Monday, April 30, 2007

TARIM ve KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI’NIN ADI DEĞİŞİYOR MU?


Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Ege Ü. Ziraat Fak. Öğretim Üyesi
mustafa.kaymakci@ege.edu.tr

Bir süredir Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın adının değiştirilmesi konusunda çalışmalar yapıldığı biliniyor. Kimi çevreler de bunu yüksek sesle söylemeye başladılar. Son olarak 24 Mart 2007 de İstanbul’ da düzenlenen ‘Et ve Süt Sektöründe Küresel Vizyon’ konulu toplantıda da bu yaklaşım dile getirildi.

Bakanlık adı niçin değiştirilmek isteniyor?

Bakanlık adından köyişleri sözcüğünün çıkarılarak, Tarım ve Gıda Bakanlığı haline dönüştürülmesi isteniyor. Bu şekilde bakanlığın örgütlenme yapısı da farklılaştırılarak daha çağdaş(!) ve Batı’ya daha uygun duruma getirilecekmiş. Bakanlık adında köyişleri sözcüğünün olması tarımdaki atılım yapmayı engelliyormuş. Bir başka deyişle köylülük Türkiye’nin ilerlemesinde en büyük sorunmuş. Çünkü köylüler tutucuymuşlar, üretken değillermiş ve Türkiye’ nin sırtında kamburlarmış. Kimi ikinci cumhuriyetçi enteller bunları söylüyorlar.

Köylülük ve köy düşmanlığı ne zaman başladı?

Köylülük ve köy düşmanlığı Türkiye gündemine 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle sokuldu. Darbeyle Türkiye tam denetimli olarak “Batı’nın güdümüne” sokulmak istendi. Bunun için, Türkiye Tarımı’ nı çökertmek üzere kimi ekonomi politikaları devreye sokuldu. Bu bağlamda;

• Tarımsal KİT’ ler özelleştirildi, kapatıldı ya da işlevsiz duruma getirildi.
• Türkiye Tarımı’ nda varolan doğrudan desteklemeler giderek azaltıldı, neredeyse yok edildi.
• İç pazarda geçici olarak yükselen tarım ürünü fiyatlarını düşürmek ve terbiye etmek amacıyla dışalımlar yapıldı.
• Köylülerin örgütlenmesine önemli ekonomik-politik engellemeler getirildi. Örneğin Köy-KOOP kapatıldı ve ancak 18 yıl sonra işlevsiz olarak tekrar açılmasına izin verildi.

Yukarıda anılan ekonomi politikalarıyla Türkiye Tarımı geriletildi. Ancak bu durum aynı zamanda kırsal kesimde önemli çözülmeleri gündeme getirdi;

• Kırdan önemli ölçüde göçler oldu. Bu göçler devam ediyor. Son iki yılda iki milyona yakın köylümüzün kente yerleştiği belirtiliyor.
• Kente yerleşen köylüler için sanayi ve hizmet sektöründe yeterince iş olanağı olmadığı için işsizlik arttı. İşsizlik, sadaka kültürünü yarattığı gibi kentlerde önemli güvenlik sorunlarını da ortaya çıkardı.
• Kentli ile köylü arası açılmaya çalışıldı, köylülerin kentlileri sömürdüğü iddia edildi.
• Umarsız kalan köylüler arasında dayanışma mekanizması erozyona uğramaya ve binlerce yıldan beri oluşan kültürel yapı dağılmaya başladı. Bunun sonucunda bölgecilik, etnik ve dinsel yapılanmalar gibi ayrımlaşmaları ortaya çıktı..

Tarım ve köylülüğü çökerten politikaların arkasındaki gerçek ne?

Yeni dünya düzeni adı verilen neo-liberal politikalarla (daha doğrusu bu politikalar özünde tekelci, bir başka deyişle emperyalist politikalardır.) Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde bitkisel ve hayvansal ürün ile tarımsal sanayi girdilerinde (gübre, ilaç, gıda girdileri, tohumluk ve damızlık hayvan gibi...) olağanüstü stoklar oluştu. Bu stokların eritilmesi için pazar bulunması ve pazar hacminin genişletilmesi yaşamsal bir zorunluluk olarak ortaya çıktı.

Bunun için Türkiye gibi ülkelerde;

• Yurt içi tarımsal üretimin geriletilmesi ve
• Köylülüğün çökertilmesi gerekiyordu.

Üstelik köylülüğün çökertilmesiyle üniter devletin çözülme sürecine sokulması, böylelikle Türkiye’nin daha fazla denetim altına alınabilmesi kolaylaşacaktı.

Köylülüğün tasfiyesi konusunda kimi enteller ne düşünüyor?

Köylülüğün tasfiye edilmesi konusunda, birbiriyle amaçta değilse bile, sonuçta aynı kapıya çıkacak iki yaklaşım var gibi gözüküyor.

Birinci yaklaşım metamorfoz geçiren yeni liberallere ait. Bunlara göre Türkiye Tarımı’ nın çağdaşlaşabilmesi için kapitalist işletmelere gereksinme vardır. Bu bağlamda şirket tarımcılığı gelişmeli, tarım bakanlığının muhatabı bunlar olmalıymış. Tembel köylü ortadan kalkınca tarımın gelişmesi olası olacakmış.

İkinci yaklaşım, kendini toplumcu(!) olarak niteleyen kimi entellere ait. Bunlara göre de Türkiye Tarımı’nın rekabet eder duruma gelmesi için tarımsal işletmelerin dev işletmeler durumuna gelmesi zorunluymuş. Bu bağlamda her bir köy, bir tarım işletmesine dönüştürülmeliymiş. Bu işletmeler kooperatif işletmeler de olabilirmiş.

Sonuç olarak Türkiye Tarımı’nın rekabet eder duruma gelmesi için köylülüğün tasfiyesi şartmış.

Dev işletmeleri savunanlara kimi sorular

• İşletmelerin rekabet eder duruma getirilmesi için mutlaka dev işletmeler durumuna getirmek şart mı? Orta hatta küçük işletmeler bile gerekli örgütlenmeler yapıldığı zaman rekabet eder duruma gelemezler mi?
• Dev işletmeler her zaman verimli mi? Verimlilik ile işletme büyüklüğü arasındaki ilişki ne düzeyde olumlu?
• Dev işletmelerde tarım işçisinin yabancılaşması sorununu çözümlemek olası mı?Kapitalist işletmelerin yanı sıra kolektif işletmelerde bile bu sorun ortaya çıkmadı mı? (Zorunlu bir açıklama; Burada kast edilen kolektif işletmeler, geçmişte reel sosyalist ülkelerdeki tepeden inmeci bir anlayışla yönetilen ve demokratik olmayan işletmelerdir. Bunlar çökmüştür. Ancak günümüzde demokratik olarak yönlendirilen kimi kolektif işletmeler, “Örneğin Brezilya’da MST hareketi, Küba’da ve hatta İsrail’deki Kibuztlar gibi” başarılıdırlar ve desteklenmelidir).
• Dev işletmelerde çevre sorunu ne olacak? Örneğin binlerce ineği yetiştirerek çevreye uyumlu bir üretim yapmak olası mı?
• Türkiye’ye dev işletmeleri öneren ABD/AB ülkelerinde bile,dev işletmelerin payı dikkate alınacak boyutta mı? Anılan ülkelerde ideal işletme büyüklüğü nedir?
• Türkiye’de dev işletmeleri oluşturmak yerine, aile işletmeciliğini güçlendirerek büyük ölçekli üretim amacıyla üretim ve pazarlamada örgütlü hareketi sağlama daha rasyonel değil mi? Bu şekilde ulusal besin güvencesi daha sağlıklı kurulamaz mı?

Bu soruları artırabiliriz. Son sorumuz şu; Tarımdaki olumsuzlukları salt işletme büyüklüğüne indirgeme, bu anlamda her zaman dev işletmeleri savunmak, Batı’dan esinlenen bir yanılgı değil midir? Bu yanılgı bizi selamete değil, teslimiyete götürmez mi?

No comments: