüşlerinin başında bunları söylüyor. Ancak gerek doğa korumacı örgütler, gerek bazı çiftçi örgütleri, gerekse topraklarımızın ve tarımsal biyoçeşitliliğimizin korunması yolunda çalışan hükümet dışı organizasyonların tepkileri bu sözün daha farklı söylenmesi gerektiğini ortaya koyuyor:

“Tohum, bir ülke için stratejik öneme sahiptir.”

ZMO’nun açıklaması da bu sözü doğrular nitelikte bilgiler içeriyor: “Tohum üretim ve dağıtımını çokuluslu şirketlerin tekeline bırakan ülkelerin, bağımsız bir tarım sektöründen söz edebilmesi olanaksızdır. Günümüz Türkiye’si, sebze tohumluğunda yüzde 90’ın üzerinde dışa bağımlı. Sertifikalı hububat tohumluğunun ise ancak yüzde 25’i üretilebiliyor.”

Çoğumuz ilkokul kitaplarından hatırlar. Çok değil, daha 30 yıl öncesine kadar Türkiye gıdada kendi kendine yetebilen ender ülkeler arasındaydı. O zaman bize bunun ne denli önemli olduğu ve gıdada dışa bağımlı olmanın bir ülkeyi nasıl zayıflatacağı anlatılmıştı. Çoğumuz anlamıştık! Ama bugün topraklarımızda çiftçilerimizin her yıl ayırdığı yöreye özgü tohumların yerinde başka coğrafyalardan gelen tohumlar yeşeriyor. Üstelik bunların çoğu da hibrit; yani kısır, sadece bir kerelik… Böyle olunca çiftçi ertesi yıl için tarlasındaki ürünlerden bazılarını tohumluk ayırmak yerine her yıl gelirinin bir bölümünü yeni tohum almak için harcıyor...

Bazı yerel türler ise pazarı olmadığı ve çoğu zaman göç nedeniyle, çiftçilik o yörede artık ölmek üzere olduğu için yok olup gidiyor. Oysa yerel türler bu coğrafyanın ürünü ve çoğu da diğer türlere oranla kötü şartlara daha dayanıklı ve verimli olabiliyor.

Diğer yanda her ne kadar Türkiye’ye genetiğiyle oynanmış tohum girişi kanunen yasak olsa da, sınırdan geçen ürünlerin GDO’lu olup olmaması bu tohumları ithal eden şirketlerin güvenilirliğine bağlı. Başka topraklardan gelen tohumların genetiğiyle oynanıp oynanmadığı konusunda bilimsel hiçbir denetleme yapılmıyor ve bu yüzden kimse çiftçilere yabancı şirketler tarafından bedava dağıtılan mısır, buğday vs. tohumlarının GDO’lu olduğu konusundaki söylentileri yalanlayabilecek verilere sahip değil.

ZMO, Türkiye’ye her yıl, 2 milyon tona yakın genetiği değiştirilmiş (GDO’lu) mısır, soya, pamuk ve kolzanın hiçbir denetime tabi olmadan girdiğini; yem rasyonlarına katıldığını, işlendiğini ve 800 çeşidin üzerinde ürün olarak tüketicinin sofrasına ulaştığını tahmin ediliyor. Türkiye’de tohumun topraktan sofraya uzanan yolculuğu 2006’da çıkan Tohum Yasası ile daha da karmaşık bir hal alıyor. Yasada yer alan “yetki devri” başlıklı maddesi ile; Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, tohumluk üretimi, sertifikasyonu, ticareti ve piyasa denetimi alanlarındaki yetkisini, tohumculukla uğraşan alt birlikler tarafından kurulacak Türkiye Tohumcular Birliği’ne süresiz olarak devretmeye hazırlanıyor.

Ancak bu madde “üretim yapanın kendisini denetlemesi” gibi kamu yararına aykırı olabilecek bir hükmü de içinde taşıyor. Ayrıca Birlik, tohumlukların kalite güvencesinin sağlanması için sistem oluşturmak, tohumluk üretim sözleşmeleri düzenlemek gibi yetkilerle donatılıyor. ZMO’ya göre bunun anlamı “Sermayenin üreticiyi ezeceği yeni bir yapı oluşturmak”.

Yasanın özel şirketlere açtığı kapıdan çok uluslu şirketlerin de yararlanabilmesi ise dışa bağımlılık gibi başka endişeleri beraberinde getiriyor.

Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın özel sektörün, sebze, mısır, ayçiçeği gibi yabancı döllenen tohum piyasasının kârlılığını çoktan fark ettiğine dikkat çekiyor:

“Bu bağlamda özellikle Hollanda, İspanya ve İsrail kökenli firmalar, yerli ortaklarıyla Türkiye’de tohum üretip pazarlıyor ya da doğrudan ithal ürün satış ağı oluşturuyor. Bu süreç, yerli çeşitlerimizin neredeyse tamamının kaybolmasına neden oluyor. Örneğin bir kilo domates tohumu 18–20 bin dolara satılıyor ve üreticinin sömürü düzeyi giderek artıyor. Yabancı ve yerli aracıların etkisiyle, üreticinin eline geçen gelirden yaklaşık 5 kat fazla fiyatlara domates alan tüketicinin ‘eski domateslerin tadını arama’ düzeyinde kalan yakınmaları, üretici ve tüketici dayanışmasına yönelik anlamlı bir sonuç üretmiyor.”




GDO’ya Hayır Platformu ve pek cok stk, zmo beraber 5553 sayılı yeni Tohumculuk kanununun değiştirilmesi yönünde Anayasa Mahkemesine başvurdu.

Bu Toplulugun başvuruda dile getirdiği değişiklikler şöyle:

Yasada biyoteknolojik ibaresi altında GDO’lu tohumların da satısına ve ülkeye girişine izin veriliyor, bu tanım çok geniş bir alanı kapladığı için bunun kaldırılması.
Tüm yetkinin Tohumcular Birliği adı altında toplanan bu birliğin eline verilmesi yanlış. Çünkü üyeleri çokuluslu tohumculuk firmalarından oluşuyor. Yani hem tohumu satan hem pazarlayan hem üreten hem de denetleyen kurum olarak karşımıza çıkıyor.
Bu yasa ile küçük çiftçi tohumunu üretip satabiliyor, takas yapabiliyor fakat o tohumdan ürettiği ürünü pazara çıkarıp satamıyor, Satarsa çok ciddi yaptırımları, cezai uygulamaları var.

GDO’ya Hayır Platformu bugünlerde önce yerelde sonra uluslararası bir Tohum Ağı kurmanın hazırlıklarını yapıyor. Bu ağ ile; yerel tohumların korunması, saklanması, yerel pazarlarda satışının yapılması, çiftçilerin kendi aralarında iletişimi başlatması ve kamusal çerçevede birlikte hareket etmeleri amaçlanıyor. Alev, “Bu ağ sayesinde her çiftçi kendi tohumunu kayıt altına alabilecek, birbirleriyle iletişimde olacak, tohumunu saklamayı öğrenecek” diyor ve ekliyor: “İlk aşamada ekolojik üreticiler dahil olacak, daha sonraki aşamada diğerlerini de bu ekolojik üretici grubuna eğiterek dahil edeceğiz. ZMO, çiftçi sendikaları ve kooperatifler de bu ağın içinde olacak.”

Bütün bu gelişmeler yaşanırken Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Koruma Kontrol Genel Müdürlüğü’nden Abdülmecid Yeşil, bakanlığın yerel tohumların korunması ile ilgili bir çalışması olmadığını söylüyor. Bakanlık sadece sertifikalı tohumlukları (standart, hibrit (konvansiyonel ve ekolojik tohum yani. sertifikalı deyince hemen aklımıza ekolojik tohum gelmesin) kayıt altına alıyor. GDO tehlikesine karşı ise tohumu satan/üreten firmadan Taahhütname aldıklarını belirten Yeşil, “Gerekli görülürse analize gönderiyoruz” diyor.(yani herhangi bir şikayet ya da gdo şüphesi duyulduğunda)

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na bağlı iki araştırma enstitüsünde (Ankara ve İzmir Zirai Araştırma Enstitüsü) tohum gen bankası var. Ancak bu enstitülerin nasıl işlediği hakkında yönelttiğimiz sorulara yanıt alamadık.

Tagem halen duruyor fakat ar-ge çalışmalarına çok komik bütçeler veriliyor, yani işletmenin içi boşaltılıyor. Tigem ise 1983 yılında Özelleştirilmeye tabi tutulan kuruluşlar listesine alındı ve bugün Türkiye’nin pek çok noktasındaki Tigem’ler satılmıştır. Her iki kurumda da yıldırma politikaları, sürekli yönetim değişiklikleri olmakta ve ar-ge için ayrılan bütçeler sınırlandırılmaktadır. Özelleştirilen işletmelerdeki pek çok tohumluk ve fidanlık diğer müdürlüklere kaydırıldı.

Toplumsal hassasiyet gösterilmesi gereken çok önemli bir konuyu bu sayıda işlemeye çalıştık. Çiftçiler, tüketiciler, STK’lar ve doğaya, insana ve gelecek nesillere saygısı olan tüm insanların bu konu hakkında oturup düşünmesi, ülkemiz üzerinde oynanan oyunlara artık daha fazla göz yumulmaması gerekiyor. Kendi tohumluğumuzu kendi besin ihtiyacımızı karşılayabildiğimiz günlere dönmemiz çok da zor değil. Dışa bağımsız kendine yetebilen bir Türkiye için elele!


Kutu:

Türkiye Ziraat Odaları Birliği

Kamu kuruluşları, özel sektör için cazip olmayan, buğday, arpa, pamuk ve yem bitkileri gibi kendine döllenen bitkilerde tohum üretimine ağırlık verirken, özel sektör tohumculuk kuruluşları da mısır, ayçiçeği, patates ve sebzelerde hibrit tohum üretimine ağırlık veriyor. Tohumculuk sektörü, sürekli dışardan tohum ithal etmek yerine, yeni çeşit geliştirmek için araştırma ve geliştirmeye yönelik çalışmaları yapmak zorunda. Bunun için başlangıçta Kamu Araştırma Kuruluşları, üniversiteler ve tohumculuk kuruluşları arasında sıkı bir diyalog kurularak Kamunun Ar-Ge alt yapısından yararlanılmalı.

Transgenik çeşitlerin kullanımı, geleneksel çiftçilikte ve yerel türlerin kullanımında olumsuz etkilere neden olacağı gibi, her yıl yenilenmesi gerekliliği yanında bu alandaki yeniliklerin patente bağlanmış olması teknolojiyi üretmeyen, ancak kullanmak durumunda olan ülkemizin tarımda dışa bağımlı olmasına yol açacak. Transgenik ürünlerin tohumları, transgenik olmayanlara göre daha pahalı olacağından, tohumluk alımını uzun süre devam ettiremeyecek olan küçük çiftçiler bu durumdan zarar görecekler.

******************************************************************************
“Annem her yıl lezzetini özlediği yerli mısırlardan ne yapıp edip, bulup ekiyor. Ama sonuç ne? Mısır yabancı dölleniyor ve çevremizde herkes silaj mısır ektiği için annem yine özlediği lezzete sahip olmayan mısırı tüketmek durumunda kalıyor.”
*****************************************************************************

Satılmış Başkavak:

Tüm Köy – Sen Genel Örgütlenme Uzmanı

Yerel tohumları tanımayan, biyolojik çeşitliliğin korunmasına ters düşen bu yasa çıkarlarımıza ters düştüğü için yasanın reddi ile ilgili çalışmalarımız oldu, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na bildiri sunduk. Tohum Bankası kurulması ve yerel tohumların korunması gibi işler devlete yani bakanlığa aittir, onların yürütmesi gerekir. Buna karşın tarıma ilişkin tüm araştırmalar ve araştırma yapan kurumlar durduruldu, bütçeler kısıtlandı. Bakanlık bu yasa ile tüm işlerini çok uluslu şirketlere Tohum Birliği adı altında devrediyor. Oysa tohumu üreten ve satan firma nasıl kendi kendini denetleyebilir? Türkiye’de tarım ve özellikle tohum sektörü en az savunma sanayi kadar stratejik bir yerdedir.

Yrd. Doç. Dr. Funda Arslanoğlu:

19 Mayıs Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü

Son çıkan yasa Türkiye’deki yerel tohum kaynaklarına vurulmuş bir darbedir ve üretim, satış, denetleme gibi pek çok yetkinin devredilmesi de çok üzücü bir gelişmedir. Doğrudan Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na bağlı, diğer kurumlardan bağımsız bir gen bankasının kurulabilmesi için toplanan materyalleri “sınıflandıran”, “üreten”, “korumayı sürdüren” şeklinde farklı çalışma birimlerinden oluşan güçlü bir ekibe ihtiyaç var. Kurulacak yer ise yüksek rakımlı, oksijenin bol, nem oranının az olduğu Orta Anadolu gibi bir bölge olmalı Ya da mevcut olan gen bankalarımızın çalışma sistemlerinde kalıcı ve gelişmeye yönelik değişiklikler yapılmalı.

Artık neredeyse her ürünü dışarıdan alan bir ülkeyiz. Çünkü ülkemizde yetiştirilmesi ekonomik değil, çünkü girdi maliyetleri yüksek, çünkü bu yalanlar üreticimizi fakirleştiriyorken birilerini zenginleştiriyor. Artık o severek yediğimiz, verimi az ama tadı çok olan mısırlarımızdan hiç kalmadı. Dağ köylerinde bile mısır genotiplerimiz kayboldu. Annem her yıl lezzetini özlediği yerli mısırlardan ne yapıp edip bulup ekiyor. Ama sonuç ne? mısır yabancı dölleniyor ve çevremizde herkes silaj mısır ektiği için annem yine özlediği lezzete sahip olmayan mısır tüketmek durumunda kalıyor. Bu topluma yansıyan çok basit ve küçük bir resim... Büyük resimde ise kendi bulgurumuzu beğenmeyip vazgeçtiğimiz, bugün tat alamadığımız ekmeklerin kaynağı buğday var…


Hilal CABER

No comments: