Sunday, September 30, 2007

PLASTİK DOMATESLER (III)

PLASTİK DOMATESLER (III)
Tayfun Özkaya




Türkiye’de gıdada halk, yakın bir gelecekte neleri kaybedeceğini bilmediğinden tohumculuk kanununa karşı direniş de yetersiz kaldı. Amerika’dan Jenny’nin mektuplarını bu hafta da aktarmaya devam ederek kaybedeceklerimizi biraz daha anlamaya çalışabiliriz. Şöyle yazıyor:

“2. dünya savaşı sonrası, iş bulmak ve daha iyi bir hayat için, büyük kentlere göç başlamış, dolayısıyla apartman hayatı. Hızlı hayatın sonucu olarak da, konservelerden, donmuş yiyeceklere kadar birçok değişiklikle yiyecekler değişmiş. Eğer sıradan bir Amerikan marketine giderseniz, göreceğiniz, bir köşede küçük bir alan taze sebze ve meyveler için, gerisi hazır yiyecek, aşırı rafine edilmiş, çoğu zararlı yiyecekler ve temizlik, ev hayvani ürünleri vs. Meyveler sebzelere göre daha lezzetli diyebilirim. Ama diğer yandan çok bilinen ve yenen portakal çoğunlukla %90 plastik… Sebzeler, süper büyük, harika görünüşlü ve raflarda sayı ile. İstanbul’daki gibi kilo ile değil, tane ile alıyorsunuz. Büyük kentlerde yaşayan, apartman insanları için tek seçim marketlerden almak gibi görünüyor. Ve istediğinizi değil bulduğunuzu alıyorsunuz. Örneğin tüm domatesler kırmızı değil, tüm patlıcanlar da uzun ve mor değil ama siz sadece sınırlı sayıda olan çeşitlere erişebiliyorsunuz. Sonuçta büyük tarla sahipleri de haklı. Müşterisi şu ve şu çeşidi istiyor, tüm ülkedeki şubelerine dağıtacak. Ona diyemezsiniz ki, unut o tipi, ben de çok lezzetli olan şu tip var, nakliyeye uygun değil, çok narin ama daha iyisini bulamazsın. Büyük tohum satıcılarının katalogları %90–95 oranında hibrit dolu. Sonuçta kaç kişi örneğin 600 den fazla çeşit domates olduğunu biliyor. Ne görüyorsa markette o. İşte bu noktada geriye dönüş başladı. Bir yanda sağlıklı beslenme, diğer yanda, organik sağlığın şartı derken, marketlerdeki ürünlerin iyice kalitesizleşmesi, eskiye dönüşü hızlandırırken, yeni bir hobiyi de başlattı: Her yıl değişik türleri denemek, keşfetmek. Container gardening denen saksılarda sebze yetiştirimi gibi tarlaya alternatif, herkes için seçimler çoğaldı.

Sizin çok daha iyi bildiğiniz gibi, tohumların genelde 2–5 hatta 10 yıllık ömürleri var, çeşide ve saklanma koşullarına bağlı olarak. (tabii bu arada sağlıklı tohumlardan bahsediyorum). Yani binlerce çeşit tohumun birileri tarafından her yıl veya her 2–3 yılda bir ekilmesi, doğru koşullarda izolasyon ile ve sağlıklı geliştirilip, tohumlarının doğru şekilde toplanıp gelecek yıllar için doğru koşullarda saklanması lazım. Eğer çok az insan o tohumların varlığını biliyor ve ulaşabiliyorsa, sonuçta hiç kimse ekmiyorsa veya diğer tiplerle yanlışlık, dikkatsizlik, gibi nedenlerle genetik özelliğini kaybetmişse, işte o türe veya çeşide de elveda diyor tüm dünya. Bu orijinal tohumları koruma altına almanın tek yolu, herkesi bilgilendirip, saksı da bile olsa yetiştirmeye özendirmek, daha çok insanin denemesi, keşfetmesi ve yeni nesillere bırakması gerek. Örneğin blue potatoes deniyor. Ben sanıyordum ki genleri ile oynanmış patates. Gerçekte, nesli tükenmek üzere olan orijinal bir patates çeşidiymiş, ve bir uçak şirketinin sembol olarak kullanması ve patates cipsi olarak yolcularına sunması ile, şu anda oldukça popüler, hatta gurme marketlerde görürsünüz. Bunun yanında bazı çeşitler var ki, hiç bir zaman sıradan marketlerde göremeyeceğimiz, hiç bir zaman endüstriyel amaçlı kullanılamayacak çeşitler var ki, belki yakın çevredeki pazarlarda, o da belki, tek yol, hayatta tutmanın, sadece bu çeşit özel tohumları satan ufak tohum şirketlerini desteklemek. Bazı tohumların tarihleri anlatılıyor, deniyor, şu ürün, şu bölgeye yerleşmiş büyük büyük .. babası Çekoslovakya’dan getirmiş nesiller boyu aileden gelme bir çeşit biber. Böyle keşfedilen, limitli sayıda satılan tohumlar var.”
Jenny’nin yazdıklarına burada ara verelim. Tohumculuk kanununu kabul etmemizden bu yana cehenneme bilet almışız, toplumun haberi yok. Şimdi, tohumculuk kanununa karşı çıkanları aşağılamaya kalkanlar şapkalarını önlerine koymalı değil mi? Ne gezer! Bu neo-liberal fanatiklerin böyle bir şey yaptıkları hiç görülmedi.

No comments: