Tuesday, July 7, 2009

ROUNDUOP HERBISID SEKSUEL HORMONLARI BOZUYOR

Caen Universitesi' deki CRIIGEN'den Prof. Seralini'nin grubu, Dijon Universitesi' nden Prof. Chagnon'un grubuyla beraber, yeni dogan bebeklerin gobek bagi hucrelerinde cok az derecede Roundup toksini oldugunu gosterdikten sonra yeni bulgularını acikladi. Cok az derecede, ornegin Birlesik Devletlerde GDOlu gidalarda izin verilen Roundup kalintisindan 800 kez az, bu cesit herbisid erkeklesme hormonu olan androjenin hareketini engelliyor.Ayrica ostrojenin hareketi ve duzeni de bozuluyor. Bu seviyelerde insan hucrelerindeki DNA bozumu da basliyor. Bu etkiler, hayvan deneylerinde ve insan epidemiyolojisindek i yikici sonuclari acikliyor.
Bu calisma, Roundup ve glyphosate bazlı diger herbisidlerin toksik uretici ve endokrin duzensizlestirici olarak sınıflandırılması nı oneriyor. Bu durum, bu zamana kadar goz ardi ediliyordu cunku herbisid firmalari yetkililere sadece glyphosate ile yapilmis calismalar sunuyordu. Fakat ticarilesmis karisimlar aslinda cok daha aktif.
Çeviri Ekin Kurtiç

*Press Release CRIIGEN - July 2nd 2009*


HERBICIDES ROUNDUP DISRUPT SEXUAL HORMONES

Prof. Seralini's group from CRIIGEN in the University of Caen, in
collaboration with Pr. Chagnon's group from the University of Dijon,
have just published a new discovery, after having demonstrated Roundup
toxicity at infinitesimal doses in particular in umbilical cord cells
from newborns. At very low levels, for instance 800 times less than
Roundup residues authorized in some GMOs for feed in United States, this
kind of herbicide for a formulation sold in drugstores prevents the
action of androgens, the masculinizing hormones. Then the action and
formation of estrogens are also disrupted. The DNA damages in human
cells begin around this level. These effects explain disturbing results
of animal experiments and in human epidemiology. It is thus proposed to
examine in regulatory instances the classification of Roundup and other
glyphosate-based herbicides as reprotoxics and endocrine disruptors.
These phenomena have been underestimated up to now because pesticides
factories present in majority to authorities studies with glyphosate
alone, however the commercialized mixture is a lot more active.

The study is published by the end of June 2009 in the international
scientific journal /Toxicology/ by Gasnier et al.
Contact : Prof. Gilles-Eric Seralini


Monday, June 22, 2009

www.gdohp.blogspot.com


Merhaba,
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara Hayır Platformu'nun bloguna http://www.gdohp.blogspot.com/ adresinden ulaşabilirsiniz. Güncel yazılar, derlemeler, etkinlikler ve bildirilere bu adresten ulaşabileceksiniz. Bugün itibariyle http://www.gdoceviri.blogspot.com/ adresinden sadece gdo ve ilgili konularda çeviriler yayınlanacaktır.
GDO'ya Hayır Platformu, başta ekolojik ürün üreticileri ve ekoloji örgütleri olmak üzere tüm ülkede örgütlü çevre platformlarını oluşturan yerel derneklerden ve konuyla doğrudan ilgili STK'lardan oluşan bağımsız bir yapıdır.

Thursday, June 18, 2009

GDO DESTEKÇİLERİNİN PSİKOLOJİK SAVAŞI: ALTIN PİRİNÇ

GDO DESTEKÇİLERİNİN PSİKOLOJİK SAVAŞI: ALTIN PİRİNÇ
Tayfun Özkaya

Geçenlerde bir ilimizin Ziraat Fakültesindeki konferansımda GDO’lu ürünler konusundaki eleştirilerimi açıkladığımda bir öğretim üyesi ‘’altın pirinç denilen GDO’lu bir ürünün Asya’da A vitamini eksikliği çeken çocuklar için kurtarıcı olabileceğini” söyledi. Çocuklar kör olmaktan kurtulabilecekti. Normal olarak pirinç A vitamini içermez iken araştırmacılar bunu A Vitamini daha doğrusu onu üreten madde olan beta-karoten içerecek hale getirmişlerdi. Buluş hayranlık uyandıracak gibi görünüyordu. “Neden biz olayı tek yanlı görüyorduk?”

Yoksa bu altın pirinç olayı GDO’lu ürünlerin kamuoyunda kötü olan şöhretini düzeltmek için bir halkla ilişkiler projesi olarak mı tezgâhlanmış idi? Öğretim üyesinin büyük tohum ve aynı zamanda tarım ilacı üreten şirketlerin borazanı olmadığına inanıyorum. GDO’lara gerçekten inanıyordu. Ancak sanırım bilgisi çok eksik idi.

İsterseniz GDO’nun ne olduğunu bir kere daha hatırlatalım. Bunu altın pirinç adı verilen (İngilizcesi golden rice) GDO’lu bitki ile örnekleyelim. Bir Japon pirinç çeşidinin içine İngilizcede genel olarak daffodil denilen bir nergis türünden iki gen ve bir bakteriden (yani bir mikrop) bir gen koyarak altın pirinci elde ediyorlar. Genler ise bildiğiniz gibi canlıların özelliklerini gelecek kuşaklara aktaran birimlerdir. Klasik bitki ıslahında başka bir türden (nergisten) hatta başka bir âlemden (burada bakteri) genleri bir başka türe (yani pirince) aktaramazsınız. Yeni bir canlı yaratmaya benzeyen bu olayın çok yönlü tehlikeler doğurması nedeniyle ülkemizde de GDO’ya Hayır Platformu gibi benim de katıldığım kuruluşlar mücadele etmekteler.

Şimdiden söyleyelim ki bu altın pirincin üretim anlamında ciddi bir uygulaması yok. Daha çok GDO’lu bitkilere saygınlık kazandırmak için sözü bolca ediliyor.
Aslında kötü beslenmenin temel nedenleri yoksulluk, eşitsizlik ve eğitimsizliktir. Yeşil devrim denilen tek ürüne, tarım ilaçlarına, kimyasal gübrelere bağımlı üretim sistemi Asya’da sebze üretimini büyük ölçüde azalttı. Beslenme uzmanları günde 200 gram sebze tüketen bir kişinin A vitamini eksikliği çekmeyeceğini ortaya koyuyorlar. 300 gram altın pirincin ise yetişkin bir kişinin günlük A vitamini ihtiyacının sadece %20’sini karşılayacağını ortaya koyuyorlar. Bu miktar pirinç ise bir çocuk için çok fazladır. Filipinlerde bir okul öncesi çocuk ancak 150 gram pirinç tüketir. Bu ise A vitamini ihtiyacının %10’u eder. Tüm A vitamini ihtiyacını alabilmesi için ise bu çocuk 1,5 kilo pirinç tüketmelidir. Bu imkânsızdır. Diğer yandan altın pirinçte olduğu söylenen ve A vitaminine dönüşecek olan beta-karoten maddesinin biyolojik olarak yararlı olup olmadığı da ayrı bir problemdir. Bunun vücut tarafından alınabilmesi için hayvansal yağ tüketimi de gerekiyor. (Kaynak: MASIPAG, Grains of Delusion, Golden Rice seen From The Ground,http: //stopogm. net/files/ GrainsDelusion. pdf)
Ayrıca altın pirincin sağlık üzerine etkileri de araştırılmamıştır. GDO konusunda uzman Dr. Mae Wan Ho’ya göre A vitamini zehirlenmesi besinlerde aşırı beta-karoten alınması durumunda söz konusudur. Alerji konusu da ciddiye alınmalıdır. Genlerin alındığı nergis bitkisinin alerjik bir reaksiyon yaptığı kesindir. (Kaynak: Conway, G., http://www.oecd. org/subject/ biotech/ed_ prog_sum. htm)

Tayland’dan alternatif tarım ağından Daycha Siripatra’ya göre altın pirinç kötü beslenme sorununu çözmeyecektir. Bize şöyle sesleniyor: “Bizi aldatıyorlar. Eğer yoksullar toprağa sahip olsaydı daha iyi beslenebilirlerdi. Yoksulların A vitaminine ihtiyaçları yok. İhtiyacı oldukları T Vitaminidir. Yani Toprak Vitamini. GDO’cuların istedikleri ise P Vitamini. Yani Para Vitamini. Kötü besleme yoksulluktandı r. Teknoloji eksikliğinden değil.”
Asya’da sürdürülebilir pirinç üretme sistemleri balık, pirinç ve ağaçların birlikte üretimine dayanıyordu. İlaç ve gübreye dayalı endüstriyel tarım birçok yerde bu sistemleri tahrip etti. Kötü beslenmenin en önemli kaynaklarından biri de budur. (Kaynak: Masipag)
Günde 73 gram koyu yeşil sebze yaprakları yendiğinde A Vitamini ihtiyacı karşılanmaktadı r. Asya’da mutfak bahçelerini geliştirerek kötü beslenmenin yenilebildiği ortaya konulmuştur.
GDO’lu bitkilere belki de hayvanlara üretim izni verecek olan Biyogüvenlik Yasa Tasarısının Meclise gönderileceğini biliyoruz. Çiftçiler ve örgütlerine çok büyük iş düşüyor. Toplumu, büyük şirketlerin borozanlarına kanmaması için aydınlatmalılar.




Tayfun Özkaya
Ege Üniversitesi
Ziraat Fakültesi
Tarım Ekonomisi Bölümü
Bornova 35100
İzmir

Geleceğimiz Rant Alanı Değildir

Basın açıklaması
Biyogüvenlik yasa tasarısı tartışılıyor. Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek’ten GDO’ların serbest bırakılacağına dair bir açıklama geldi. Aşağıda bu açıklamadan bir bölümü bulabilirsiniz.
“Kanunun yürürlüğe girmesiyle genetiği değiştirilmiş bitkilerin üretimine izin verilmesinin önü açılacak. Kanunla konulan değişik seviyelerdeki bilimsel eleklerden geçen ve sosyo-ekonomik değerlendirmede yeterli bulunan genetiği değiştirilmiş bitkiler ancak üretim hakkını elde edebilecektir. Genetiği değiştirilmiş bitkilerin izinsiz kullanımı, biyolojik çeşitlilik merkezleri ve organik tarım yapılan alanlara yakın üretimlerle bebek mamaları ve küçük çocuk besinlerinde özel amaçla geliştirilenler hariç kullanımı yasaklanmıştır.”
Yeni İnsan Yayınevi olarak 2007 tarihinde çıkardığımız Prof. Dr. Şeminur Topal tarafından hazırlanan “Değiştirilen gen mi, Sen mi, Evren mi?” kitabında GDO’ların sakıncalarını kamuoyuyla paylaşmıştık.
Neo liberal politikaların sağlığı hiçe saydığı ve para kazanma hırsının önlenemez cazibesi GDO’lu ürünleri rant alanı haline getirdi.
Transgenik teknolojinin dört kullanım alanı var.
a)GDO’lu bitkisel tarım ürünleri
b)GDO’lu orman ağaçları
c)GDO’lu hayvanlar
d)GDO’lu balıklar.
Tarımsal ve sosyo ekonomik yapı üzerinde olası riskler irdelendiğinde, doğada gen kaçışlarına bağlı biyodönüşümle yapmakta oldukları biyolojik çeşitlilik kaybı nedeniyle ekolojik fakirleşmeye ve sürdürülebilirliğe yönelik zararları da tartışılmaktadır. Transgenetik üretimlerle, özellikle kısır tohum yaratma uygulamalarını tanımlamak için kullanılan “Terminatör Gen” yaratılması nedeniyle tarımda:
- sürekli dışabağımlılık
- her yıl yenilenen tohumluluk temin zorunluluğu
- Pazar bağımlılığı
- Yüksek tohumluk fiyatları
- Yerel ekofloranın ortadan kalkması
- Endemik türlerin silinmesi gibi dezavantajlarının yanı sıra;
- Geleneksel tarımsal üretim sistemindeki değişiklikler
- Doğal ekoflorada olası gen kaçışları ile değişim ve kayıplar
- Çiftçilerin yerel çeşitliliklerin kaybına bağlı olarak yeni tohumluk üretebilme olanaklarını kaybetmeleri önemli sorunlardandır.
Ayrıca en önemlisi de bu tohumların insan sağlığını tehdit eder durumda olmalarıdır. Çok ilginçtir ki; yapılan açıklamada GDO’lu ürünler bebekler için üretilen besinlerde yasaklanırken neden yetişkinlerde serbest bırakılmaktadır? Neo liberal dönemde sosyal devletin sona erdiğini fark ediyoruz. Sakıncaları açıklamada yer almasına rağmen GDO’lu ürünlere izin verilmesi toplumun tüm kesimi için sağlık tehdidi oluşturması nasıl görmezlikten geliniyor? On yıl öncesine kadar kanser butik/az rastlanır bir hastalıkken şimdi yaygınlaştı. Sizce bu bir rastlantı mıdır? Geçen yıl Rusya’ya ithal edilmek istenen ve Rusya tarafından geri gönderilen domateslerin yerel pazarda tüketilmesi nasıl bir aymazlıktır? Bir taraftan toplum sağlığı için yapılan sigara yasağını hükümet sağlık açısından desteklediğini söylerken bu yasa tartışmalarında farklı tavır almalarının nedeni nedir?
Biyogüvenlik kavramından bizim anladığımız şudur:
Modern biyoteknolojik tekniklerin uygulamaların ve ürünlerin, insan sağlığı ve biyolojik çeşitlilik üzerinde oluşturabileceği olumsuzlukların belirlenmesi sürecini, bu risklerin meydana gelme olasılığının ortadan kaldırılması ya da olasılığın kaçınılmaz olması durumunda söz konusu zararların kontrol altında tutulması için alınan önlemlerdir. Bunun zıddına tüm risklerle toplumu yüz yüze bırakmak, toplumun bile bile zarar görmesini sağlamak değil.
Hükümetten beklentimiz biyogüvenlik yasasında GDO’lu ürünlerin yasaklanması ve yeni düzenlemeyle bu sektöre rant alanı olarak bakmamaları yönündedir.
Kamuoyundan beklentimiz ise, gerek görsel gerek de yazılı medyada bu tartışmaların canlı tutulması ve toplumun tüm bileşenlerinin sosyal sorumluluk bağlamında geleceğine sahip çıkmalarını beklemekteyiz.

Yeni İnsan Yayınevi Fidan Ekolojik Ürünler
www.yeniinsanyayinevi.com www.fidanekolojikurunler.com

Wednesday, June 17, 2009

ABDULLAH AYSU:GDO DEMEK İNSANLA KEÇİYİ EVLENDİRMEKTİR, BUNU KİM İSTER


ÇİFTÇİ-SEN GENEL BAŞKANI ABDULLAH AYSU:GDO demek insanla keçiyi evlendirmektir, bunu kim isterTürkiye'nin Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara (GDO) yeşil ışık yakmasına tepki gösteren Çiftçi-Sen Genel Başkanı Abdullah Aysu, GDO’ların insan sağlığını ve tarımsal verimi tehdit ettiğine dikkat çekti. Domates geni ile balık geninin birleştirilmesi ile GDO’ların oluştuğunu kaydeden Aysu, “Daha ileriye gidecek olursak, insanla keçinin evlendirilmesi de GDO’lar için bir örnektir” dediELÇİN YILDIRALAmerikan Tarım Bakanlığı sponsorluğunda geçtiğimiz günlerde, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Tohum Gezisi düzenlendi. "Bio Güvenlik Yasa Tasarısı" ile ilgili bilgilendirme yapmak için gerçekleştirilen geziye, Türkiye’den milletvekilleri ve TÜBİTAK üyelerinden oluşan bir grup da katıldı. "İkna gezisi" olarak da adlandırılan gezinin ardından yetkililer, Türkiye'de genetiği değiştirilen ürünlerin üretimine kapı açacak yasa tasarısı sessiz sedasız TBMM gündemine sundu.Hükümet, dünyada artan gıda sorunlarını gerekçe göstererek hazırladığı “Ulusal Gıda Güvenliği Yasa Tasarısı” ile genetiği değiştirilmiş bitkilere izin verilmesinin önünün açılması için hazırlıklarını sürdürürken, tasarının ‘bilimsel elekten geçen genetiği değiştirilmiş bitkilere üretim hakkı vereceği, tarım planları, ürün çeşitliliği, stratejik ürün üretimi ve üreticinin karının artacağı’ iddia ediyor. Hükümetin bu iddiasına ise pek çok bilim insanı, çevreci, çiftçi tarafından tepki geliyor. Tepkisini dile getirenlerden biri de Çiftçi Sendikası Genel Başkanı Abdullah Aysu.GDO'LARIN ADI KATIR TOHUMUDURGDO'ların iki değişik genin birleştirilmesi ile elde edildiğini kaydeden Çiftçi-Sen Genel Başkanı Abdullah Aysu, GDO’ları bir eşekle ile bir atın çiftleşmesi ile oluşan katıra benzettiğini söyledi.Çiftçi dilinde GDO’lara ‘katır tohumu’ dediklerini belirten Aysu, katır gibi GDO’ların da kendi neslini devam ettiremediğini söyleyerek, “Domates geni ile balık genin birleştirilmesi ya da akrep geni başka sebzelerin genlerinin birleştirilmesi ile GDO’ların oluştuğunu kaydederek, “Daha ileriye gidecek olursak insanla keçinin evlendirilmesi de GDO'lar için bir örnektir. Bunu kim ister” diye konuştu.BİO ÇEŞİTLİLİK ORTADAN KALKIYOR"Bu genlerin birleştirilmesi ile tarımsal ürünlerde verim artırılması, ürünlerin raf ömrünün uzatılması, çiğ ürünlerde besin unsurlarının ve bileşenlerinin geliştirilmesi ve bitki ve hayvanlarda hastalıklara direncin artırılması gibi avantajların sağlanmasının hedeflendiğini kaydeden Aysu, GDO'lar ile artan dünya nüfusu karşısında yeterli gıda maddesinin sağlanması için de umut olarak görüldüğünü söyledi.“Bu amaçla yetiştirilmekte olan ürünlerin başında soya, mısır, kolza, pamuk ve domates geliyor” diyen Aysu, “Sebze ve meyvelerin raf sürelerinin uzadığı doğrudur. Ancak, bu yolla bio çeşitliliği ortadan kaldırıyoruz. Örneğin eskiden 130 bin çeşit pirinç varken, şimdi 30 bin pirinç çeşidi kalmış durumda. Bu da ileriki yıllarda büyük afetlerin yaşanacağı anlamına geliyor. Pekin'de söylenen çok güzel bir söz vardır; "Pekin'de kelebek kanat çırpar, okyanusta dalgalar oluşur" diye, bu sözle kelebeğin kanat çırpışından, okyanusun dalgalanmasına kadar geçen süreçte evrende her canlının bir görevi olduğu anlatılıyor. İşte bizler, bu sözü hayata geçirmeliyiz” şeklinde konuştu.Meyve ve sebzelerin raf süresinin uzatılmasını insan sağlığı açısından değerlendiren Aysu, mevsiminde tüketilmeyen meyve ve sebzelerin, yıllar sonra insan vücudunda tahriplere yol açtığına dikkat çekti.
İNSANLARA ETKİSİ ARAŞTIRILMADIEn sık rastlanan rahatsızlıkların başında kanserin geldiğini dile getiren Aysu, sözlerini şöyle sürdürdü, “Her yeni mevsimle birlikte vücutta kendini o mevsime hazırlıyor. Her mevsimde yetişen gıdanın kendisi aynı zamanda insan ve diğer canlıları da yeniden var eder ve onu mevsime uyarlar. Kışın domates yediğimiz takdirde vücudun o an için ihtiyacı olmayan bir gıdayı tüketmiş ve vücuda gereksiz bir yükleme yapmış oluyoruz. Üstelik ne kadar doğal koşullarda yetiştirilmiş olursa olsun, mevsiminde yenmeyen ürünler, bir süre sonra bağışıklık sistemimizin çökmesine neden oluyor.”DENEY FARELERİ BİLE ÖLDÜYetkililerin, GDO'ların insanlar için zararlı olmadığı yönündeki açıklamalarını da eleştiren Aysu, GDO’ların insanlar üzerinde etkisini araştıran bir araştırmanın yapılmadığına dikkat çekerek, sadece fareler üzerinde deneyler yapıldığını söyledi.Yapılan deneyler sonucu, genetiği değiştirilmiş soyalarla beslenen farelerin yavrularının yüzde 60-70’nin üç hafta sonunda, normal soya ile beslenen farelerin yavrularının ise yüzde 6’sı veya 8’inin öldüğünün tespit edildiğini anlatan Aysu, üst üste GDO'lu ürünlerle beslenen farelerin üreme özelliklerinin de yok olduğunu ve iç organlarının üçte bir oranında küçüldüğünün yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıktığını açıkladı.Bu sonuçların, dünyanın da kabul ettiği bilimsel bir gerçeklik olduğunun altını çizen Aysu, “Dünya nüfusu karşısında yeterli gıda maddesinin sağlanacağı savının ise kuyruklu bir yalan olduğunu söyleyerek, dünya üzerindeki gıda üretimi yüzde 110'dur. Fakat gıdaların dağıtımı adil bir şekilde yapılmadığı için bugün açlıktan ölen insanlar oluyor” dedi.GÜMRÜKLERDE LABORATUVAR OLMALIÜlkemize GDO'ları girişi yasak olsa da, ne yazık ki gümrüklerde kontroller olmadığı için GDO’ların Türkiye’ye rahatlıkla girdiğini dile getiren Aysu, bu durumu önlemek için gümrüklere GDO'ları tespit eden bir laboratuvarların kurulmasının şart olduğunu söyledi.“Her şeye kaynak ayıran Türkiye, laboratuvar için kasıtlı olarak kaynak ayırmıyor” diyen Aysu, sözlerine şöyle devam etti, “Arjantin'den Türkiye'ye gelen mısırların GDO'lu olduğu İsviçre laboratuvarlarında kanıtlandı. Bu durumu Toprak Mahsulleri Ofisi’ne bildirdiğimizde açıklaması, 'bu bize ait olan bir şey değil. 12 yıldan beri devam eden sistemi sürdürüyoruz' oldu. Özrü kabahatinden beter bir açıklamaydı bu. Ve bu sistem hâlâ devam ediyor. Yetkililerin açıklaması ise, 'yapılan sözleşmelere güveniyoruz' şeklinde oluyor. Ama artık herkes Türkiye'de GDO'ların kullanıldığını biliyor. Yetkililer bile artık saklamıyor."Aysu: 28 Haziran’da Ankara’daki mitingde buluşalımGDO'lara karşı mücadele için kapitalist sistemden mağdur olan insanların bir araya gelerek ittifaklar manzumesi oluşturması gerektiğini dile getiren Çiftçi-Sen Başkanı Abdullah Aysu, kadın hareketleri, işçiler, gençler, çiftçiler, çobanlar… birleşerek, tepkilerini dile getirmeli. Biz Çifti-Sen olarak, 28 Haziran’da Ankara'da GDO'ları protesto etmek için bir miting yapacağız. KESK, Ziraat Mühendisleri Odası, Tüketiciler Federasyonu, Doğa-Der, gibi birçok örgüt de mitinge katılacak. Bu mitingle hükümete, "Kanunu çıkarabilirsiniz. Ancak çıkarttığınız sadece kanun olarak kalacaktır; çünkü meşruiyeti yoktur" mesajını vereceğiz" diye konuştu.10 şirketin kârı için 7 milyar insanın sağlığı riske atılıyorKAPİTALİZM ile GDO’lar arasındaki ilişkinin birbirine bağlı olduğuna işaret eden Çiftçi-Sen Başkanı Abdullah Aysu, “Bitkiler ve tohumlar yüzyıllardır kendi başına, dışarıdan bir müdahale olmaksızın yaşamını sürdürüyordu. Ama bugün büyük tohum şirketleri, bunları ele geçirmek ve sömürüyü otomatiğe bağlamak için genleri değiştirdiler” dedi.Son iki-üç yılda da terminatör geninin geliştirildiğini belirten Aysu, “Bu genin özelliği bir kez kullandığınız da yine bir sonraki yıl aynı tohumu almak durumunda kalıyorsunuz. Çünkü bu genler kendi kendini yok ediyorlar. Oysa çiftçiler, yüzyıllardır kendi ürettikleri ürünlerin tohumunu alıp, bir sonraki yıl ekerdi. Çiftçiliğin adı da budur zaten. Aksi durumda çiftçi değil o andan itibaren işçi, bağımlı taşeron, köle oluyorsunuz. Doğa yoksullaştığı oranda şirketler zenginleşiyor. Bu şirketlerin, 2028 için koydukları hedef 20 trilyon dolarlık ciro. Dünya üzerindeki sahici para ise 98 trilyon dolar. Ve bu şirketlerin sayısı 10’u geçmiyor. Ama söz konusu olan 7 milyar insan. Ve bir o kadar da canlı. Size şöyle örnek vereyim; Bir hektar toprağın içersinde 2 ton canlı var. Farelerden mikro organizmalara kadar. Bunun olacağını yıllar öncesinden Marx keşfetmişti. Marx, kapitalistlerin sadece işçileri sömürerek zenginleşmediklerini, topraktan ve sudan hırsızlama yaparak da zenginleştiğini söylemişti" diye konuştu.
***‘GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMALAR’I ANLATAN BİR KİTAP:Soframızdaki gıda, bize gösterildiği gibi üretilmiyorHAYYKİTAP tarafından yayımlanan ve Mekbure Bayram tarafından kaleme alınan "Gıdalar, Ambalajlar, Silahlar ve Araçlar" isimli kitap, genetiği değiştirilmiş gıdalar ve bu gıdaların biyolojik, ekonomik, sosyolojik etkileri konusunda çok yönlü bir bilgi sunuyor.Okuyuculara, “Gıdaların sofralarımıza gelene kadar geçirdiği evrelerden haberdar mıyız?” sorusunu yönelterek tüketim malzemesi özellikle de gıda alan yurttaşları bir kez daha düşünmeye sevk eden kitabın girişinde şöyle yazıyor:
SANAL MANZARALAR“Kentli tüketici, gıda ambalajlarının üzerindeki resimlerde ya da televizyon reklamlarında sunulan köy manzarasını gerçek sanıyor. Oysa reklamlarda gördüğümüz, sebze toplayan güler yüzlü köylü kadınların, yemyeşil kırlarda yayılan mutlu ineklerin gerçek dünyayla uzaktan yakından ilgisi yok. Gıda, bize gösterildiği gibi üretilmiyor…”
Kaynak
BirGün gazetesi

Monday, June 15, 2009

Okan'ın desteğine destek


Ali Saydam

Cumartesi, gecenin bir saatinde Okan Bayülgen'e takıldım. Her cumartesi mutlaka belli bir süre olsa da bakarım. NTV'de yaptığı programın formatıyla hiç alakası olmayan Disko Kralı'nda gösterdiği performans, saatlerce bitip tükenmeyen enerjisi, her zaman ilgimi çekmiştir. Bu kez yaptığı müthiş riskli iş, bir kez daha kendisine hayranlık duymama neden oldu.Cumartesi gecesinin doğal akışı içinde olan konuklarının tamamen dışında iki 'aktivist'i sahnede yanına oturtmuştu. Biri Prof.Dr.Kenan Demirkol (İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi) diğeri Abdullah Aysu (Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu Başkanı). Konuklar yanlarında tişörtler getirmişlerdi. Tişörtlerin üzerinde yuvarlak içinde GDO harfleri vardı. Ve bu harflerin üzerine çapraz bir çizgi çizilmişti. 'Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara Hayır' sloganını içeriyordu. Okan, onca gırgır şamata içinde bu önemli konuya gençlerin dikkatini çekerek olağanüstü bir 'sorumlu vatandaşlık' örneği veriyordu. Konu şu: Türkiye'nin tarım dünyasını tamamen maniple edecek yabancı şirketler destekli, genleriyle oynanmış tohumların nasıl kullanılacağını belirleyecek bir yasa çıkmak üzereymiş. Bu yasanın çıkması için uluslararası şirketler ellerinden geleni artlarına koymuyorlarmış. Sözüm ona ilgililer, bu yasanın 'düzenleme' getireceğini savunuyorlarmış. Oysa Kenan hocaya göre gizli ajanda, Türkiye tohum piyasasını GDO'lara ve yabancı şirketlere peşkeş çekmekmiş. Sivil inisiyatif olarak da tek tük girişimlerin dışında pek bir hareket yokmuş ortada... Okan Bayülgen de sadece mevcut değil, tüm gelecek kuşakların sağlığını tehdit ettiği iddia edilen GDO'larla savaşa destek veriyor. Durum ciddi! Dine, imana ve her türlü ideolojiye aykırı olan bu yasayla ilgili gerek iktidar partisine gerekse muhalefet partisine düşen görev, bu ciddi durum karşısında ciddi inisiyatifler ve aksiyonlarla ortaya çıkmaktır. Okan elinden geleni yapıyor. Birkaç köşe yazarında da rastladım. Umalım ki 'kim vurdu'ya gelmeyiz.

SİYASİ GDO’LAR!

enveraysever@birgun.net / 14:20 15 Haziran 2009

Geçen haftanın popüler tartışması Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’dı (tohumlardı). Meclis kendinde nasıl bir yetki buluyorsa, bilim insanlarının araştırma alanı üzerine bir karar vermeye koyuldu. Elbet halkın, ülkenin tüm sorunları üzerine seçilmiş vekillerin karar organı olduğunu tartışacak değilim. Ancak uzmanlık gerektiren bir alanda, ‘Ali, Ahmet, Mehmet siz bi toplanın da karar verin gayrı’ demek ne kadar doğru?Zülfü Livaneli, AB meclisinde bu konuda nasıl bir zaaf gösterdiklerini, bilgi eksikliklerinin ne tür sonuçlar doğurduğunu açıkça yazdı. Demem o ki, halkın bundan sonraki genetik şifresini etkileyecek bir sürece yönelik karar vermek hem kolay olmamalı, hem de tartışmalar şeffaf ve elbette bilimsel bilginin izinde yürütülmeli.
GDO NEDİR?Çiftçi Sendikası Başkanı Abdullah Aysu ve değerli hekim Kenan Demirkol dilleri döndüğünce, olanak buldukça bu soruna yönelik toplumu aydınlatıyor. Aysu çiftçilere bu tohumları tanıtırken “Katır Tohum” nitelemesini kullanıyor. Yani eşek ve atın çiftleşmesinden doğan, ancak üreme olanağı bulunmayan bir varlığa işaret ediyor.GDO’lar doğal olmayan, insan eliyle üretilen tohumlar. Yani bir fare genini domatese katıp, tuhaf bir tohum elde edebiliyorsunuz. Bundan dolayı hem ciddi sağlık sorunları yaşanıyor, hem de ilerde ne tür yeni hastalıkların ortaya çıkacağını bilmeden, karanlık bir sürece girmiş oluyoruz. AB bu konuda net ve katı önlemler aldı. Brezilya gibi kimi ülkelerde tohum çeşitliliği neredeyse yok oldu. Anadolu gibi, dünyanın en zengin (9000 civarında) tohum çeşitliliğine sahip bir toprak, eğer bu tohumlarla kirlenirse, belki de insanlığın sonu çok daha hızla gelmiş olacak.Bu sürecin etik boyutu da ayrı bir tartışma konusu. GDO’ların olumsuz etkisi üzerine araştırmalar engelleniyor ve bilim adamları büyük baskı altında kalarak, yaşamları tehdit edilerek sindiriliyor. Kuşkusuz dünyayı kar üzerinden algılayan neo-liberal felsefe bu sürecin düşünsel zeminini oluşturuyor. Çok uluslu şirketlerin baskısı altındaki insanlık, ne işe yaradığı bilinmeyen bu kar manyaklığı üzerinden kendi sonunu hazırlıyor.Sömürgeciliğin son noktasına işte böyle erişilmiş olunuyor! BİLGE TARIMDAN VAHŞİ TARIMAÇiftçilerin uzun yıllar boyu edindikleri deneyimlerle yaptıkları tarım biçimine Bilge Tarım deniyor. Bilge Tarım, doğaya müdahale etmeksizin, ilaç kullanmadan toprağın işlenmesi demek. Yani bir çiftçi duyumsayarak, tohum çeşitliliğine inanarak, doğaya eşlik ederek toprağı sürüyor. Yetişen ürünün bir kısmını tohumluk olarak ayırıyor, bir kısmıyla besleniyor ve kalanını pazara götürüyor. Bu yolla doğanın kendi akışı içinde insanoğlu bu bütünün parçası olduğunu bilerek soylar sürüyor. Bunun ne denli büyülü bir durum olduğunu doğanın ahengini bilmeyenlere anlatmak olası değil.Buna karşılık aşırı ve hızlı üretim arzusu önce ilaçlamayı dayattı çiftçilere. Artan verimler, kolay kazanç, sağlıksız ürünlerin kısa yoldan sofralara taşınmasına neden oldu. Tatlı para ilkin çiftçinin ahlakını bozdu. Kaldı ki, esas tatlı parayı tüccarların, büyük küresel şirketlerin kazandığını bilmeden kapıldılar bu sihre!Saldırgan kapitalizm, sonunda tüm dünya topraklarını pazar olarak gören anlayışı, genetiğini değiştirdiği tohumlarla ele geçirmeye karar verdi. Bu tohumlar yalnız tek ekmelik. Sürekli dışa bağımlı olmayı gerektiriyor. Üstelik ne tür bir gen şifrelemesi yapıldığını bilinmediği için, nasıl bir korkunç geleceğe yol alacağınızı da kestiremiyoruz! Doğadaki pek çok canlı hayvan, bitki bu yolla yok olacak ve belki insanoğlu da kıyamet gününü böyle görecek!TAŞERON KİM DERSİNİZ?Elbette bu yöntemin yaygınlaşması için siyasi iradeye ve medyaya gereksinim var. Ülkede bu işin sözcülüğünü ve öncülüğünü de A-KE-PE yapıyor. Üstelik refahın daha artacağını savlayarak, halkı kandırarak! Bilim insanlarının önünü tıkayarak, muhalifleri susturarak…Papa bu tohumlarla ilgili açıklama yaptı ve yaratana bu tür müdahalelerin din dışı olduğunu söyledi. Bizim kerameti kendinden menkul, ödlek diyanetten çıt yok! Bu işin taşeronu her tuhaf mesele de olduğu gibi Genetiği Değiştirilmiş Siyasi Parti A-KE-PE! Eskiden İslamcı olan, ama tanrı buyruğuna karşı gelişen bu olayda saf tutmayı beceremeyen A-KE-PE!AB’ye girmek isteyen, ama bu olayda AB ülkelerinin tavrını benimseyemeyen A-KE-PE!IMF, DB ve bilumum küresel şirketlerle göbekten bağlı ve onların buyruklarına emme basma tulumba gibi onay veren A-KE-PE!İşine gelince insan hakkı, hukuku konusunda mangalda kül bırakmayan, ama göz göre göre çocuklarımızın geleceğini çalan A-KE-PE!
Kaynak:

DİKKAT YAŞAMIMIZ TEHLİKEDE GDO

GMO ya da GDO (Genetically Modified Organisms-Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) , genetik müdahale yöntemleriyle genetik yapısına bitki, bakteri, virüs vb. herhangi bir başka canlıdan alınan gen veya genlerin aktarılmasıyla elde edilen yeni organizmalardı r.Türkiye’de GDO’ların ekimi, dikimi, üretimi ve ithalatı kanunen tamamıyla yasaktır. Ancak, 2003 yılında Türkiye’nin yurt dışından satın aldığı tarım ürünlerine ve bu ürünleri aldığı ülkelere bakacak olursak, satın alınan 800 bin ton soyanın %90’ınınve 1.8 milyon ton mısırın da %80’inin ABD ve Arjantin kaynaklı olduğunu görürüz. ABD ve Arjantin’den elde edilen ürünlerin özellikle de mısır ve soyanın GDO olmama ihtimali oldukça düşüktür. Fakat, Türkiye’de ne gümrüklerde ne de diğer bölgelerde GDO analizi yapabilecek alt yapıya sahip akredite bir laboratuar olmadığından, ithal edilen ürünler kontrolsüz olarak sınırlarımızdan girmektedir.Dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli husus da, özellikle mısır ve soya gibi ürünlerin şekerlemeler, asitli içecekler, çocuk mamaları, sebze püreleri vb. birçok hazır gıda maddesinin içinde bulunduğudur. Mısırın 700, soyanın ise 900 çeşit gıda maddesi içinde kullanıldığı düşünülürse transgenik gıdaların dolaylı tüketim miktarının önemi açıkça görülecektir.SAĞLIK RİSKLERİ
POTANSİYEL ALERJENLİK: GDO’lu bitkilerden ve hayvanlardan elde edilen ürünlerin meydana getirebileceği risklerin başında alerji gelmektedir. Genetik yapı değişiminde, verici kaynağın alerjen özelliklerinin transfer edilen bitkiye ya da hayvana geçmesi engellenemeyebilir. Nitekim, 1996 yılında, Brezilya kestanesinden ve fındığından soya fasulyesine aktarılan geni içeren ürünler, alerji yapması nedeniyle, marketlerden toplatılmıştır.
POTANSİYEL TOKSİSİTE: Genetik olarak değiştirilmiş organizmalar, aktarılan yeni gen ürünlerini ve onlardan kaynaklanan sekonder metabolitleri içerdiğinden, potansiyel bir toksisiteye sahiptir. GDO’lu bitkilerde bulunan özellikle zararlı ot ve böcek öldürücü genler ile terminatör teknolojisi gereği aktarılmış olan genler de toksin üreterek çalıştıklarından, dokularda birikme durumunda, önemli riskler oluşturmaktadır. Bu genlerin kullanılması pestisit kullanımını ortadan kaldırmıştır. Ancak, bu toksik madde kalıntılarının ortadan kalktığı anlamına gelmemektedir.Bu toksinlerin uzun dönemde insan sağlığına olan etkilerine ilişkin yeterli bilgi bulunmamaktadı r. GDO’lu ve normal patateslerle beslenen iki grup farede yapılan çalışmada; normal patateslerle beslenenlerde hiç bir sorun olmamasına karşın, GDO’lu ürünlerle beslenenlerin sindirim sistemlerinde önemli zararlar belirlenmiştir.
POTANSİYEL KANSEROJENLİK: GDO’lu bitkilerin doğrudan ve dolaylı olarak kanserojen etkisinin olabileceği birçok araştırıcı tarafından belirtilmektedir. Özellikle, herbisitlere dayanıklı GDO’lu pamuk, soya, mısır ve kolza çeşitlerinde kullanılan bazı kimyasal maddelerin doğrudan kanser yapıcı oldukları bilinmektedir. Öte yandan, sindirim sisteminde tam olarak sindirilmeden dolaşım sistemine geçerek kan hücreleri aracılığı ile normal genoma katılabilen yabancı DNA parçalarının da hastalıklarda etkili olma ihtimali söz konusudur.
ANTİBİYOTİĞE DAYANIKLI MİKROORGANİZMA OLUŞUMU: Günümüzde kullanılan biyoteknolojik tekniklerle bitkilere aktarılan genlerin büyük bir çoğunluğu bakteri ve virüs kökenlidir. Gen aktarımı esnasında GDO’lu bitkilerin seçilebilmesi amacıyla antibiyotik dayanım izleme genleri kullanılmaktadı r. Ancak, bu antibiyotik dayanım izleme genleri insan ve hayvan bünyesindeki bakterilere yatay olarak geçişiyle onların da genlerinin antibiyotiklere dayanıklı hale dönüştürülmesi gibi sağlık açısından büyük riskler söz konusudur.
BESİN DEĞERİNDE BOZULMA: GDO’lu bitkilerde, yeni özellikler kazandırılırken, bitkinin orijinal yapısında bulunan bazı kalite öğelerinde önemli azalmalar olduğu tespit edilmiştir. Örneğin, kalp hastalıklarına ve kansere karşı önemli bir koruyucu madde olan “phytoestrogen” bileşiklerinin, klasiklere oranla, GDO’lu bitkilerde daha az olduğu bilinmektedir.
ÇEVRESEL RİSKLERGDO’lu bitkiler üzerinde en çok tartışılan konuların başında çevreye verebileceği zararlar gelmektedir. Bilim adamlarının çoğu, GDO’lu bitkilerin ekolojik zararlarının olabileceği görüşünde birleşmektedir.Toprak ve su kirliliği: GDO’lu bitkilerin kalıntılarındaki toksik maddelerin toprağa ve suya geçtiğine ilişkin çok sayıda araştırma sonucu bulunmaktadır. Bu nedenle, toksinlerin diğer organizmaları n besin zincirine katılmaları da söz konusudur. Bazı genlerin ürettiği endotoksinlerin toprakta 33 hafta kaldığı belirlenmiştir. Öte yandan, GDO’lu bitkilerin ikinci kuşak üretimini engellemek amacıyla, uygulanan terminatör teknolojisi gereği, tohumlar üreticiye verilmeden önce yüksek dozda antibiyotik ile bulaştırılmaktadır. Bu tohumların ekilmesiyle toprağa önemli miktarda antibiyotik geçişi söz konusudur. Buğday ve pamuk gibi çok geniş alanlarda ekimi yapılan ürünlerde bu uygulamanın etkisinin ne kadar büyük olacağı açıktır. Klasik herbisitler ürüne de zarar verdiğinden, üreticiler tarafından son derece dikkatli ve düşük dozda kullanılır. GDO’lu çeşitler ot öldürücülere dayanıklı olduklarından, ürüne zarar vermeyeceği düşüncesiyle, daha fazla ilaç kullanımı söz konusu olmuştur. Denemeler sonucunda, GDO’lu soyalarda herbisit kullanımının bir kaç kat arttığı belirlenmiştir.
Faunada değişim: GDO’lu bitkilerin faunada yararlı akraba türlerin yok olmasına ve yeni zararlı populasyonları nın oluşmasına neden olabileceği tartışılmaktadır. Özellikle, GDO’lu mısırlardaki Bt genlerinin sadece koçan kurtlarına etkili olduğunun söylenmesine karşın, mısır bitkilerinin arasında yetişen ve üzerinde bol miktarda mısır çiçektozu bulunan “Asclepias” adı verilen bitkilerle beslenen kral kelebeklerinin de öldüğü görülmüştür. Ayrıca, yararlı böceklerden olan “Ladybugs” (hanım böceği) ve “Lacewing” gibi böceklerin öldüğü, bu böceklerle beslenen arı ve kuşların da zarar gördüğü saptanmıştır. Bilindiği gibi, dayanıklı çeşitlerin oluşturduğu baskı sonucunda zararlılar zamanla tepkilerini değiştirebilmektedir. Bu durumda hem GDO’lu bitkiler etkisiz hale gelmekte, hem de biyolojik savaşta Bt bakterilerinden yararlanma imkânı ortadan kalkmaktadır.Mikrorganizmalarda değişim: Antibiyotiklere dayanım izleme genlerinin toprak bakterilerine geçmesi ya da terminatör teknolojisi gereği toprağa verilen yüksek dozdaki antibiyotiklerin baskısı nedeniyle dayanıklı yeni bakteri tiplerinin oluşma ihtimali her zaman vardır. Virüslere dayanıklı olarak geliştirilen GDO’lu bitkilerin, başka virüs tiplerinin ortaya çıkmasına neden olabileceği Michigan Üniversitesi’nde deneysel olarak kanıtlanmıştır. Virüs genleri, diğer virüs ve retrovirüslerin genleri ile karışabilmekte, bunun sonucunda da patojeniteleri artmış yeni virüsler oluşabilmektedir. Bu gen karışımının 8 hafta gibi kısa bir sürede gerçekleşebileceği deneysel olarak kanıtlanmıştır. Öte yandan, “Cauflower Mosaic” virüsü GDO’lu mısır, pamuk ve kolzalarda yaygın olarak kullanılmaktadı r. “Pararetrovirü sler” grubundan olan bu virüsün, hepatit-B ve HIV virüsleri ile büyük benzerlik göstermesi, konunun önemini daha da artırmaktadır.
Florada değişim: Bitkilere kazandırılan yeni özellikler bu bitkilerin yaşadıkları çevredeki floranın bozulmasına, doğal türlerde genetik çeşitlilik kaybına, ekosistemdeki tür dağılımının ve dengesinin bozularak genetik kaynakları oluşturan yabani türlerin yok olmasına neden olabilecektir. Çiçektozları, genetik kirlilikte en önemli etkendir. Mısır çiçektozlarının rüzgarın etkisi ile canlı olarak 1 km uzağa gidebildiği, yoncada arıların çiçektozlarını canlı olarak 2-3 mil uzağa taşıdıkları deneysel olarak belirlenmiştir. Genetik olarak değiştirilmiş bitki çiçektozlarının rüzgâr, kuş, arı, böcek, mantar ve bakterilerce taşınması sonucunda kilometrelerce uzaktaki bitki türleri de etkilenecek ve genetik bir kirlilik ortaya çıkabilecektir. GDO’lu ürünlerden gen geçişleri yabani türlerin özelliklerini bozacak ve bitkisel gen kaynaklarının geri dönülmesi zor bir zararla karşı karşıya kalmasına neden olabilecektir. Ayrıca, GDO’lu bitkilerdeki herbisitlere dayanıklılık genlerinin yabani akrabaları olan otlara geçmesiyle, tarımsal mücadele güçlüklerle karşılaşabilecektir. GDO’lu mısırlardan yabani mısır türlerine gen bulaştığına ilişkin resmi raporlar yayınlanmaya başlanmıştır.Yabani floradaki genetik yapı değişiklikleri, onların gen kaynağı olarak değerini tamamen yok edebilir. Arkansas Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada, GDO’lu çeltikten, çeltiğin yabani gen kaynağı olan kırmızı çeltiğe gen geçişinin olduğu belirlenmiştir. GDO’lu bitkiler için geliştirilen herbisitler, bu bitkilerin dışındaki tüm bitkileri kesin olarak öldürmektedir. Geniş alanlara uygulanan bu tip herbisitlerden yabani floranın olumsuz etkilenmemesi mümkün değildir. Öte yandan, terminatör genlerin akraba türlere çiçektozları ile geçerek onların ikinci yıl tümüyle yok olmalarına neden olması yüksek bir ihtimaldir. GDO’lu bitkilerden kaynaklanabilecek genetik kirlilik, birçok yabani türün anavatanı olan Türkiye için ayrı bir önem taşımaktadır.
Variyabilite ve beklenmeyen sonuçlar: Ekosistemler son derece karmaşık bir yapıya sahiptir. Özellikle, GDO’lu bitkiler gibi, yeni organizmaları n sistem içine girmesiyle bazı bilinmeyen risklerin ortaya çıkması beklenebilir. Bu zamana ve yere bağlı olarak türler arası gen akışının sonucunda ortaya çıkabilecek gen etkileşimlerinden kaynaklanmakta olup, populasyonda değişik bir karakterin ortaya çıkma ihtimali her zaman söz konusudur.
SOSYO – EKONOMİK RİSKLER
Pahalılık: GDO’lu ürünlerin tohumları, GDO’lu olmayanlara göre, %25 ile %100 arasında daha pahalı olup her yıl yenilenme zorunluluğu söz konusudur. Fiyatının yüksek olması nedeniyle tohumluk alımını uzun süre devam ettiremeyecek olan küçük çiftçiler bu durumdan zarar göreceklerdir.
Tek tip çeşit ve ilaç kullanımı: Bitkisel üretimin GDO’lu çeşitlere dayandırılması, geleneksel tarımda yerel çeşitlerin kullanımında önemli azalmalara neden olabileceği gibi, tarımda tohumluk ve ilaç bakımından dışa bağımlılık sorununu da doğuracaktır.Tohumluğun her yıl yenilenmesi: GDO’lu çeşitlerin sahip olduğu “terminatör gen” sistemi nedeniyle, tohumluk üretiminin çiftçiler tarafından yapılması olanaksızdır. Bu nedenle, tohumluğun üretici firmadan her yıl alınması zorunludur.
Çeşit karışımı: Aynı bölgede klasik ve GDO’lu çeşitlerin bir arada ekilmeleri halinde, çiçektozları nedeniyle, birbirlerine karışmaları kaçınılmazdır. Bu durumda, üreticilerin istedikleri tip ürünü özelliklerini bozmadan yetiştirmeleri imkânsız hale gelebilecektir. Bunlardan elde edilen ürünlerin de karışık olma olasılığı çok yüksek olacak ve tüketici açısından da önemli bir risk oluşturabilecektir.GDO’lu çeşit yetiştiren ülke konumuna gelinmesi: Birçok Avrupa ülkesi, GDO’lu ürün yetiştirmeyen ülkelerden bile, dışalım yaptıkları ürünler için “Genetik Olarak Değiştirilmiş Organizma” değildir belgesi istemektedir. Bu çeşitlerin yetiştirilmesi halinde, klasik ürünlerin pazarlanması da önemli ölçüde zorlaşacaktır.
DİN VE ETİK BAKIMINDAN KONUNUN SORGULANMASI:
Müslümanlar ve Museviler domuz eti ve türevlerini tüketmedikleri için domuz geni karıştırılmış ürünlerden de yemek istemeyeceklerdir. Ayrıca Müslümanlar bazı böcek ve hayvan genlerinin kullanıldığı ürünlere karşı da rezerv koyacaklardır. Aynı şekilde vejeteryanlar ise hayvansal gen içeren tüm bitkisel ürünleri tüketmek istemeyecektir. Bu durumda GDO’lu ürünlerin etiketlerinde gerekli bilgilerin doğru ve açık bir şekilde verilmesi bir insanlık görevi olarak ortaya çıkmaktadır.Biyogüvenlik Yasa TasarısıTaslağa zemin hazırlayan çalışmalara baktığımızda biyogüvenlik hukukunun, şirketlerin çıkarlarını gözeterek hazırlanacağı belliydi. Ancak gerek ulusal hazırlıkların gerekse de uluslararası düzenlemelerin GDO’lu ürünlerin Türkiye’de serbest dolaşımını zorunlu kıldığı söylenemezdi.Taslağa hukuki meşruiyet sağlayan, Biyolojik Çeşitliliğin Korunmasına Dair Sözleşmenin eki niteliğinde olan ve Türkiye’nin de onaylayarak yürürlüğe koyduğu Cartagena Biyogüvenlik Protokolünün dayandığı ihtiyatilik prensibine göre de ülkeler GDO’lu ürünleri üretmek, dağıtmak, Pazar açmak zorunda değillerdi. Bu ilkeye göre: Güvenlik konusunda bir bilimsel bilgi ya da uzlaşı eksikliği olduğunda, ülkelerin GD organizmaları n ithalatını ve kullanımını yasaklama ya da sınırlandırma hakkı vardır.Şimdiki mevcut tasarıyı hazırlayanları n iddiasına göre ise Cartagena Sözleşmesini imzaladığımıza göre böyle bir yasa çıkartmamız gerekiyordu. Evet Biyogüvenlik sistemine ihtiyaç duyduğumuz kesin. Bu sistemi işletecek bir kuruma da gereksinim var. Yasa tasarısı eğer sadece bu sistemi kurmak gibi bir amaç edinmişse, ki tasarı taslağının amaç maddesinde bu dile getiriliyor. Neden Transgenik ürünlerin zararsız olduğuna dair bilimsel ve toplumsal bir mutabakat sağlanmadan GDO’lu ürünlerin üretimine, dağıtımına, işlenmesine, pazarlanmasına izin veriliyor?GDO’lu ürünlere pazar yaratma kaygısının taslağın içine işlenmesi mevcut ekonomik ve yasal zorunluluklardan da kaynaklanmadığına göre durumun politik irade zaafiyetinden başka bir şey olmadığı kolayca söylenebilir.Tasarı taslağının tek hukuksal ve politik zafiyeti bu kadar değil elbette. Bilindiği gibi biyogüvenlik sistemi hangi toplumsal sınıfın çıkarlarını korursa korusun, gıda güvenliği, insan, hayan, ve bitki sağlığı ile ilgili tüm düzenlemeleri içine alacak şekilde oluşturulmalıdır. Buna karşın hazırlanan tasarı taslağında ne gıda egemenliği ne gıda güvenliğine ilişkin doğrudan bir düzenleme yok. Bu kadar da değil elbette. İnsan hastalıklarının teşhis ve tedavisinde kullanılan tıbbi ürünler ile veteriner tıbbi ürünleri kanun kapsamı dışında tutularak biyogüvenlik sistemi baştan, işlemez bir zemine oturuyor.Taslakla ilgili diğer bir önemli noktada yasakların düzenlendiği 11. maddeye ilgili. Bu maddenin b bendine göre, “GDO ve ürünlerinin, bebek ürünleri ile küçük çocuk ek besinlerinde kullanılmak üzere özellikle geliştirilmiş olanlar hariç, bebek mamalarında ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanımı, bu tür ürünleri içeren bebek mamalarının ve küçük çocuk ek besinlerinin ithalatı ve ülke içinde dağıtımı yasaktır.” deniyor. Bu maddenin GDO’lu ürünlerin riskleri konusunda bir itiraftan başka bir şey olmadığı açık: Küçük çocuklar yemesin ama yetişkin insanlar tüketebilir anlayışı nasıl bir insan metabolizması algısından besleniyor acaba? Küçükler için zararlı olduğu savlanan besinler neden büyüklere zarar vermiyor?Yine yasaklar başlığıyla düzenlenen maddenin c bendine göre, “biyolojik çeşitlilik ve genetik kaynakların korunması amacı için belirlenmiş genetik çeşitlilik merkezleri ile Korunan Alanlarına ve organik tarım yapılan alanlara risk değerlendirmeye dayanarak belirlenecek mesafelerden daha yakın mesafelerde GDO üretimi yasaktır.” Peki Türkiye’nin ulusal ölçekte uygulanan bir biyolojik çeşitlilik ve gen kaynaklarını koruma acil eylem planı var mı? Türkiye’nin biyolojik çeşitlilik ve gen kaynakları envanteri hazırlanmış mı? O Halde bu madde nasıl uygulanacak, bir ülkenin gen kaynakları envanteri ve biyolojik çeşitlilik acil eylem planı uygulaması olmadan yönetmeliklerle koruma alanları belirlenerek, yeni bir hukuksal komediye imza mı atılacak?
BİZ AR-GE DAİRE BAŞKANLIĞI ORGANİK TARIM EKİBİ OLARAK ÜLKEMİZDE GDO’LU ÜRÜN İSTEMİYORUZ. ÇOCUKLARIMIZIN VE BİZİM GELECEĞİMİZİ TEHLİKEYE ATMAK İSTEMİYORSANIZ BU MAİLİ DÜŞÜNÜN VE ÇEVRENİZİDE BİLGİLENDİRİN. SAYGILARIMIZLA .
--
Yılmaz KurtSamsun İl Özel İdaresiAR-GE Daire BaşkanlığıAR-GE Uzmanı