Prof. Dr. Tayfun Özkaya
Ege Üni. Ziraat Fak.
Öğretim Üyesi
“Bolivya’da hükümet Cohabamba şehrinin kamusal su dağıtım şirketini özelleştirerek ABD’li dev bir mühendislik firması olan Bechtel’le kırk yıllık bir kira sözleşmesini 1999’da onayladı. Bechtel’in ilk işi su fiyatını üç katına çıkarmak oldu. Yüzbinlerce insan artık bunu karşılayamayacak hale gelmişti. Vatandaşlar yola dökülerek protestoya başladı. Bolivyalı eski diktatör polislere kalabalığa ateş açma emri verdi. Altı kişi öldü. 175 kişi yaralandı. Nisan 2000’de sıkıyönetim ilan ettiler. Protestolar devam etti. Sonunda Bechtel bürolarından çıkmak zorunda kaldı. Bolivya hükümetinden 12 milyon dolarlık tahliye bedeli almaya çalıştı.” Bu bilgileri bize yazan Hintli yazar Arunthati Roy. Türkçeye Everest yayınlarından çıkan “Sonsuz Adaletin Muhasebesi” adlı eserinde yukarıdaki satırları yazıyordu. Yazar Roy, ABD Başkanı Bush ve diğer suç ortaklarını Irak işgali nedeniyle yargılamak üzere İstanbul’da toplanan mahkemenin üyesi olarak ülkemize de gelmiş idi.
Türkiye’ye Gelince
Bolivya örneğini hatırlamamızın nedeni şüphesiz yetkililerin suyun özelleşmesine kapı açan açıklamaları. Akarsu ve göletler yap-işlet-devret modeli ile 49 yılı geçmemek üzere özel sektöre devredilecekmiş. Projelerin bir sonraki adımı tarımsal amaçlı suyun içme suyu olarak da kullanımı olacakmış. Söz konusu proje ile kamu eliyle değerlendirilemeyen ve boşa akan tatlı su kaynakları yapılacak barajlarda tutulacak ve tarımsal sulamada kullanılabilecekmiş. Böylece devletin bütçeden kaynak aktarmaksızın tarımsal sulama barajına sahip olması hedefleniyormuş. Yatırımcılar ihale değil yarışma modeliyle belirlenecekmiş. Projeyi en hızlı yapacak, sulama için dekar başına en düşük fiyatı sunacak yatırımcı ile sözleşme imzalanacak, yarışma yabancı yatırımcılara da açık olacakmış. Şimdiye kadar yapılan özelleştirmelerden hangisinde verilen sözler tutuldu ki bu güya önlemlere inanacağız. Üretim yapılacak denilen fabrikalar kapatılmadı mı? Burada da gelecek yıllardaki sulama fiyatları nasıl sabit tutulabilecek. Sulama yerine örneğin su parklarına su verilmesine kim engel olacak. Muhtemelen bu tesislerin sahipleri en yüksek fiyatı verebileceklerdir. Bunu geçtim. Köylümüz tarlalarının yakınındaki bir golf tesisi ile nasıl rekabet edecektir. Kim golf tesisi kurulmasını engelleyecektir. Bir golf sahası için yılda hektar başına ortalama 10-15 bin metreküp su gerekiyor. 100 hektarlık bir golf sahasının bir yılda harcayacağı 1 milyon metreküp su, 12 bin nüfusu olan bir kasabanın yıllık su tüketimine denk geliyor. Bu tercihleri kim yapacak? Kuşkunuz olmasın ki bu durumlarda parayı bastıran suyu alır.
Uluslararası Komplolar
Türkiye’nin AB’ne katılımına ilişkin olarak AB tarafından hazırlanmış etki raporunda “Orta Doğu’da su gelecek yıllarda artan bir şekilde stratejik bir konu olacaktır. Türkiye’nin katılımı ile su kaynaklarının ve altyapıların (Fırat ve Dicle su havzalarındaki barajlar ve sulama sistemlerinde, İsrail ve komşu ülkelerde sınır ötesi bir su işbirliği) uluslararası yönetiminin olması Avrupa Birliği için önemli bir konu olacağı beklenmektedir” denmektedir. Dış Ticaret Müsteşarlığı web sayfasından bu satırları (ancak sadece İngilizce) okuyabilirsiniz. Bunun işaretleri çoktandır görülmektedir. Sulama sistemlerinin aralarında AB su tekelleri de olmak üzere ulusötesi firmalarca ileri de özelleştirilmesi için şimdiden hazırlıklar gözlerden kaçmamaktadır. Adamlar istediklerini çok önceden söylemişler. Biz görmek istemiyorsak ne yapalım?
Papağan Elde Etmek
Hiç şüpheniz olmasın. Her sorunun çözümü için özelleştirmeyi gösteren neo-liberalizmin Ayetullahları yakında ağaç gölgelerini de özelleştirirler. Parklarda öyle bedava dinlenmek var mı? “Özelleşse fena olmaz” diyenleri duyar gibiyim. Üniversite’de ekonomi derslerinde şöyle bir şey söylenirdi: Birisine “her şeyin arz ve talebe bağlı olduğunu söyletirseniz bir papağan elde edersiniz, aynı şeyleri bir papağana öğretirseniz bir iktisatçı elde edersiniz.” Şimdi bu cümledeki arz ve talep yerine özelleştirmeyi koyun. Ne elde edersiniz acaba?
No comments:
Post a Comment