Friday, July 20, 2007

BASIN TOPLANTISI: GDO‘LU ÜRÜNLERİN İTHALATI VE İŞLENMESİ SERBEST BIRAKILAMAZ !..

"GDO‘ya Hayır Platformu Ankara Bileşenleri, 20 Temmuz 2007 Cuma günü bir basın toplantısı yaparak, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‘nın GDO‘lu ürünlere serbestlik getiren düzenlemesine tepki gösterdiler."

BASINA VE KAMUOYUNA

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından 26 Haziran 2007 tarihinde GDO ve GDO'lu ürünlerin ithalatı, işlenmesi ve kontrolüne ilişkin hususların "YASAL DÜZENLEMELERİN BELİRLENMESİNE KADAR" düzenlenmesine ihtiyaç duyulduğu gerekçesi ile GDO ve GDO'LU BİLEŞEN İÇEREN GIDA ve YEM MADDELERİNİN İTHALATI, İŞLENMESİ ve KONTROLÜNE İLİŞKİN HUSUSLAR HAKKINDA TALİMAT" hazırlanmıştır. GDO'lu gıda ve yemlerin ithalatı, işlenmesi ve yurt içinde kontrolü aşamalarındaki işlemlerin söz konusu talimat hükümleri doğrultusunda uygulanması için durum tüm Valiliklere ve Bakanlık birimlerine bildirilmiş, 1 Ağustos 207 tarihinden sonra talimat doğrultusunda işlem yapılacağı belirtilmiştir.

TALİMATIN YASAL DAYANAĞI YOK

Türkiye’nin taraf olduğu Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ve eki niteliğindeki Cartagena Biyogüvenlik Protokolü TBMM tarafından kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Protokole göre, GDO’lu ürünlerin iç piyasada üretimi, dağıtımı ve çevreye salımı konusunda bir takım zorunluluklar getirilmiştir. Buna göre sözleşmeye taraf devletler, ihtiyatilik ilkesi çerçevesinde bu ürünlerin risk değerlendirmesini yapacak sistemi kurmak, çevreye ve diğer gıdalara bulaşmasını engelleyecek tedbirleri almak ve ülkeye girişinden çıkışına kadar sıkı bir denetim mekanizması oluşturmak, bunu da bir iç hukuk düzenlemesi olan kanun ile yapmak zorundadır. Buna karşın Bakanlık tarafından çıkartılan talimatın bu açıdan yasal bir dayanağı, her hangi bir kanun bulunmamaktadır. Talimata dayanak olarak gösterilen kanunlar ise biraz önce belirttiğimiz yükümlülükleri karşılayan bir düzenleme içermemektedir.

Bununla birlikte Bakanlık yaklaşık beş yıldır yürüttüğü “Biyogüvenlik Kanunu” tasarı taslağı çalışmaları sonucu ortaya çıkardığı metinde, GDO’lu ürünlerin ithalatı, ihracatı, tüketimi, etiketlenmesi ve çevreye serbest salınımı ile ilgili yükümlülükler getirilmekte, GDO’lu ürünlerin kullanılmasından doğan zarar ve bu zarardan kaynaklanan sorumluluk, taslak metnin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Tasarı taslağı ile GDO’lu ürünlerin üretimi, kullanılması ve tüketiminin serbest hale getirilecek olması, bu konuda duyarlılık gösteren başta GDO’ya Hayır Platformu ve diğer demokratik kitle örgütlerinin çabası ile parlemento tarafından Bakanlığa iade edilmişti.

Oysa bugün Bakanlığın yürürlüğe koyacağı söz konusu talimat ile “Biyogüvenlik Kanunu” tasarı taslağı çalışmalarının bile çok gerisinde düzenlemeler getirilmeye çalışılmaktadır. Hukuki temelden yoksun, adeta yok hükmünde olan talimat, Cartagena Biyogüvenlik Protokolü doğrultusunda GDO’lu ürünlerden zarara uğrayacak çiftçi ve tüketicilerin zararları ile bu zararların kaynağı ile ilgili ispat külfeti konusunda hiçbir özel düzenleme getirmemektedir. Böylece çiftçiler ve tüketicilerin GDO’lu ürünlerden etkilendiklerini ispat etmek zorunda kalması, yargılama masrafları ve bunun için gerekli yüksek meblağlı harcamaların çiftçi ve tüketicilerce yapılacak olması, hak arama özgürlüğünü engelleyecektir. Oysa ki protokolün getirdiği ihtiyatilik prensibine göre, ispat külfeti GDO’lu ürünleri üreten ve ithal edenlerin üzerinde olmalıdır. Oysa talimat bu durumun tam aksine hiç bir düzenleme getirmeyerek hem GDO’lu ürünlere serbestlik yolu açmakta hem de bu ürünlerden doğacak zarar toplumun ve çevrenin sırtına yüklemektedir.

KİMLERE ÇIKAR SAĞLANIYOR

Türkiye’ye hukuk dışı yollarla bugüne kadar milyarlarca dolarlık GDO’lu ürün girmiş, halen de girmeye devam etmektedir. Bunun en önemli kanıtı da Toprak Mahsülleri Ofisi Genel Müdürü İsmail Kemaloğlu’nun Mayıs ayında Bandırma’ya yaptığı ziyaret sırasında ithal edilen ve Bandırma limanına indirilen mısırlarla ilgili olarak çeşitli açıklamaları ile sabittir. GDO’lu mısırların Bandırma Limanı’na girdiği günlerde sessiz kalmayı tercih eden Tarım Bakanlığı, şimdi de çıkardığı talimat ile sadece AB’den gelen ürünlerde GDO’larla ilgili düzenlemeye gitmekte, geri kalan ülkeler ile ilgili bir düzenleme getirmemektedir. Bandırma örneğinde de olduğu gibi Türkiye’ye çoğunlukla ABD ve Latin Amerika menşeili GDO’lu ürünler girmektedir.

Cartagena Biyogüvenlik Protokolü açık şekilde GDO’yu insan, hayvan, bitki ve çevre sağlığı, genetik kaynaklar için riskli ürün olarak değerlendirmekte ve ülkelere bu ürünlerin ithalatı esnasında her türlü tedbir alma hak ve yükümlülüğünü yüklemektedir. Ancak Cartagena Biyogüvenlik Protokolüne Amerika, Arjantin, Brezilya gibi pek çok GDO’lu ürün üreticisi ülke taraf bil değildir. Oysa Bakanlıkça hazırlanan talimat sadece AB ülkelerinden ithal edilen ürünlerle sınırlandırılarak büyük miktarda ithalatın yapıldığı ülkelerden gelen GDO’lu ürünleri denetim dışında bırakmaktadır.

Kamuoyunu yanıltıcı bu girişimlerle hangi sermaye gruplarının kollandığının açıklanması gerekmektedir. GDO’lu ürünleri ucuza getirip, çiftçimizin ve tüketicimizin geleceğini, biyolojik çeşitliliğin varlığını tehdit edenlerin kimler olduğu yetkililerce bir an önce açıklanmalıdır. Herhalde bunlar çiftçilerimiz değil, Cargill’in mısırlarından şeker üretenler ve diğerleridir…

KAMUOYUNUN HAKLI TEPKİSİ HİÇE SAYILIYOR

Türkiye’de yaklaşık on yıldır genetiği değiştirilmiş organizmaların riskleri, insan sağlığı ve biyolojik çeşitlilik üzerindeki yıkıcı etkileri, tarım ve çevre üzerine olumsuz sonuçları demokratik kitle örgütleri tarafından her platformda dile getirilmiştir. Canavar Balon Kampanyası ile de GDO’ya Hayır Platformu bu konudaki duyarlılığı kamuoyuna malederek topladığı yüz bin imzayı TBMM Dilekçe Komisyonuna iletmiştir. Dilekçe Komisyonu da gerekli mercileri konu hakkında bilgilendirmiş ve konunun tarafları ile birçok toplantı düzenlenmiştir. Ancak hükümet bu seslere beş yıldır kulaklarını tıkamış, bu da yetmiyormuş gibi 5553 sayılı Tohumculuk Yasası başta olmak üzere tarımın ve çiftçinin belini kıracak girişimlerini hızlandırmıştır. En son Nisan ayında Önce Ziraat Mühendisleri Odası ve Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platformu, Türkiye’ye GDO’lu ürün girdiği yönünde bir basın açıklaması yapmış, ardından da Ekoloji Kolektifi ve Tüketici Hakları Derneği gümrüklerden aldığı mısırlar üzerinde yaptırdığı analizlerde GDO bulunduğunu tespit ederek kamuoyunu uyarmıştır. Buna karşın hükümet bu seslere kulaklarını tıkadığı yetmiyormuş gibi şimdi de hukuka aykırı bir talimat çıkararak GDO’lu ürün ithalatını meşrulaştırmaya çalışmaktadır.

HALKIMIZI BİR KEZ DAHA UYARIYORUZ..

GDO'ya Hayır Platformu olarak Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara (GDO) karşı 2002 yılından beri yürüttüğümüz haklı mücadelemizde yeni bir döneme giriyoruz. Hükümetin giderayak çıkarttığı GDO ve GDO'lu bileşen içeren gıda ve yem maddelerinin ithalatı, işlenmesi ve kontrolüne ilişkin hususlar hakkındaki talimatı ile GDO'ların ithalatı ve işlenmesinin meşrulaştırılmaya çalışılarak riskin sorumluluğundan kaçılıyor; tarım toprakları, gıda güvenliği, tüketici sağlığı ve çevreye geri dönülmez etkileri göz ardı edilerek ülkemiz adeta genetik yıkıma sürüklenmektedir.

Yıllarca yoksul Afrika halkına GDO yardımı yaparak onları açlığa ve sefalete mahkum edenler, Irak’ın işgali ile yürürlüğe koydukları ilk uygulama olan 81 No’lu karar ile işgali sürekli kılanlar, Türkiye’de Tohumculuk Yasası’nın çıkarılmasını sağlayarak Anadolu’nun genetik mirasını sermayeye tescilleyenler şimdi de riskli GDO’lu ürünlerin ithalatını talimata bağlayarak genetik kıyım için düğmeye basmışlardır. GDO’ya Hayır Platformu bileşenleri olarak hukuki dayanaktan yoksun Bakanlık talimatına karşı tüm meşru ve hukuki mücadele araçlarını kullanacağımızı; ekoloji, tüketici ve tarım örgütleri olarak bu mücadeleyi soruna kadar sürdüreceğimizi bir kez daha tekrarlıyoruz.

GDO’ya Hayır Platformu Hukuk Komitesi hazırlıklarını tamamladıktan sonra kamuoyu bilgilendirerek hukuki sürecimiz başlatılacaktır. Toprağı, suyu, havası için mücadele eden tüm demokratik kitle örgütlerinin çalışmalarımıza destek olmasını istiyoruz.

Bu ülkeyi, bu toprakları sattırmayacağız. Bu toprakların kirletilmesini ve yok edilmesine izin vermeyeceğiz. Tüketicilerin sağlığının risk sokulmasına izin vermeyeceğiz.

Yaşam Bizimdir. YAŞAM PATENTLENEMEZ.

GDO’YA HAYIR PLATFORMU ANKARA BİLEŞENLERİ

İNSANIN İÇİNİ ŞİŞİREN BİR YAZI


Sunay Demircan


Yaklaşık 10 türü olan, bildiğimiz sarıçiçekli hardal otudur bu yazının kahramanı. Hazret aslen Akdenizlidir. Avrupa’ya, Amerika’ya ve öykümüzün geçtiği Hindistan’a sonradan taşınmış.
Hintliler hardal otunu en çok hardal yağı olarak tüketiyorlar. Küçük çiftçiler hardal otunu buğdayla birlikte ekiyorlar. Hasat ediliyor, kurutuluyor ve sonra hardal yağı çıkartan küçük işletmelere satılıyor. Yoğun kokulu olmakla birlikte, yenilebilen yağlar içinde en az doymuş yağ barındıran (%5) hardal yağı yoksul Hintlinin yegâne yemeklik yağı.
Ayrıca sarımsak ve hintsafranı ile karıştırılarak kullanıldığında (içilerek değil, sürülerek) romatizma ve kas ağrılarına iyi geldiği biliniyor. Antiseptik olarak da kullanılıyor. Evlerde aydınlanma amacıyla kandillerde yakılıyor, sivrisinek kovucu (bu özelliği ile sıtmaya karşı ciddi bir koruyucudur)…
İşte böyle. Hindistan’da, 1998 yılına kadar, milyonlarca küçük çiftçi hardal otu tarımı yapar ve yüz binlerce küçük işletmede yerel hardal tohumlarından yağ çıkartılır ve yoksulların yağ ihtiyacını karşılardı.
1998 yılında, aniden bir şey oldu. Başkent Delhi’de üretilen hardal yağlarına “bilinmeyen bir nedenle” yabancı maddeler karıştığı ortaya çıktı. 41 kişi öldü, binlerce kişi etkilendi. Hemen ardından hükümet hardal yağı üretimini yasakladı. Tam da o sırada, tesadüf bu ya, ABD soya üreticileri derneği Hindistan’a gelmiş, soya’nın (ve tabii soya yağının da) faziletlerini Hintlilere tanıtıyordu.
Hardal yağı yasaklanınca, hardal otu eken küçük çiftçi ürününü satamadı, hardal yağı tüketen gariban Hintli evine yağ sokamadı, kaçak yağ üreten küçük işletmeler suç işledikleri için ceza aldı, kapatıldı. Böylece, Hintliler yüzlerce yıldır kullandıkları hardal yağını ve hardal tarımını bir yıl içinde (mucizevî bir şekilde) bırakmak zorunda kaldılar. Hardal yağıyla birlikte gelişmiş olan tedavi yöntemlerini de terk ettiler…
Ee, madem hardal yağı bitti, gelsin soya yağı denildi. Hindistan’da ilk etapta en az 2.3 milyar Dolar büyüklüğünde soya piyasası olduğu hesaplandı. Birden bire milyonlarca ton soya tohumu ithal edildi.
Sihirli bir el yukardan uzanmış, hardalı çıkartıp yerine (%18 gibi göreli çok daha düşük miktarda yağ içeren) soyayı koymuştu. Ama gelen soya tohumu GDO’luydu. Yani, Genetiği Değiştirilmiş Organizma. Yani, içinde bir bakteri, bir petunya ve bir karnabahar geni aşılanmış bir yaratık. Bildiğimiz, tanrının insanlar-hayvanlar yesin diye yarattığı doğal bitki değil yani. Öyle bir yaratık ki, arıların dahi polenlerine ortak olmasına izin vermeyebiliyor. Elde ettiğiniz ürünü yeniden ekip bitki elde edemiyorsunuz. Yani, tohumlar kendilerini üretemiyorlar. Tohumu sadece şirket üretiyor. İyi mi?
İş bununla bitmiyor tabii. Şirket o tohumun, hatta içindeki genin dahi patentini alıyor ve tüm dünyada o tohumların sahibi oluyor.
İş bununla da bitmiyor, diyelim ki sizin komşunuz bu yaratıklardan ekti tarlasına, bir rüzgâr esti, o yaratıkların genleri gelip sizin tarlanızdaki yerli türlerle karşılaştı. Bu sentetik yaratıkların genleri baskın olduğu için sizinkilerin genetik özelliklerini de değiştiriveriyor. Artık mecbursun onlardan tohum alıp, onların istediği ürünü ekmeye. Nasıl ama?
Dönelim bizim hardal yağı düşkünü Hintlilere. Sanıyorsunuz ki o garipler hardal ekemez hale gelince soya ekmeye başladılar. Yok öyle yağma! Bir kere soya her toprakta yetişemiyor. Su istiyor, bakım istiyor, masraf istiyor… Sonra, soya tohumunu (diğer tüm GDO lu bitkilerde olduğu gibi) köylü kendi hasadından ayıramıyor, komşusuyla değiş tokuş yapamıyor. Her yıl dünyanın parasını verip malum şirketlerden satın almak zorunda.
Bir kocaman “geçmiş olsun!” hak ettiler değil mi? Bakalım Hintliyi ağır kokulu hardal yağından kurtaran şirketlerin halleri nicedir?
Küresel ölçekte tohum piyasasını ellerinde tutan 4-5 şirket var. Bunlardan en büyüğü de Monsanto. Bütün dünyayı olduğu gibi, Hintliyi de soyayla tanıştıran onlar. Monsanto her şeyiyle büyük bir şirket. Şeffaflar, demokratikler, hayırseverler, insan haklarına saygılılar, çevreciler.
Finansal performansına baktığımızda, 2007 yılının ilk 6 ayındaki net satışlarının 4 milyar ABD Dolarını geçtiğini görüyoruz. Net gelir ise (yine 6 aylık) 633 milyon dolar. Geçen yıla göre %27 artmış kazançları. Sosyal sorumluluk bilinci çerçevesinde hayır işlerini ihmal etmemişler. Web sayfalarından öğreniyoruz ki, hayır amaçlı hibeler de veriyorlar. Bir bölümü çevrenin ve doğal ekosistemlerin korunması amaçlı olan bu hibelerin geçen üç yıldaki miktarı 28.4 milyon ABD doları. Bu dönemde dağıtacağı miktar da 8.4 milyon Dolar.
Muhtemeldir ki “Hindistan’da yerel değerlerin korunması” başlıklı bir proje de bu hibelerden destekleniyordur.
Monsanto’nun yerel inançlara da saygılı ve destekleyici olduğunu görüyoruz. Örneğin Hindistan’da melez pamuk tohumunu satmak için Pencap eyaletinde Sih dininin kurucusu Guru Nanak’ın imajını kullanarak pazarlama kampanyasını yürütmüş hazretler.
Takdir duygularınızı göklere çıkartmak için belirtmemiz gerekiyor ki, Monsanto’nun 2006 yılı Ağustos ayında, kurum olarak yayınladığı bir insan hakları politikası belgesi de var. Bu belgede özetle şunları söylemişler: “Çocuk emeğinin sömürülmesini asla hoş karşılamayız; zorla eleman çalıştırmaya, borca atfen işçiliğe, köle işçiliğe, gönülsüz emek kullanımına karşıyız; ırk, dil, renk, cinsel eğilim… ayrımcılığını kınar ve kendi iş yerlerimizde yasaklarız; örgütlenme özgürlüğünü savunur ve çalışanlarımızın özgürce derneklere, sendikalara üye olmalarını teşvik ederiz…” İnsan daha ne ister?
Az kaldı unutuyordum, Monsanto her ihtimale karşı, Hindistan’da artık ekilmeyen yerel hardal bitkisi India brassica’nın da patentini aldı. Ne olur ne olmaz, bir gün hardal yağına konan yasak kalkar da gariban Hintli hardal otu ekmeye başlarsa yine, insan haklarına ve çevreye saygılı bir şirketten tohumlarını alsınlar diyedir herhalde.

Nasıl içiniz şişti mi?

“Anam yer babam gök” diyen Bektaşi’nin nefesini yeniden hatırlamamız lazım, zira bunlar yakında ruhlarımızı da patentleleyecekler.

(Bu yazının hazırlanmasında Vandana Shiva’nın Çalınmış Hasat/bgst kitabından ve http://www.monsanto.com/ adresinden yararlanıldı)

İSTANBUL'UN SONSUZ SU İHTİYACI ISTRANCA DAĞLARI'NIN ORMANLARINI KURUTUYOR

Asaf Ertan & Şahika Ertan
Mavi bir gezegene benzeyen yeryüzünün dörtte üçü sularla kaplı. Bu sular gezegende yaşayan tüm canlıların ve onlara evsahipliği yapan ortamların varolma kaynaklarından en önemlisi. Ancak milyonlarca canlı türünden sadece biri olan -insan- tüm diğer canlıları ve yaşama ortamlarını umursamadan, aslında sadece milyarda bir paydaşı olduğu bu sermayeyi, -su- yu har vurup harman savuruyor, kirletiyor ve onlara yaptığı haksızlıkla beraber kendi varlığını da tehdit ediyor.

Yukarıdaki genellemenin bir özel durumu İstanbul, İstanbul halkı ve bu kenti çevreleyen doğal ortamlarla paydaşı olan tüm canlılar için geçerli. İstanbul obur bir varlık gibi hertürlü doğal kaynağı yutuyor. Havuzlu evler öylesine kanıksandı ki şimdi yeni sitelerin arazilerinde yapay gölet modası cazibe konusu oluyor. Kurutulan onca sulakalanı umursamayan halkımız, o yerleri -öteki- gördüğü için, doğabilimciler açısından çok değerli olan uzaklardaki bu ekosistemler kendisini ilgilendirmiyor. Binlerce gölü kurutulmuş Türkiyemiz için kaygı yok; suları çekilerek havuzlara, göletlere akıtılacak yeni kaynaklar için heves çok..

Çevre ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürü Prof. Dr. M. Kemal Yalınkılınç'ın, 16.06.2004 tarihinde TBMM Edirne Milletvekili Rasim Çakır'ın soru önergesi üzerine, yıllardır su korsanlarının gözü üzerinde olan Istranca (Yıldız) Dağları akarsularının asla kendi ekosistemini yaşatma doğal hedefi dışında kullanılmaması gerektiğini, aksi halde hatanın ".. birbirini etkileyen tüm ekosistemleri yok edeceğini.." Trakya Üniversitesi, İ.Ü. Orman Fakültesi, Orman Bakanlığı görüşlerine dayanarak savumasına rağmen bu bilgiler hiçe sayılarak Istranca Suları'nı İstanbul'a akıtma hayalleri sürdürülüyor. Daha 22.6.2007 tarihinde İSKİ Genel Müdürü Mevlût Vural, Hürriyet Gazetesi'nden Yalçın Bayer'e verdiği röportajında bir yandan Istranca Dereleri'nden Pabuç Dere'de damla suyun kalmadığını belirtirken öte yandan garip bir çelişki ile "Istrancalar Projesi'nin 3. ve 4. kısım projelerine start veriyoruz." sözlerini tekrarlıyordu.

Size bir önerimiz var: Daha önce gene aynı amaçla yapılan ve Istranca Ormanları ekosistemine büyük darbe vuran 7 barajı bir ziyaret edin. Yeni su kaynaklarını devreye sokalım derken çevreyi ne hale getirdiğimizi görün. Şimdi aynı tahribat, geride kalan son derelerin ve Bulgaristan'la sınırımızı oluşturan Rezve Deresi'nin sularının İstanbul'a akıtılması şeklinde sürdürülmek isteniyor. Öte yandan İğneada Longoz (Subasar) Ormanları dünyanın ender ekosistemlerinden biri olduğu için korunması amacıyla yıllardır Birleşmiş Milletler GEF desteği ile milyonlarca dolarlık bir proje sürdürülüyor. Barajlar yapılmadan önce dahi, suya longoz ormanları kadar ihtiyacı olmayan meşelik, gürgenlik, kayınlık alanlarda kurumalar başlamışken bir de son akarsular İstanbul'a çevrilince ne olabileceğini vicdanı ve aklı olan herkesin tahmin edebileceğini düşünüyoruz.

Bu bağlamda bir soru akla gelmeli: Tarih boyunca çevresindeki su kaynaklarını yutan İstanbul'u doyurmak mümkün mü? Trakya'daki ülkemizin en değerli ormanlarından bir büyük parçayı da kurutmayı göze aldıktan sonra sıra nereye gelecek? Yunanistan'ın, Bulgaristan'ın sularına mı? İstanbul ne zaman doyacak? Ne zaman o ormanlar, o yabanhayatı kadar Trakya'daki, İğneada'daki, suyunu çaldığı tüm arazilerdeki insanların da su kullanma hakkı olduğunu kabul edecek İstanbullular, yani bizler? Kaldı ki su 21.yy. da uğruna savaşların yapılabileceği çok hassas bir zenginlik. Kaldı ki İğneadalılar'ın da, orada yapılacak tüm yatırımları tasarlayanların da bu gerçeği dikkate alması, suyu en az kullanacak formüller geliştirmesi gerekiyor. Çünkü -yok- kullanılamaz. O yoku -var- a çevirebilmek için eski insanlar -sarnıç- denen bir mimari yapı kavramını bile geliştirmişler. Bizler, bugünün insanları da çağın dev sorunu -küresel iklim değişikliği- karşısında yeni bir yaşama anlayışı ve modeli geliştirmek zorundayız. İsrafı ayıp sayan, doğal kaynakları kendi varoluşunu da sağlayabilmek için korumayı becerebilen, evrene saygılı bir insan olmayı benimsememiz gerek. Bunu kabul etmek için dünyamızın yokoluşunu, evimizi kaybedişimizi beklemek mi lâzım? Biz bu denli akılsız mıyız?

Evrenden Istranca'ya, oradan Longoz Ormanları'na ve tekrar evrene ulaşan düşüncelerimiz içinde bir kez daha vurguluyoruz: Istranca Dereleri ve Rezve Deresi kendi haline bırakılmalı. Taşıdıkları malzeme ile Karadeniz balıkları beslenmeli; çevrelerindeki ormanlar yaşamalı; bölge halkı da kendi sularını dikkatle kullanmalı. İSKİ yöneticileri de biz İstanbul Halkı da tutumumuzu doğaya ve insanlığa saygılı bir şekle döndürelim, tasarrufa yönelik bir yaşama modelini benimseyelim ve dünyanın kurallarını daha fazla yok saymayalım. Aksi halde dünya bizi -yok- yapacak.


Asaf Ertan & Şahika Ertan

Doğa Gözcüleri Derneği Kurucu üyeleri
Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği üyeleri
Türk Deniz Araştırmaları Vakfı Kurucu üyeleri
Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF International) üyesi (Ş.E.)

Tuesday, July 17, 2007

MHP: Özde IMF'ci parti
Abdullah Aysu
Yazı Dizisi: ÇÖKERTİLEN TARIM: Siyasi partilerin tarıma bakışı
Biegün 14.07.2007

AKP'den önce MHP'nin de ortağı olduğu 57. Hükümet IMF'nin buyruğu ile bir dizi yasa çıkardı. IMF'nin buyruğu ile çıkarılan bu yasalar; Türkiye tarımında tahribata yasal zemin oluşturdu, tahribatı hızlandırdı, artırdı.

MHP, seçim bildirgesinde sanki bu çıkarılan yasalarla ilgisi yokmuş gibi hiç söz etmiyor. Tarımda yabancı tarım ve gıda tekellerini egemen kılacak bu yasaların sonuca ulaşması için öngörülerde bulunuyor. Sözleşmeli üreticilik gibi çiftçileri köleleştirici, alternatif ürün projeleri gibi çiftçileri daha da yoksullaştırıcı öngörülerde bulunuyor, seçim bildirgesinde.

YENİDEN YAPILANDIRMA IMF'NİN
MHP, "Tarımda Yeniden Yapılandırma ve Destekleme Ku-rulu'nun kuruluş amacına uygun olarak çalıştırılması sağlanacak" diyor.

Tarımda yeniden yapılanma IMF ve Dünya Bankası'nın Türkiye tarımı için öngörüsüydü. 1980'den bu yana IMF ve Dünya Bankası'nın bu öngörüsü ülkemiz tarımında uygulandı; her 50 saniyede bir çiftçi mesleğini terk etmek durumunda kaldı.

MHP, "Tarım sektörü üretim işleme ve pazarlama bo-yudarıyla bütüncül bir yapıya kavuşturulacak" diyor.

Tarım sektöründe bütüncül yapıya kimlerin egemen kılınması düşünüldüğü önemli. Çünkü politik tercihinizi ona göre yapmanız gerekecek. IMF ve Dünya Bankası, tarım sektörünü bütüncül yapıya kavuşturmaya ve bu yapıya da tarım ve gıda tekellerini egemen kılmaya çalıştı, çalışıyor.

"Çiftçilerimizin ürün ve bölge bazında örgüdenerek, üretimden pazarlamaya kadar her safhada güçlü bir konum elde etmelerine imkân sağlamak amacıyla 'Üretici Birlikleri' etkin hale getirilecek" diyor.

AKP'nin çıkardığı bir Üretici Birlikleri Kanunu var. Ancak bu kanunun içeriği üreticiyi bir araya getirmeme he-defli ve IMF ve Dünya Bankası'nın Türkiye tarımında yapmak istediği yeniden yapılan(ma)mayla uyumlu. MHP'nin "tarımda sürdürülen yeniden yapılanma amacına uygun çalıştırılacak" öngörüsüyle etkin hale getirmek istediği, üretici birlikleri öngörüsü birbirleriyle çelişiyor.

DGD'LER ZAMANINDA ÖDENMİYOR
MHP, "Doğrudan gelir desteği, ürünlerin arz ve talebi dikkate alınarak ödenecek" diyor. Doğrudan gelir desteği diğer desteklerin yanında verilmesi gereken sosyal bir yardım. Ancak böyle uygulanmadığı gibi hiçbir dönemde zamanında ödenmedi. MHP'nin doğrudan gelir desteğini şimdi üretim planlaması enstrümanı olarak kullanma öngörüsü yanlış.

MHP, "Doğrudan Gelir Desteği (DGD) doğrudan üreticiye yapılacak. DGD ödemeleri, güzlük ve yazlık ekimlerin gerçekleştirildiği dönemlerde gecikmeden yapılacak. Her yıl için dekar başına doğrudan gelir desteği ödeme miktarı enflasyona paralel olarak arttırılacak. DGD uygulamasının altyapısıyla ilgili olarak; çiftçi tanımı yapılarak ürün bazında küçük, orta ve büyük ölçekli işletme büyüklükleri belirlenecek, çiftçi kayıt ve tapu-kadastro sistemi tamamlanacak" diyor.

MHP, AKP öncesi hükümette, hükümet ortağı idi. DGD'ler o zaman da çiftçiye zamanında ödenmedi. MHP döneminde de sonrasında da çiftçilere gecikmeli olarak verilen DGD'lere gecikme faizi ekleyerek vermedi. Ancak çiftçilerin Tarım Kredi Kooperatiflerine olan borçlarına gecikme faizi uyguladı.

MHP, IMF'NİN BUYRUĞUNDA
MHP, "Sözleşmeli üretim modeli ile bir taraftan çiftçilerimizin ürünlerinin gerçek değeri üzerinden pazarlanması-na, diğer taraftan sanayici, tüccar ve ihra-catçılara sürekli, kaliteli, yüksek standartta, uygun nitelik ve fiyatta hammadde arzına imkân sağlanacak" diyor.

Sözleşmeli üreticilikte şirketler tek taraflı sözleşmeler yapar. Şirketler, ürettirmek istedikleri ürünlere ne kadar fiyat vereceklerini hazırladıkları bu tek taraflı sözleşmelerle üreticiye dayatır. Dolayısıyla sözleşmeli üreticilikle çiftçinin ürünlerinin gerçek değerini bulması mümkün olmaz. MHP hükümet olduğu dönemde Tütün Yasası'nı çıkarttı. Çıkarılan Tütün Yasası sonrasında; TEKEL devre dışı bırakıldı. Şimdi TEKEL tütünde ne destekleme alımı yapıyor ne de destekleme fiyatı açıklıyor. Böylece yaklaşık 583 bin olan tütün üretici sayısı şimdilerde 255 bine geriledi. TEKEL alımda olsaydı şu an tütünün bir kilo fiyatı 20 YTL'den aşağı belirlenmiyor olacaktı. Şimdilerde tütünün kilosu ortalama 6 YTL'ye bile ulaşamıyor. MHP tütün sektörünü izleseydi çıkardığı Tütün Yasası ile tütüncülerin ve üzümcülerin yaşamını nasıl kararttığını görür, yasayı değiştirme vaadine bildirgesinde yer verirdi. Sözleşmeli üretimi bu kadar arzulu savunmazdı. Sözleşmeli üretim, IMF ve Dünya Bankası'nın çiftçileri şirketlere bağımlı kılan, kölesi yapan uygulamadır. MHP de hükümet olduğu dönemde IMF'nin buyruğunun dışına çıkmayan partilerdendi.

MODERN TARIM VERİMSİZDİR
MHP, "Tarımda verimsiz aile işletmeciliğinden, modern esaslara göre faaliyet gösteren işletmeciliğe dönüşüm sağlanacak ve çiftçilerimizin toplumsal refah ve çağdaş hayat şartlarından hak ettikleri payı almaları temin edilecek" diyor.

Tarımda aile işletmeciliği verimsiz değildir. Tarım kesimini giderek verimsizliğe taşıyan endüstriyel üretim tarzıdır. Modern esaslara göre faaliyet gösteren işletmeler, kimyasal gübre, kimyasal ilaç, fosil yakıt, suya duyarlı tohum, antibiyotikleri üretim esnasında kullanır. Modern tarımın kullandığı bu üretim girdileri toprağı, suyu ve havayı kirletir. Üretimin beşiği toprak, bitki ve hayvanların olmazsa olmazı olan su kullanılmaz olur. Tarım sektörü kapanmaz yaralar alır. Modern tarım ile geçici bir verimlilik yakalansa bile elde edilen ürünün getirdiği gelir çiftçiye değil, ilaç, gübre satan şirkete, mazot temin ettiği petrol istasyonuna, tohum şirketlerine ve nakliye sektörüne gider. Çiftçinin eline bir şey kalmaz. Yani modern üretim tarzında "para tren, çiftçi istasyondur". Para uğrar ama beklemez, şirkederin kasasına gider. En kestirme söylemle çiftçi, modern tarım tarzında şirketlerin kölesi olur. Dolayısıyla çiftçi MHP'nin iddia ettiği gibi modern tarım ile refah düzeyini yükseltemez, geriler.

PİYASALAR YABANCILARIN DENETİMİNE
MHP, "Hububat, tütün, et, şeker ve süt piyasalarında denetim etidnleştirilecek, tarımsal ürün ve üretimde kullanılan girdilerin piyasa şartları ile üretiminin sürdürebilirlili-ği tanzim edilerek denetlenecek" diyor.

Çıkarılan Şeker Yasası ile şeker piyasasının denetimini yerli ve yabancı şirketlere veren MHP'nin de ortağı olduğu 57. Hükümet idi. MHP, DSP ve ANAP ile birlikte çıkardığı Şeker Yasası sonrasında; pancar üreticileri, yaklaşık olarak 2 milyon dekar arazide artık pancar ekemiyor. 175 bin üretici, çiftçi üretim dışına çıkarıldı, artık pancar üretemiyor. Pancar üreticileri aile başına 1,8 milyar gelir kaybına uğradı, yoksullaştı(rıldı). 200 bin büyük baş hayvanın yaş küspe ihtiyacı karşılanamıyor. Şeker fabrikalarında çalışan işçiler işlerinden ve aşından oldu. 18 milyon ton olan şekerpancarı üretimimiz yarıya yakın azaldı ve n milyon tona geriledi. Ülkemiz çevresel/ekolojik dengesi, azalan şekerpancarı üretimi oranında bozuldu. Çünkü bir dekar şeker-pancarının sağladığı oksijen 3 dekar çam ormanına eşit. Kısacası yasa; şekerpancarı üreticilerini yoksullaştırdı. Fabrika işçilerini işinden etti. Besiciliği geriletti. Ekolojik dengenin bozulmasına neden oldu.

Tütün üretiminde ve pazarlanmasına çiftçileri değil yabancı tütün ve sigara tekellerini yine MHP'nin ortağı olduğu 57. Hükümet çıkardığı Tütün Yasası ile egemen kıldı. Et ve süt piyasasını düzenleyen kurumları DYP-SHP hükümeti özelleştirerek ortadan kaldırmıştı. Sonra hükümet olan MHP bu konuda hiçbir çözüm üretmedi. Şimdi çözüm öngörüsünde bulunuyor, o nedenle inandırıcı gelmiyor. MHP'nin yaptıkları yapacaklarının teminatıysa o zaman tarım şirketleşecek ve çiftçilerin topraklarından kopma süreci artarak devam edecek diyebiliriz.

TÜTÜN VE ŞEKERPANCARI ALTERNATİFSİZ
MHP, "Tarımsal ürün planlamasına katkı sağlayan alternatif ürün projesi kapsamında yapılan desteklemeler yaygınlaştırılacak" diyor. Alternatifini aradığımız ürünlerimiz hangileri? Şekerpancarı, tütün ve fındık... Şekerpancarı ve tütün ürünleri için niye alternatif arıyoruz? IMF ve Dünya Bankası istedi diye. Peki, bizim şekerimiz sağlıksız mıydı? Hayır! Tütünümüz fazla mıydı, sağlıksız mıydı? Hayır! Niye bunlara kota getirdik? IMF ve Dünya Bankası öyle istiyor diye. IMF ve Dünya Bankası'nın bu isteklerini kim yerine getirdi? İçinde MHP'nin de olduğu 57. Hükümet. Tütün ve şekerpancarı yerine ikame edilecek alternatif ürün arayışı yararlı bir çö-zümmüş gibi bildirge vaatleri arasına yazan kim? MHP!

SÖYLEMDE MİLLİYETÇİ, ÖZDE IMF'Cİ
MHP, söylemde IMF ve Dünya Bankası karşıtı ancak Türkiye tarımına yabancı tarım ve gıda şirketlerini egemen kılmak için IMF buyruğuyla tarımda tahribatı artıracak yasaları ardı ardına çıkaran koalisyon partilerinden biri. MHP, Tütün ve Şeker Yasalarını ülkemiz tarım gerçeğine uygun, çiftçilerin çıkarını gözetecek şekilde yeniden düzenlemeyi vaat etmiyor; alternatif ürün projesi öneriyor. Bu konuda yaptıkları yanlışı kabul etmiyor ve özeleştiri yapmıyor.

Fındığın durumuna gelince; fındığın ovalarda ekimini yasaklayan yasamız zaten var. Ama hükümetlerin biri geliyor, diğeri gidiyor, uygulayan yok.

BİRLİKLER YASASINI DA MHP ÇIKARTTI
MHP, "Tarım Satış Kooperatifleri Birliklerinin modern işletmecilik prensipleri doğrultusunda rasyonel çalışmaları sağlanacaktır. Tarım Kredi Kooperatifleri çiftçilerin finansman ihtiyacını karşılayabilecek laırumsal bir yapıya kavuşturulacak" diyor.

Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri'nin nasıl çalışacaklarına üyelerinin genel kurullarında seçtikleri yöneticileri karar verme yetkisine sahip. Birliklerin nasıl çalışacaklarına müdahale etme isteği kooperatiflere antidemokratik bir yaklaşımdır, yanlıştır. Birliklerin yasasını düzelteceğiz, özerkleştireceğiz diyerek değiştiren MHP idi. 57. Hükümetin Birlikler hakkında çıkardığı kanun ile içinden çıkılmaz bir hale sokuldu. Birliklerde şimdi Dünya Bankası'nın fikirleri cirit atıyor. Birlikler, MHP'nin de koalisyon ortağı olduğu 57. Hükümetin çıkardığı Birlikler Yasası nedeniyle çiftçilerin aleyhine şirketlerin lehine tasarlanıyor, düzene sokuluyor.

* * *

Saadet Partisi ve tarım

SAADET Partisi tarımdaki kötü gidişatın faturasını IMF ve IMF'nin dediklerini harfiyen uygulayan hükümetlere çıkarıyor. Tespit yerinde ve doğru. SP de diğer birçok parti gibi tarımdaki üretim modelini ve tarım ile gıdaya kimin/kimlerin egemen olması gerektiğinden söz etmiyor. Döneminde tarıma yaptığı desteklerden söz ederek, "geçmişte yaptıklarım yapacaklarımın teminatı" der gibi. SP, "Bütçenin transfer tertibinden tarımsal destekleme 1996'da yıllık 38 trilyon öngörülmüşken, ikinci yarısında yıllık 60 trilyon olarak gerçekleştirildi. 1997'de ise yıllık 95 trilyon olarak gerçekleştirildi" diyor.

SP, yukarıda verdiği rakamlarla tarıma bütçeden daha fazla pay hükümediğimiz döneminde verildi diyor. Tarımın desteklenmesi iyi, ancak tek başına tarımı doğru rotaya oturtmak için yeterli değil.

SP, "Birlikler ve TMO'nun köylüye verdiği ürünlerin bedeli 1995'te 43,5 trilyon iken, 1996'da 136 trilyona çıkarıldı. Yani 312 artırıldı" diyor.

SP, hükümetliği döneminde dolaylı ve dolaysız destekleme alımları için çok para ayırdığını söylüyor, doğru. Ancak DSP- MHP-ANAP hükümeti döneminde dolaylı destekleme alımların yapılmaması için kanun çıkarıldı. Bu konuları nasıl aşacağı konusunda görüş belirtmemiş. SP'nin hükümet olduğu dönemden bu yana köprünün altından çok sular geçti. Bu kadar tahrip edilmiş tarım için şimdi ne yapacaklarını net anlaşılır anlatmaları gerekiyor.

* * *

ÖDP ve tarım

ÖZGÜRLÜK ve Dayanışma Partisi'nin tarım öngörülerinin birçoğu doğru ve önemli. Tarımsal alanda çalışan kadınlar için söyledikleri hiçbir partinin seçim bildirgesinde yer almıyor. Tarımda çalışanlar için eksiksiz sosyal güvenlik istemeleri her partinin üzerinden atladığı bir konu. Tarımda çalışanlara yönelik öngörüleri emekten yana parti olduklarını gösteriyor. Ayrıca Tohumculuk Yasası'nm yürürlükten kaldırılmasını ve diğer birçok öngörüleri çiftçiden yana şirket tarımcılığına karşı olduklarını gösteriyor. Ancak biyodizel ve biyoetanole ilişkin öngörüleri en başta kendilerinin savunageldikleri "Başka Bir Dünya Mümkün" görüşlerine aykırı.

MALİYETLERİN ÜZERİNDE FİYAT
ÖDP, "Tarımda küresel şirkederin sözcülüğünü yapan IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü'nün politikaları değil, onların örgütierinin katılımıyla oluşturulacak demokratik ve sosyal bir tarım programı uygulanacak. Tarımda destekleme alımları sürecek. Tarım ürünlerinin fiyatları maliyetin üzerinde belirlenecek. Doğrudan Gelir Desteği, üretim planlaması için ek olarak verilecek" diyor.

Küresel kapitalizm için tarımı düzenleyen IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü politikaları yerine tarımdaki örgütie-rin katılımıyla demokratik, sosyal bir tarım programı öngörüleri doğru. Doğrudan gelir desteğine ilişkin öngörüleri doğru ancak gecikmeli olarak ödenen doğrudan gelir desteklerine yönelik söz söylememeleri eksiklik.

TOHUM YASASI KALDIRILACAK
ÖDP, "Çiftçiliği meslek olmaktan çıkarmaya yönelik Tohum Yasası gibi yasalar yürürlükten kaldırılacak" diyor. Tohum Yasası'nı yürürlükten kaldırmak için yazdıkları gerekçe doğru gerekçe. Şirket tarımcılığını benimsemediklerini gösteren doğru bir yaklaşım.

ÖDP; "Genetik Olarak Değiştirilmiş organizmaların (GDO) üretimini ve ithalini yasaklayan, halk sağlığını ve ekolojik dengeyi esas alan Biyogüvenlik yasası çıkarılacak. Küresel şirkederin endüstriyel gıda üretimi karşısında, küçük üreticinin hâkim olduğu ve ekolojik esaslara dayalı küçük aile üretimini esas alan sürdürülebilir köylü tarımı desteklenecek" diyor.

Küçük üreticileri destekleme öngörüleri ve koşulu olan ekolojik esaslara dayalı destekleme öngörüleri ÖDP'yi diğer partilerden farklı kılıyor. Aynı zamanda yalnızca şirket tarımcılığına öylesine karşı olmadığını, ekolojik üretim tarzından yana açıkça taraf olduğunu belirterek gösteriyor.

EKSİKSİZ SOSYAL GÜVENCE
ÖDP, "Küçük üreticiler başta olmak üzere düşük faizli tarımsal kredi genişleyerek sürecek. Köylülerin sosyal güvenliği eksiksiz olarak garanti altına alınacak. Tarımdaki kadınların emeği ücret-lendirilip sosyal güvenlik kapsamına alınacak. Köylü kadınların kırsal alana yönelik olarak uygulanacak teşviklerden öncelikli olarak yararlanmasının önü açılacak. Kırsal bölgedeki kadınların eğitim alabilmesine öncelik verilecek" diyor.

Tarımda çalışan kadınlara yönelik öngörüsü olan tek parti olmanın yanında köylüler için eksiksiz sosyal güvenlik isteyen bir parti.

ÜRETİCİLERE ÖRGÜTLENME HAKKI
ÖDP, "Üreticilerin sendika ve demokratik kooperatifler içerisinde örgüdenmesi ve yönetime doğrudan katılımları güvence altına alınacak. Tarımın ve canlı yaşamın temel unsurları toprak ve suyun korunması için tüm çalışmalar yapılacak" diyor.

Tarım kesiminin örgüdenmesini öngörerek örgütlü toplumdan yana olduğunu gösteriyor. Tüm canlılar için toprağa ve suya sahip çıkıyor. Arazi sulaması için kaynak aktarılacak derken büyük barajlar mı yoksa sürdürülebilir su tutma ve doğru, adaletii su yönetme konusundaki görüşleri belli değil.

AMAÇ DIŞI KULLANIMA SON
ÖDP, "Tarıma destekle üreticinin sırtından, yüksek fiyat politikalarıyla değil, bütçe kaynaklarından yapılacak. Özellikle bazı temel gıda maddelerinin yoksul şehirli ve köylülere ucuz fıyatia ulaşması sağlanacak" diyor.

Tarım destekleri konusunda söyledikleri anlaşılır değil, karışık. "Gıdanın yoksul şehirli ve köylülere ucuz fiyada ulaşması sağlanacak" sözleri ortalama söylemler, diğer partilerinki gibi.

ÖDP, "Tarımsal alanların ve ormanların yapılaşma ya da sanayi tesisleri kurma yoluyla amaç dışı kullanımına son verilecek, tarım ve orman arazilerinin bütünlüğü sağlanacak" diyor.

Tarım arazilerinin amaç dışı kullanımına karşı olmak güzel. "Tarım ve orman arazilerinin bütünlüğü sağlanacak" öngörüsü doğru ama eksik. Doğrusu biddsel üretim, hayvan yetiştiriciliği ve orman arazilerinin birlikteliği olmalı.

ENERJİ TARIMI YANLIŞ
ÖDP, "Enerji tarımına önem verilecek, biyoyakıt oranı yüzde 7'ye çıkarılacak. Enerji ve tarım politikaları birlikteliği sağlanarak tarımda istihdam alanı yaratılacak" diyor.

Biyoyakıta dayalı tarım politikaları birlikteliği istihdam yaratmaz, daraltır. Çünkü biyoyakıt amaçlı tarımsal üretim mono/tek tip ekim gerektirir. Tek tip ekim ise endüstriyel üretim tarzını zorunlu kılar. Endüstriyel üretim tarzı da; toprak, su ve biyoçeşit-Iilik için risk oluşturur. Endüstriyel tarım tarzı yoğun mekanizas-yon kullanır. Dolayısıyla endüstriyel tarım; daha az insanla çok iş yapmanın diğer adıdır. Ayrıca biyoyakıt üretimi için gıda üretiminde kullanılan topraklar ayrılır. Bu da, gıda fiyatını artırır. İnsanların ve hayvanların beslenmesi için ekilen toprakların otomobillerin deposuna yakıt üretmesi için ekilmesi anlamına gelir ki; kabul edilemez.

Monday, July 16, 2007

HAYVANCILIĞI ÇÖKERTEN PARTİ: DP

Abdullah Aysu

Yazı Dizisi: ÇÖKERTİLEN TARIM: Siyasi partilerin tarıma bakışı

Birgün 13.07.2007

Demokrat Parti seçim bildirgesinde, kendisinin de söylediği gibi geçmişi olan bir parti. Geçmişi bilindiği üzere Adalet Partisi ve Doğru Yol Partileri'dir. Adalet Partisi yıllarca köylünün oyunu alarak hükümet oldu. Türkiye tarımına yön verdi. Doğru Yol Partisi de Adalet Partisi'nin devamı olarak daha sonra siyaset sahnesindeki yerini aldı. Doğru Yol Partisi de bugün Demokrat Parti adıyla yoluna devam ediyor. Demokrat Parti Seçim Bildirgesi'nde AP ile DYP'nin mirasçısı olduğunu söylüyor. İsimleri değişik ama fikri birliği ve devamlılığı bakımından aynı olan bu üç partiyi yaptıklarıyla ele almak bugünkü DP'nin ne yapacağını anlamamıza yarayacak.

TARIMIN VEBASI: GDO

DP, "Organik tarım, seracılık, genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar gibi konuların modern bir yaklaşımla ele alınmasını çok önemli buluyoruz" diyor.

Organik tarımla genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar aynı konu içerisinde ele alınmaz, alınmamalıdır da. Çünkü bu iki konu birbirini reddi olan zıt konular. Ayrıca genetiği değiştirilmiş organizmaları, dünya ölçeğinde birkaç tohum tekeli dışında tarımı modernleştirecek bir gelişme olarak gören başka bir kesim veya topluluk yok. Genetiği değiştirilmiş organizmalar, dünyada tarımın ve doğanın felaketi olarak görüldüğü için her kesim ve topluluk tarafından karşı duruluyor. Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) verimliliği artıran değil azaltan, biyo-çeşitlilik için büyük risk olması bakımından tarım sektörünün günümüzdeki korkulu rüyası/vebası olarak görülüyor, değerlendiriliyor.

SİSTEM ÇÜRÜMÜŞ DURUMDA

DP, "Hayvan kaçakçılığı, şeker, et başta olmak üzere tarım ürünlerinin kaçakçılığı önlenecektir" diyor. Tarımsal ürün kaçakçılığını önleyeceğim söylemi hem güzel hem de zaten devletin asli görevi olan bir şeyin seçim vaadi olarak dillendirilmesi kaçakçılığın sistem çürümüşlüğünü göstermesi açısından üzücü, iç içeliğini göstermesi bakımından da öğretici.

SEÇİM FINDIK İLE BESLENİYOR

DP, "Demokrat Parti, dünya fındık üretiminin yüzde 75'ini, ticaretinin de yüzde 85'ini gerçekleştiren ülkemizin, bu avantajlarını kullanacak ve üretici refahı esaslı fiyat politikası uygulayacak. Çünkü DP, fındığa sahip çıkmanın Karadeniz'e sahip çıkmak, Karadeniz'e sahip çıkmanın da Türkiye'ye sahip çıkmak olduğu inancındadır" diyor.

AKP fındık üreticilerini mağdur ettiği için fındık, seçimin mazot fiyatıyla birlikte baş konusu oldu. 22 Temmuz seçimleri fındık ile besleniyor, mazot ile yürüyor dersek abartmış olmayız. Fındık elbette ki hem ülkemiz hem de Karadenizli üreticisi için önemli. Ancak fındığın sorunu yalnızca fiyat sorunu değil ki! Fındık üreticilerinin sorunu örgütleri olan FİSKO-BİRLİK'in yönetimlerinin demokratik belirlenememesi ve demokratik yönetilememesiyle FİSKOBİR-LİK'in fabrika ve depolarının özelleştirilme tehdidi altında olmasıdır.

FİSKOBİRLİK gibi diğer tüm birliklerin fabrikalarının özelleştirilmesi fikri, DYP eski Genel Başkanı Tansu Çiller'indir. Bu fikri yasallaştıran DSP-CHP-ANAP hükümetidir. Yasayı kaldıracağım diyerek oy isteyen oyları aldıktan sonra yasayı değiştirmeyerek uygulayan AKP'dir. Bu partilerin tamamı Dünya Ban-kası'nın öngördüğü birliklerin tasfiyesi planının parçalarını uygulayan partiler. Bu nedenle ben daha iyi fiyat veririm yarışı, hiçbir partiyi bu konuda vebalden ve yanlışından arındırmıyor.

Yasayı değiştirmek, yani birliklerin demokratik yapılara ve yönetimlere kavuşturulması ve özelleştirme tehdidinden kurtarılması için yasanın yeniden düzenlenmesi, tarımın ve tarımcıların acil çözüm bekleyen ihtiyaçlarıdır.

HAYVANCILIĞI ÇÖKERTEN DYP-SHP

DP, "Hayvancılık primleri (damızlık yetiştiriciliği, besi hayvanı, süt, düve-buzağı) artırılarak peşin ödenecek, küçükbaş hayvancılık da prim kapsamına alınacak" diyor. Geçmişte DYP, SHP ile EBK, SEK, YEM SANAYİ gibi hayvancılık piyasasını düzenleyen kurumları özelleştirmişti. Bunları yeniden oluşturup, göreve başlaması gerekiyor. DP'nin bu özelleştirmeler nedeniyle hayvancılığa ilişkin söylediği her söz, karın üzerine yazılmış sözler olarak görülüyor; inandırıcı olmuyor.

KABA YEM DESTEĞİ HEMEN

DP, "Kaba yem destekleri hemen başlatılacak, mera ıslahları devam ettirilecek" diyor. Mera ıslahı için çiftçilerin brüt ürünlerinden devlet tarafından yüzde 1 oranında kesinti yapılıyor. Bu nedenle devlet köylüden aldığı parayla yaptığı bu görevin planını, her yıl ne kadar alanı ıslah ettiğini köylülere açıklamalı, bir sonraki yılda ne kadar alanı ıslah etmeyi öngördüğünü köylülerle tartışarak belirlemeli.

PRİM ÖDEMESİ PEŞİN YAPILACAK

DP, "Yağlı tohumlu ürünler, zeytinyağı ve pamuk prim miktarı üretim yılı öncesinden açıklanacak prim ödemesi peşin yapılacak" diyor.

Tarımsal ürünlerde uygulanan primlerin düşük tutulması ve peşin ödenmemesi ülkemiz tarımının kronik sorunu. DP'nin primleri peşin ödenmesi öngörüsü yerinde.

BELİRSİZ YUVARLAK BİR SÖYLEM

DP, "Gübre, ilaç, tohumluk ve hayvan yemi fiyatları rekabet gücünün artırılabilmesi için dünyayla uyumlu hale getirilecek" diyor. Gelişmiş ülkelerin üretim girdilerine uyguladığı destek ile azgelişmiş ülkelerin uyguladığı destek arasında dağlar kadar fark var. Üretim girdilerini dünyayla uyumlu hale getirmek belirsiz yuvarlak bir söylem. Çiftçinin ihtiyacı; kullandığı üretim girdisine gelişmiş ülkelerin yaptığı destek oranında destektir.

VERGİ ALMAMAK YETMEZ

DP, "Sulama suyu elektriği ile hayvancılıkta kullanılan elektrikten vergi alınmayacak" diyor. Sulama suyu elektriği ile hayvancılıkta kullanılan elektrik önemli üretim girdisi. Sadece vergiden muaf tutulması üretimin tekerleğini çevirmek ve doğru yönde ilerletmek için yeterli olmaz, sübvanse edilmeli.

ULUSAL PROGRAM UYGULANACAK MI?

DP, "Tarımdaki çiftçi örgütlenmelerinin ve sivil toplum kuruluşları ile üniversitelerin katılımıyla Milli Tarım Politikası Belgesi hazırlanacak ve süratle mevzuat uygulaması dahil yürürlüğe konulacak" diyor.

AB İlerleme Raporları'nın öngörüsüyle Ulusal Programlar yapıldı. DP olarak, Ulusal Programı uygulayıp uygulamayacağınızı çiftçiler bilmek istiyor. Bunda açıklık yok. DP'nin Milli Tarım Programı'nın, AB İlerleme Raporları sonucu hazırlanan Ulusal Tarım Programı dışında ne öngördüğü de belirsiz.

YİNE İHRACAT YANLIŞLIĞI

DP, "İhtiyacımız olan ve ihraç avantajımız bulunan ürünler teşvik edilecek" diyor. DP de diğer partiler gibi tarımsal üretimi ihracata yönlendirmek gibi bir yanlışın içerisinde.

DP DE SÖZLEŞMELİ ÜRETİMDEN YANA

DP, "Sözleşmeli üretim tarım ve hayvancılığın her alanında teşvik edilecek" diyor. Sözleşmeli üretimi destekleyeceğiz deniyorsa o zaman devlet eliyle üretim planlamasından söz etmemek gerekiyor. Çünkü ikisi birbirinin tamamlayıcısı değil, yok edicisi olan ayrı iki tarz. Ama seçim bildirgesinde hem sözleşmeli üretimden hem de üretim planlamasından söz ediliyor.

YABANCILAR ALTERNATİF GÖRÜLÜYOR

DP, "Tarım ürünlerindeki kota uygulaması kaldırılacak, kota yerine alternatif ürünler teşvik edilip desteklenecek ve bu ürünler alım garantisi kapsamına alınacaktır" diyor. Kota tütünde ve şeker pancarında uygulanıyor. Tütün, hem gelir hem de yetiştirildiği toprak ve iklim koşulları gereği alternatifi olmayan bitkidir. Şeker-pancarının alternatifi tatlandırıcıda hammadde olarak kullanılan mısır. O zaman mısır üretimine ağırlık verilecek, dolayısıyla tatlandırıcı firmalarının önü açılacak ya da açacağız demiş oluyor. Diğer bir deyişle "alternatif ürün" diyerek aslında kendi fiyat düzenleyici alım ve pazarlama kurumlarımız yerine yabancı tarım ve gıda tekelleri alternatif olarak görülüyor.
* * *
İşçi Partisi ve tarım

İŞÇİ Partisi, tarıma ilişkin görüşlerini seçim beyannamesinde Avrupa Birliği ve ABD'nin güdümündeki tekellerin reddiyesi üzerinden kurmuş. Tarımı tarımcı yönlendirsin diye bir öngörüsü yok. Türkiye tarımını sadece yerli sanayiye hammadde üretecek bir sektör gibi görüyor ve değerlendiriyor. Yani "Milli sanayicimiz çiftçiyi sömürebi-lir", "yabancı sanayici sömüremez" üzerine görüşlerini odaklıyor adeta. Ne yerli ne de yabancı sanayici tarafından çiftçi sömürülmesin demiyor.

ÜRETİCİ KORUNACAK

İşçi Partisi "Üretici korunacak ve desteklenecek" diyor. Bunu bütün partiler söylüyor. Seçim öncesi başka bir şey söylemesi hiçbir partiden beklenmiyor zaten.

BAŞKA MEKANİZMA ÖNERİSİ YOK

İşçi Partisi, "Avrupa Gümrük Birliği'nden çıkacak" diyor. Bu siyasal bir partinin siyasal bir tercihidir, saygı duyulur. Ancak Avrupa Birliği ile tarımsal ticareti sürdürmek için İP'in Gümrük Birliği yerine başka bir mekanizma önerisi yok. Türkiye tarımsal ihracatının yüzde 50'inden fazlasını AB'ye yapıyor. Üzerinde iyi düşünülmesi gereken bir konu diye düşünüyorum.

GÜMRÜK KORUMASI

İşçi Partisi, "... Tarım ve ticaretimizi gümrüklerle koruyacağız" diyor. Gümrük Birliği'nden çıkmak yerine gümrük vergileriyle bir tartışma ve çözüm üretme girişimleri olabilir.

EGEMENLİK ÜRETİCİDE OLSUN

İşçi Partisi, "Başta tarım ürünleri olmak üzere Türkiye'de yeterince üretilebilecek malların, lüks tüketim maddelerinin ve ikame edilebilen malların dışalımına son verilecek; yerli üretimin verim ve kalitesinin artırılması için tarım ve sanayi desteklenecek" diyor.

Türkiye'nin iklim koşullarında üretilebilecek ürünlerin ithal edilmemesi ve içerde bu ürünlerin yetiştirilmesi için destek verilmesi doğru yaklaşım. Ancak tarım ve sanayinin ayrı düşünülmesi ve desteklenmesi doğru yaklaşım değil. Çiftçinin ürettiği ürünü kooperatifleri aracılığıyla işlemesi ve işlenen bu ürünlerin raflara kadar çiftçilerin örgütleri olan kooperatifleri aracılığıyla ulaştırılması doğru bir yaklaşımdır. Bu bağlamda kooperatife bağlı sanayinin gelişmesi için desteklenmesi doğru olur. Böylece üretimden pazara şirketler değil, üreticiler egemen olur ve o zaman üretici hem özgürlüğünü kazanır hem de sömürüden kurtulur.

TARIMDA FİYAT BELİRLEMESİ ÖNEMLİ

İşçi Partisi; "Tarım üretimi desteklenecek. Tarıma yılda 11 milyar YTL destek vererek, çiftçiye bir liradan ucuz mazot, ucuz gübre, ucuz tarım ilacı, tohumluk, damızlık, ucuz tarım kredisi sağlayacağız. Tarım tekniğinin geliştirilmesi ve kooperatifleşmeyle çiftçi ekonomisini canlandıracak ve ülkeyi yeniden tarım ürünlerinde kendine yeterli ve gıda güvenliğine sahip ülke haline getireceğiz. Bunun için AB ve IMF dayatmaları reddedilecektir. Tarım ürünlerine, üretimi özendiren değer fiyat verilecek. Tarıma destek siyasetleri bir yıl öncesinden ilan edilecek" diyor.

Tarımda fiyat belirlemesi ve fiyat desteği elbette önemli ancak üretilen ürünlerin tüketiciye ulaşana kadar ki sürecin her aşamasında kimlerin egemen olduğu/olacağı daha önemli...
* * *
Türkiye Komünist Partisi ve tarım

TKP, tarım konusunda çok bir şey söylemiyor. Söyledikleri de ortalama söylemler olduğu için yorumlamak pek mümkün olmuyor. Dünyadaki tüm duyarlı kesimlerin uzaklaştığı terk etmeye çalıştığı; endüstriyel tarımdan yana olduğunu ifade ediyor. Kısa yazılmış bildirgesinde karmaşa fazla. Tarım politikalarının yabancısı ve acemisi olduğu bildirgelerinde yazdıklarından görülebiliyor.

TKP, "Tarımı geliştirme merkezleri kurulacak" diyor.

Tarım hangi yönde geliştirilecek yani endüstriyel tarım konusunda mı yoksa sürdürülebilir köylü tarımını geliştirmek için mi tarım geliştirme merkezleri kurulacak belli değil. Bu nedenden dolayı yorum getirmek mümkün olmuyor.

TKP, "Ülkemize uygun bir ürün politikası geliştirilecek" diyor.

Ülkemizde yetişen ürünler ve flora belli. "Ülkemize uygun bir ürün politikası geliştirilecek" anlaşılır bir şey değil. Bununla ne anlatılmak istenmiş anlaşılmıyor. Eğer "ülkemize uygun bir tarım politikası geliştirilecek" denmek istenmişse o zaman milli bir tarım politikası mı bağımsız bir tarım politikası mı yoksa bağımsız demokratik bir tarım politikası mı uygulanacak belirsiz.
TKP, "Yerli tohum merkezleri oluşturulacak" diyor.

Yerli tohumlar yerel bölgelerde var. Onlar belki bir ağ biçiminde organize edilebilir ama AKP'nin çıkardığı Tohumculuk Yasası tohumculuk alanında birçok kısıt getiriyor. Bu konuda her hangi bir öngörüsü yok TKP'nin.

TKP, "Tarımsal üretimde en gelişkin teknolojiler kullanılacak" diyor.

Tarımda gelişkin teknolojiler kimyasal ilaç, kimyasal gübreler ve fosil yakıtla genetiği değiştirilmiş tohumlarla yapılan üretim tarzını kapsayan bir kavram. Bu üretim tarzı da toprağımız, yeraltı ve yerüstü sularımızı kirletici, küresel ısınmayı artırıcı, insan sağlığı için risk oluşturucu bir üretim tarzıdır. Dünyadaki tüm kapitalizm karşıtlarının karşıtı oldukları bir üretim tarzıdır. TKP "tarımsal üretimde en gelişkin teknolojiler kullanılacak" öngörüsüyle kapitalizm karşıtlarıyla arasını açıyor, kapitalistlerle açısını daraltıyor, aynılaştırı-yor, demektir.
TKP, "Tüm köylüleri kapsayacak bir kooperatifleşme hareketi başlatılacak" diyor.

Kooperatifleşme hareketi başlatması doğru bir yaklaşım.

Wednesday, July 11, 2007


CHP, AB-IMF-DB'DEN BAĞIMSIZ DEĞİL

Abdullah AYSU
Yazı Dizisi: ÇÖKERTİLEN TARIM: Siyasi partilerin tarıma bakışı
Birgün 12.07.2007

Çiftçi üretimden pazarlamaya uzanan zincirde sözleşmeli üretici pozisyonunda kalmışsa, zincire üretimden pazarlamaya şirketler egemen olur. Çiftçinin şirketlere bağımlılığı artar, sömürülmesi katlanır. Ancak CHP bu konuda henüz net değil...

CHP; "Çiftçimizin yoksullaşmasına, doğaya teslim olmasına, serbest piyasa koşullarında kaderine terk edilmesine, "çiftçiyi yok sayan anlayışa" son vereceğiz. Çiftçimizi refaha kavuşturacağız" diyor. Bu söylemler hoş söylemler. Çiftçinin gönlünü okşayan sözler. Ancak bu hoş sözlerin etkisi çiftçinin üzerinde çok kısa süre kalır, gök kubbede de hoş bir seda olarak kaybolur, gider. CHP, IMF, DB Yapısal Uyum Programları ile AB Ortak Tarım Politikası İlerleme Raporu ve onun isteğiyle çıkarılan sözde "tarımda ulusal programları" uygulayarak mı çiftçiyi refaha kavuşturacak yoksa uygulamayarak mı, çiftçi bunu bilmek istiyor. Çiftçinin serbest piyasa koşullarına terk edilmesine, 'çiftçiyi yok sayan anlayışa 'son vereceğiz" diyor. Ancak serbest piyasanın kendisi olan ürün borsalarını geliştireceğini söyleyen de yine CHP. Anlaşılan CHP'nin serbest piyasa konusunda kafası karışık.
* * *
CHP, söze "tarım yük değil, Türkiye'nin gücüdür" diye başlıyor. Tarımı ekonomi için bir güç, toplum için sosyal bir olanak ve kendi kendini döndüren yararlı bir faaliyet olarak görüyor.

CHP, salt AKP'nin tarımdaki, yanlış politikalarının karşısındaki doğruları söyleyerek tahribatın önemli bölümüne hem açıklık getiriyor hem de karşıtını söyleyerek kökten çözücü olmayan geçici çözümler üretiyor, seçim bildirgesinde.

IMF ve Dünya Bankası'nın bazı yaptırımlarına karşı çıkıyor ama tarımın tahribatına hız kazandıran Kemal Derviş için özeleştiride bulunmuyor. Tarıma ilişkin kimi çözüm önerileri IMF ve Dünya Bankası yapısal uyum programıyla ör-tüşüyor. IMF ve Dünya Bankası politikalarıyla arasına çizgi çekmiyor. IMF ve Dünya Bankası yaptırımlarına paralel önermelerde bulunan AB Ortak Tarım Politikası İlerleme Raporları'na ilişkin sözü yok.

Evet, CHP Türkiye tarımını nasıl görüyor, çözüm olarak ne öneriyor, bakalım.

ÇİFTÇİ, DERVİŞ ELEŞTİRİSİ BEKLİYOR

CHP, "5 yılda çiftçi unutuldu, tarım çökertildi. Gelişmiş ülkeler tarım ve hayvan üreticilerini korur ve desteklerken, teslimiyetçi politikalara tutsak olan iktidar, tarımsal üretimi, hayvancılığı ekonomimizin yüküne dönüştürdü. Bu durumu kabul etmiyoruz!" diyor CHP, tarımın tahribatının son 5 yılda yapıldığından söz etmekle, tarımın tahribat başlangıcını yanlış yerden başlatıyor. Tarımın tahribatı için 24 Ocak Kararları ile 1980'de düğmeye basıldığı kamuoyunca paylaşılan bir kanıdır. Son 5 yılda tarımda tahribat hız kazanmıştır, denilebilir. Son 5 yılda çiftçi unutuldu, tarım çökertildi demek, AKP öncesi hükümetlerin tarımda yaptıkları tahribatı aklamak anlamına gelir. Son 5 yıl tarımda uygulanan yıkım politikalarının yol haritasını çıkaran Kemal Derviş idi. Derviş'i partisine alıp Meclis'e taşıyan CHP'dir. Dolayısıyla son 5 yılda tarımda uygulanan politikalardan en az şikâyetçi olması gereken partinin CHP olması gerekirdi. CHP tarımdaki yol haritasının mimarını bünyesine aldığı için tarımın tahribatından en az AKP kadar sorumlu ve vebal altındadır. Çiftçiler, Derviş için CHP'den haklı olarak özeleştiri bekliyor.

CHP'NİN OKUMASI EKSİK VE YANLIŞ

CHP, "Tarımda üretim planlaması yok, hangi ürünün ne için, nerede ve ne kadar üretileceği tamamen çiftçinin inisiyatifinde bulunuyor" diyor. Tarımda planlamanın bulunmadığı bilinen ve söylenegelinen bir gerçek. CHP tarafından bir kez daha dile getirilmesi, unutturulmaması, gündemde tutulması bakımından iyi oldu.

CHP'NİN TARIM FOTOĞRAFI

CHP, "Tarım toprakları amaç dışı kullanılıyor. Tarım topraklarında erozyon sorunu var. Sulanabilecek tarım alanlarının yüzde 40'ına su gö-türülemedi; sulanan alanlarda da yanlış ve fazla sulamadan ötürü çoraklık, tuzlanma ve erozyon giderek ağırlaşıyor. Üretici örgütlenmesi yetersizdir. Tarımsal kamu örgütlenmesi yetersiz olup, yetldler 8 ayrı bakanlığa dağılmıştır.

Pamuk, yağlı tohumlar ve tüm hayvansal ürünlerde ciddi üretim eksikliği bulunuyor. Son 5 yılda tarımsal üretim artışı ortalaması yüzde 1,4 olup, nüfus artışının altında kaldı. Türkiye'nin var olan tarımsal üretim yapısı, meyve-sebzeyle koyun eti dışında bitkisel ve hayvansal üretim alanlarının tümünde AB ile rekabet gücümüzün olmadığını gösteriyor. Tarımdaki büyük potansiyelimize rağmen son 5 yıldır bu sorunlara çözüm getirilmedi; tarım büyük ölçüde desteksiz, çiftçimiz ise korumasız bırakıldı" diyor.

FOTOĞRAF DOĞRU, OKUMA YANLIŞ

CHP, tarımın içinde bulunduğu durumun fotoğrafını yukarıdaki gibi çekti. Fotoğraf bazı eksiklikleri içerse de büyük oranda doğru. Ancak çözüm olarak "Tarıma ve hayvancılığa güçlü destek vereceğiz; çiftçimizi ezdirmeyeceğiz" demesi tek başına çözüm için yetersiz. CHP nasıl ki tarımın tahribatını son 5 yıla indirgiyor, faturayı yalnız başına AKP'ye keserek yanlış yapıyorsa, tarımın tahribatını yalnız desteksizliğe yorumlayarak açıklaması da eksik ve yanlış. Yani fotoğraf doğru, fotoğrafın okunması eksikler ve yanlışlıklar içeriyor.

DESTEK İKİ KATINA ÇIKARILACAK

CHP; "Tarıma desteği, bugünkünün iki katına çıkaracağız: Her yıl çiftçimize, tarım ve hayvancılığa GSMH'nin yüzde 2'si oranında, bugün uygulanmakta olanın iki katı düzeyinde, "tarımsal destek" sağlayacağız" diyor.
CHP'nin böyle bir destek öngörmesi güzel bir öngörü. Çiftçilerin bu konuda CHP'yi takibe alacaklarından kimsenin kuşkusu olmasın.

TARIM SEKTÖRÜNDEKİ ARIZALAR

CHP, "Ekonomik değeri üstün ikame ürünlerin üretimini destekleyeceğiz. Çiftçimizin ürettiği ürünlerin maliyetini düşürüp, verimini artıracağız. Çiftçi, ürettiği her üründen hak ettiği bedeli ve primi zamanında alacak, ürünü elinde kalmayacak. Çiftçiye prim desteğini ekim döneminden önce ilan edeceğiz. Ülkemizin gerçekleri ve piyasaların talepleriyle uyumlu arazi kullanımı ve tarımsal ürün planlaması gerçekleştireceğiz; etkin olarak uygulanmasını özendireceğiz. Tarım ve hayvancılıkta verimin ve rekabet gücümüzün artırılmasını hedef alacağız. Verimli tarımsal üretim için arazi toplulaştırılma çalışmalarını destekleyip, hızlandıracağız.

Sulu tarım altyapısını yaygınlaştıracağız, sulanabilecek topraklarımızı 10 yılda suya kavuşturacağız. Örtü Altı Tarım (seracılık) ile Ekolojik Tarımı geliştireceğiz; ihracata yönelik olarak destekleyeceğiz."

Yukarıda sıralananlar tarımımızdaki arızalar. Bu tespitlerin çoğu doğru. Ancak "ekonomik değeri daha üstün ikame ürünlerin üretimini destekleyeceğiz" öngörüsü yanlış. Çünkü bu yaklaşım bizi yerel ürünlerimizden caydırıcı işlev görecektir. Ayrıca ülkemizin gerçekleri ve piyasaların talepleriyle uyumlu arazi kullanımı ve tarımsal ürün planlaması gerçekleştireceğiz; etkin olarak uygulanmasını özendireceğiz öngörüsü hangi toprakta hangi ürün yetiştirileceğine şirketlerin karar vermesini getirecek. Çiftçilerin topraklarında ne ekeceklerine karar vermemelerine neden olacak dolayısıyla çiftçileri özgürleştirmeye-cek, şirketlere daha da bağımlı kılacaktır.

Ayrıca "ihracata yönelik olarak destekleyeceğiz" önermesi yanlış önermedir. Çünkü yurttaşının yerine dışardan gelecek dövizi tercih eden ve onu önceleyen bir öngörüdür. İktidarı teslimiyetçi politikalarından dolayı eleştiren CHP'nin IMF, DB ve DTÖ'nün en çok savunduğu ihracata yönelik üretimi geliştireceğini söylemesi, "aslında yok birbirimizden farkımız" der gibi.

KOTALAR HAKSIZ VE İNSAFSIZ

CHP, "Haksız ve insafsız ölçüdeki kotaları makul düzeye getireceğiz" diyor. Üretimde kotaların kaldırılmasını savunmamak, kısmi iyileştirmeleri öngörmek eksik bakıştır, çiftçiler için tam bir çare değildir. Çiftçiler için kotasız özgürce üretme seçeneği öngörmüyor.

CHP VE KOOPERATİFLER

CHP, "Tarım Satış ve Kredi Kooperatiflerini ve Birlikleri'ni, çiftçinin tüm girdi ihtiyacını zamanında ve uygun fiyatla karşılayacak yapıya kavuşturacağız. Tarım Kooperatifleri'ni ve Kooperatif Birlikleri'ni destekleyeceğiz. Çiftçilerin kooperatiflerde gönüllü olarak bir araya gelmesini özendireceğiz. Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri'ne hiçbir maddi destek yapılmayacağı hükmünü içeren 4572 sayılı yasayı değiştireceğiz. Birliklerin zamanında alım ve gereğince stok yapabilmeleri için yeterli miktarda düşük faizli krediye ulaşabilmelerini, ürünün çiftçimiz ve ekonomimiz için en iyi şekilde değerlendirilmesini sağlayacağız. Kooperatif işlemlerinden vergi almayacağız" diyor.

Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri hakkındaki 4572 sayılı kanunu çiftçiler ve örgütleri lehine değiştirme düşüncesi çok yerinde, doğru yaklaşım. 4572 sayılı Kanun Kemal Derviş'in çıkardığı 15 günde 15 yasa içindeki 15 yasadan biri. Derviş'in yanlışını düzelterek pratikte özeleştiri verecek olması CHP için artı bir puan olarak görülmelidir.

KÜÇÜK ÇİFTÇİLER DÜŞÜNÜLMELİDİR

CHP, "Tarıma Güçlü Destek Projemiz çerçevesinde, Ziraat Bankası kredilerine enflasyon altında faiz uygulanmasını sağlayacağız" diyor. Ziraat Bankası'nı tekrar çiftçilere kredi veren bir banka gibi görüp işlevlendirmeyi düşünmek yerinde belirleme. Kredi koşulları gereği sadece büyük toprak sahiplerinin erişebilmesi, küçük ve orta çiftçileri yok edecektir. Kredi koşulları küçük çiftçilerin de yararlanacağı hale dönüştü-rülmezse kredi faizlerinin enflasyonun altında belirlenmesinin küçük çiftçiler için yararı olmayacak. Küçük ve orta ölçekli çiftçilerin toplam çiftçi sayısına oranı yüzde 8o'lerin üzerinde.

CHP SERBEST PİYASADAN YANA

CHP; "Tarım sigortasını yaygınlaştıracağız. Küçük üreticilerin sigorta primini devlet olarak karşılayacağız" diyor. Sigortaların kapsamının genişletilmesi gerekiyor. Küçük üreticilerin primlerinin devlet tarafından karşılanması düşüncesi küçük üreticiliğin sürdürülmesinden yana olması nedeniyle tarımın ve tarımcının yararına yaklaşım. Sigorta yapımında devlet tarafından karşılanan bölümü için sertifikalı tohum, hayvanlar için de hayvan kayıt sistemi koşulu aranması yanlış yaklaşım. Küçük köylü üretiminin yaşam şansını kısıtlayıcı koşullar bunlar.

CHP'DEN TİCARİ BAKIŞ

CHP, "Ürün borsalarını yaygınlaştıracağız ve etkinlik kazandıracağız. Lisanslı depoculuk hizmetlerini etkinleştireceğiz. Üreticiyi fiyat hareketlerinden korumak için avans ödeme (ön ödeme) sistemini geliştireceğiz" diyor.

Lisanslı Depoculuk tüccara çiftçinin sırtından yeni kazanç-sömürü olanağı sağlıyor. Kamunun sürdürdüğü bu kamusal görevi ticarileş-tirmekten başka bir şey değildir. CHP bu öngörüsüyle tarımda serbest piyasacıyım diyor.

ÇİFTÇİNİN SÖMÜRÜLMESİ KATLANIR

CHP, "Ekonominin taleplerini, toplumun ihtiyaçlarını karşılayan tarımsal üretim yapısını hedefleyeceğiz. Tarımsal üretim, pazar ve ürün işleme süreçlerini bütünleştireceğiz" diyor.

Tarımda üretimden pazarlamaya zincirin bütünleştirilmesi doğru bakış açısı. Ancak bu zincire kimin egemen kılınacağı kararı o partinin; doğru bir politik yönelim içinde olup olmadığının göstergesi olur. Çiftçi bu zincirde sözleşmeli üretici pozisyonunda kalmışsa bu zincire üretimden pazarlamaya şirketler egemen olur. Çiftçinin bağımlılığı artar, sömürülmesi katlanır. Yok, üretimden pazarlamaya zincire çiftçi egemen kılınırsa çifti özgürleşir ve sömürülmekten kurtulur.

TOHUM İTHALATÇISI OLMAYACAĞIZ

CHP; "Ürün üretim desenini değiştireceğiz. Ülkemizi 5 yıl içinde yağlı tohum ve pamuk ithalatçısı olmaktan kurtaracak politikalar uygulayacağız" diyor. Uygulanan tarım politikalarıyla tarımda çiftçilik kalkıyor, tarım şirketleşiyor. Şirketleşen tarımda ürün deseni şirketlerce belirlenir duruma geliyor. Ürün desenin değişmesi bir yandan şirket tarımcılığının elini rahatlatırken diğer yandan çiftçilerin topraklarında ne ekeceklerine ilişkin karar vermede alıkonuluyor. Ürün üretim deseninin değiştirilmesi öngörüsü ekolojik dengede tahribat yaratır. Ürünlerin yetiştirildiği yerlerde verimliliğin artırılması için ekonomik ve eğitim desteği yapılması doğru olur. Ekoloji yağlı tohum ve pamuk üretimine uygundur. Bu ürünlerde doğru bir fiyat ve prim politikasının uygulanması halinde her iki üründe de yeterliliği yakalayabiliriz. CHP'nin öngörüsü doğrudur.

MEYVECİLİK HER YIL TOKAT YİYOR

CHP, "Meyveciliğe önem vereceğiz, ihracat desteklerini yükselterek meyve ihracatını artıracağız. Zeytinciliğin geliştirilmesini, zeytinyağında dünya markası yaratılmasını hedef alacağız. Sofralık dane zeytine de prim vereceğiz" diyor. Birçok meyve üretiminde Türkiye'nin üstünlüğü var. Ancak meyvecilikte uygulanan yanlış politikalar nedeniyle üreticiler belirsiz ve kuralsız piyasadan her yıl 'tokat' yiyor. Bu sorun çözüm bekliyor. Bu konuda CHP'nin öngörüsü yok. Ancak destekleme ve prim öngörüleri yerinde belirlemeler.

TOHUMCULUK YASASI NE OLACAK?

CHP, "Hububat, yağlı tohumlar, çeltik ve yem bitkileri üretiminin artırılmasını sağlayacak önlemler alacağız, tohum ıslahını ve üretimini yaygınlaştıracağız" diyor.

Bildirgede bu konuda düzenleyici olan Tohumculuk Yasası'nın yanlışlığından söz edilmiyor. CHP, Tohum Yasası'nı kaldıracağız, çiftçilerin lehine yeniden düzenleyeceğiz demiyor. Bu yasayı değiştirmeden tohum ıslahı yapmasının yararı olmaz. Çünkü Tohumculuk Yasası ile tohumun üretiminden pazarlamasına şirketler egemen kılınmış durumda.

HAL YASASI'NA YENİ DÜZEN

CHP; "Hal Yasası'nı üretici lehine yeniden düzenleyeceğiz" diyor. Hal Yasası, çiftçilerin ürünlerini düşük fiyata elerinden alınmasına hizmet etmesinin yanında çiftçilerden ürün çıktıktan sonra hal ortamında oluşan yüksek fiyatla çiftçi çok kazanç elde ediyormuş yargısı halkta yer ediyor. Tüketicileri ve üreticileri sömüren bu sistemin değiştirilmesinin düşünülmesi üretici ve tüketici yararına olacak.

KAÇAK ÇAYA GEÇİT YOK

CHP, "Çaya hak ettiği fiyatı ve primi vereceğiz. Kaçak çay girişini önleyeceğiz" diyor. Kaçak çay, üreticimiz için ciddi sıkıntılara neden oluyor. Kaçakçılığı önleme hükümetlerin asli görevleri arasında. Partilerin kaçakçılığı önlemeyi vaatleri arasında sıralaması ülkemize özgü bir durum olsa gerek.

EKOLOJİK ÜRETİM İHRACATA YÖNELİK

CHP, "Ekolojik tarımı önemseyeceğiz, ihracata yönelik olarak destekleyeceğiz" diyor. Ekolojik tarımın önemsenmesi güzel. Ancak ihracata yönelik destekleyeceğiz yaklaşımı kendi yurttaşını sağlıklı ürünle buluşturmaya öncelik vermeyen doğru olmayan bir yaklaşım. Ekolojik tarımın merkezi bir politika olarak ele alınması ve bunun sonucu olarak eğitim müfredatının ekotarıma göre düzenlenmesi, ekotarımın uygulanan endüstriyel tarımla, plan içinde yer değiştirmesi çiftçilerin, tüketicilerin, toprağın ve suyun yararına. CHP'nin ekolojik tarımı önemsemeyi bu kapsamda ele alması yararlı. Ne yazık ki önemseme derecesini, başka ülkelerin yurttaşları için sağlıklı ürün üretme çerçevesinde ele alıyor, öyle görüyor.

MERA ISLAHI YETERSİZ ÖNLEM

CHP; "Hayvancılığı canlandıracağız. Hayvancılığın, hayvan yemi üretimiyle birlikte ele alınmasını sağlayacağız. Mera ıslahına hız kazandıracağız. Meraların talanına son vereceğiz" diyor.

Hayvancılığın çöktüğü tespiti yerindedir. Hayvancılığın yeniden canlanması için sadece mera ıslahını çözüm olarak görmek yetersizdir. Mera ıslahı devletin asli görevidir. Çünkü bu konuda zaten üreticilerin ürettiği brüt üründen yüzde 1 mera ıslah fonu kesiyor, alıyor. Aldığı bu fonun karşılığında mera ıslahı zorunlu görevi haline geliyor.

Hayvan yetiştiricilerinin yeniden hayvancılığa yönelebilmesi ve dolayısıyla hayvancılığın gelişebilmesi için üretim girdisi yem için piyasayı düzenleyecek yapılara, yetiştiricilerin süt ve eti değerinde satabilmeleri için de piyasayı düzenleyecek kurumlara ihtiyacı var. Bu yapılar ve kurumlar oluşturulmadan salt mera ıslahına verilecek önemle hayvancılığımızın toparlanması mümkün değildir. Hayvancılığın canlanmasını hayvan yemi üretmek ve mera ıslahıyla sınırlı görmek ya sektörü yeterince bilmemek veya bu sektörde işleyen sömürü düzenine dokunmak istememektir.

KÖY TAVUKÇULUĞUNA YER YOK

CHP; "Tavukçuluğu geliştirmek için sözleşmeli tavuk üretimini düzene sokacağız. Tavukta ihracat desteğini artıracağız" diyor. Kuş gribi sonrasında soykırım benzeri yapılan tavuk itlafından sonra sürdürülebilir köy tavukçuluğu darbe aldı. Sürdürülebilir köy tavukçuluğunun sürdürülebilmesi için, eğitim, veterinerlik hizmetleri ve ekonomik destek ön görülmemiş. Tavukçuluğu sadece endüstriyel tavukçuluk olarak gören bakışın yansıması bildirgede var. Dolayısıyla köy tavukçuluğunun eko denge içindeki varlığı önemsenmemiş.

ENSTİTÜLER YENİDEN AÇILACAK

CHP; "Tarım Araştırma Enstitüleri'ni ve kapatılmış benzeri tohum ve tarımsal geliştirme amaçlı teknoloji enstitülerini yeniden açarak, geliştireceğiz ve tarımın hizmetine sunacağız. Tarım hastalıklarının önlenmesine yönelik mücadeleyi ülke çapında etkin olarak sürdüreceğiz" diyor.

Kapatılmış tarım araştırma enstitülerinin tekrar tarıma hizmet için açılmasını öngörmek yerinde bir politika. Ancak Tohumculuk Yasası orta yerde durursa bu araştırma enstitüleri devlet olanaklarıyla çiftçilere değil tohumculuk şirketleri yararına çalışacak demektir. CHP'nin bildirgesinde, Tohumculuk Yasası konusunda değiştireceğim diye bir söz söylememiş olması tohum şirketlerinden yana olduğunu gösteren bir durum. O zaman da tarımda önerdiği doğru şeylerin inandırıcılığı pek kalmıyor.





AKP BAŞARISI: TİGEME NE GEREK VAR?


Abdullah AYSU
Yazı Dizisi: ÇÖKERTİLEN TARIM: Siyasi partilerin tarıma bakışı
Biegün 11.07.2007

TİGEM'lerin kiralanması doğru ve geliştirici olmadı. TİGEM'leri kiralayan birçok firma taahhüt ettiği yatırımları yapmadı. Ve kiralamalar durduruldu. BİZ de başaramadık elden çıkardık denilen topraklar, Türkiye'nin en temiz toprakları. Kâr amaçlı şirketlere kiraya vermek sorumluluktan uzak bir davranıştır
* * *
AKP; "Tarım sektöründe uygulanan diğer önemli politika ise, yıllardır yeni yatırım yapılmadığı için verimliliğini kaybeden tarım işletmelerinin (TİGEM) kiraya verilerek devletin yükünün azaltılması ve özel sektörün yatırım yapmasının önünün açılmasıdır" diyor.

TİGEM'lerin kiraya verilmesi doğru ve geliştirici olmadı. TİGEM'leri kiralayan birçok firma taahhüt ettiği yatırımları yapmadı. Bu nedenle kiralamalarının durdurulması kararı alındı. Ayrıca TİGEM'ler Türkiye tarımı için, öncülük, eğiticilik, öğreticilik, ıslah ve damızlık konusunda kamu tarafından çalıştırılması gereken kuruluşlardır. TİGEM'ler için "yıllardır yeni yatırım yapılmadığı için verimliliğini kaybeden tarım işletmeleri" olduğu için kiraya verdik yerine "yatırım yaptık, eğiticilik, öğreticilik, ıslah ve damızlık yetiştiriciliğinde iyi bir düzeye getirdik" demek ve yapmak başarıdır. Yoksa diğerleri yatırım yapmamış biz de sattık, elden çıkardık yaklaşımı başarı değil, başarısızlıktır. Biz de başaramadık elden çıkardık denilen topraklar, Türkiye'nin en temiz topraklarıdır. Doğası gereği kâr hırsıyla bu toprakları kullanacak olan şirketlere kiraya vermek en azından sorumluluktan uzak bir davranıştır.

YASALAR TARIMI ŞİRKETLEŞTİRİYOR

AKP; "Tarım sektörümüzün günün koşullarına uyum sağlaması amacıyla reform niteliğinde aşağıda yer alan kanunlar çıkarılmıştır" diyor.

AKP hükümeti, "günün koşulları" derken küresel kapitalizmin tarım kesiminde yapmak istedikleridir. Bu nedenle küresel kapitalizmin tarımda uygulanmasını istediği her şeyi AKP, hükümetliği döneminde zaten eksiksiz yerine getirdi. Bundan sonra da aynı politikayı izleyeceğini bu söylemiyle belirtiyor.

AKP hükümeti, çıkardığı yasalarla çiftçiliği ortadan kaldırmaya, şirketlerin Türkiye tarım ve gıdasında egemen olmasına diğer hükümetler gibi hizmet etti. IMF ve Dünya Bankası'nın istekleri olan ve tarımda IMF, Dünya Bankası benzeri bir politika izleyen Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası'nı Türkiye'de içselleştirmek için bir dizi yasa çıkarttı. Şimdi çıkarılan bu yasaları Türkiye tarımının ger-çekliğiyle karşılaştıralım.

TARIM ARAZİSİNE AMAÇ DIŞI YÖNTEM

AKP; "parçalanamaz minimum tarımsal arazi büyüklüğünü 20 dekara yükselten Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu" çıkardı. Toprak Koruma ve Arazi Kullanma Kanu-nu'nun temel olarak olumlu unsurları barındırdığı söylenebilir. Uygulamaya bakıldığında iyimser olmamızı gerektiren hiçbir ölçüt yok. Toprak koruma kuralları ileride tarım arazilerinin amaç dışı kullanılmasının hukuki temelini sağlayacak izlenimi veriyor ve bu kanıyı güçlendiren uygulamalar fazlasıyla var.

BÜYÜKLERE SİGORTA DESTEĞİ

AKP; "Çiftçilerimizin karşı karşıya olduğu pek çok riski güvence altına alan ve primlerin yüzde 50'sinin devlet tarafından ödendiği devrim niteliğindeki Tarım Sigortası Kanunu" çıkardı. AKP hükümetinin çıkardığı Tarım Sigortası Yasası'nın mevzuatı, çiftçileri değil, sigorta şirketlerini gözetecek şekilde düzenlenmiş bir yasadır. Kapsamı dar tutuldu. Örneğin kuraklığa karşı sigorta yapamayan şirketlere çiftçilerin bir yaptırımı olamıyor, bir de bunca ekonomik, sosyal ve siyasal baskı altında tutulan küçük ve orta ölçekli çiftçiler prim yatıracak para bulamadıkları için sigorta yaptıra-mıyor. Sigorta yaptırabilecek şirketlerle büyük toprak sahiplerinin sigorta priminin yarısını devlet karşılayarak şirkedere ve büyük toprak sahiplerine bu yönden de destek vermiş oluyor.

ÇİFTÇİLERE TOHUM ÜRETİMİ ENGELİ

AKP; "Tohumculukta dışa bağımlılığa son verilmesini sağlayacak olan Tohumculuk Kanunu" çıkardı. Tohumculuk Kanunu ile yurtiçinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verildi. Çiftçilerin ürettiği tohumları satmalarına engel getirildi. Çiftçilere ürettiği tohumu satmamak kaydıyla, sadece ailesinin ihtiyacı kadar, sınırlı tohum üretmesine izin verildi. Çiftçiler aralarında pazarda tohum alıp satamaz hale getirildi. Sadece çiftçilerin aralarındaki parasız değiş tokuşa izin verildi. Devlet-kamu tohum üretim alanının dışına çıkarıldı. Kamu, tohumun sertifikalandırma, ticaret ve denetimini şirketlere bıraktı. Şirketlerle çiftçiler arasında çıkacak anlaşmazlıklarda, devlet değil, tohum şirketlerinin oluşturduğu Tohumcular Birliği yetkili kılındı. Yasa; çiftçilerin tohum ihtiyaçlarını sağlamaları için tek adres olarak tohum şirketlerini gösteriyor. Çiftçileri ihtiyacı olan tohumu şirketlerden karşılamaya mecbur bırakıyor.

Tohumculuk Yasası bilindiği gibi çiftçinin çiftçilikle bağını koparma içeriklidir. AKP bu kanuna ilişkin "çıkardığımız bu kanun, hükümet olarak yanlışımızdır" diyerek geri çekip çiftçiler lehine yeniden düzenleyip çıkarma samimiyetini göstermelidir.

ORGANİK TARIMDA SORUNLAR

AKP; "Katma değeri yüksek ve dış talebin yoğun olduğu organik ürün ve girdilerin üretiminin geliştirilmesini sağlayacak olan Organik Tarım Kanunu" çıkardı.

Organik Tarım Yasası'nın sertifikalandırma işlemlerini şirketler eliyle yürütmeye yasal güvence getirdiği ve kamunun sertifikalandırmada devre dışı bırakıldığının yanlışlığından hiç söz edilmiyor. Yasa genel olarak olumlanıyor. Organik tarım sonunda elde edilen sağlıklı ürünlerin yetiştirildiği ülkelerdeki yurttaşların kolayca tüketebilmeleri için hiç bir çözüme yasada yer verilmiyor. Zaten bildirgede;" dış talebi yoğun" demekle yurttaşını sağlıklı gıdayla buluşturma hedefli olmadığını belirtiyor. Gelişmiş ülke yurttaşları için sağlıklı gıda üretemeye teşvik eden bir yaklaşım egemen.

Kimyasala dayalı endüstriyel tarımın neden olduğu sağlık sorunlarının yarattığı paniği ranta dönüştürmeye çalışan şirketlere karşı merkezi bir politikaya da yine yasada yer verilmemiş.

Organik tarımın esasında sürdürülebilir köylü tarımı olduğu, bu tarım tarzının sürdü-rülebilinmesi için yani çiftçilik mesleğinin yürütülmesi için de yine hiçbir politik, ekonomik ve sosyaî bir öngörü yasada yok. Daha çok idari düzenlemelerin yapıldığı yasada, kamunun çiftçilere organik tarım konusunda eğitim desteği verilmesi bile (yaptırım düzeyinde) yer almıyor.

Organik tarım yapmayan çiftçiye dekar başına 10 YTL, organik tarım yapan çiftçiye 13 YTL gibi düşük bir destek öngörülüyor. Verilen bu destek de ek bir destek değil, çiftçiler için belirlenen genel desteğin içinde birinin desteğini azaltıp diğerine verme biçimindeki yanılsama yaratılarak verilen bir destek. Desteğin bu kadar düşük ve simgesel kalması çiftçileri organik tarıma özendirici değil. Sadece Ziraat Bankası'ndan kredi kullanılması halinde faizinin yüzde 60'ını devletin karşılaması durumu var. Ziraat Bankası'ndan kredi kullanabilme koşullarına bakıldığında büyük çiftçilerin ve şirketlerin kullanabileceği bir düşük faizli kredi mekanizması oluşturulmuştur, denilebilir. Organik tarımın şirket tarımcılığı değil, aile tarımı olduğunu düşündüğümüzde uygulamanın organik tarımın ruhuna aykırı bir düzenleme olduğu görülüyor.

AKP; "Tarım ürünleri ticaretini kolaylaştıracak, ürün borsalarını geliştirerek vadeli işlemler ve opsiyon borsasında vadeli tarım sözleşmelerinin işlem görmesini ve üreticilerin fiyat dalgalanmalarından etkilenmelerini önleyecek Lisanslı Depoculuk Kanunu" çıkardı. Yasa ABD'den kötü kopyalanmış bir yasadır. ABD'deki Lisanslı Depoculuk Yasası ile çiftçiler; ürettiği ürünleri depoya teslim ederler. Teslim ettiği ürünün karşılığında, ürün miktarını ve kalitesini gösterir bir belgeyi alırlar. Alınan bu belgeyle istenirse bankaya başvurulur. Banka, o yıl için belirlenmiş ürün taban fiyatı üzerinden, ürün tutarının yüzde 70 karşılığı kadarını çiftçiye kredi olarak hemen öder. Verilen bu kredinin faizi yok denecek kadar düşüktür. Böylece çiftçiler, ürün hasadının hemen ardından, hem ihtiyacı olan nakit paraya kavuşmuş hem de nakit ihtiyacı için ürününü düşük fiyata elden çıkarmamış olur. Ürün piyasada taban fiyatından daha yüksek fiyata ulaştığında, depoya teslim etmiş oldukları ürünün tamamını belgeye dayalı olarak satabilirler. Satıştan elde ettikleri parayla önce bankaya kredi borcunu öderler. Ürünü piyasada en yüksek değere ulaştığında satış yaparak, aradaki farkı kazanç olarak alırlar. Yani ABD'deki Lisanslı Depoculuk Kurumu çiftçinin sorununu çözmeye ve çiftçiye kazandırmaya kurguludur. AKP hükümetinin çıkardığı Lisanslı Depoculuk Yasası ile; çiftçiler, ürettiği ürünü depoya teslim edecekler. Depoya teslim ettiği ürünün karşılığında kendilerine bir belge verilecek. Ancak, o belgeyle ABD'de olduğu gibi bankalardan düşük faizli kredi alamayacaklar. Ürün için taban fiyat be-lirlenmeyecek. "Kendine bir tüccar bul, kaça satarsan sat" denilerek, çiftçi piyasaya karşı korumasız bırakılacak. Ayrıca ürününü sattığı zaman ile teslim ettiği zaman arasındaki sürenin depo kirası da çiftçiden alınacak. AKP hükümetinin çıkardığı Lisanslı Depoculuk Yasası çiftçinin sorununu çözmeye değil, şirketlere kazandırmaya kurguludur.

Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası (VOB) ise Türkiye gerçekliğine ve kültürüne uygun olmadığı için zaten işlem yapabilmiş de değildir.

KOLEKTİF ÜRETİME ENGEL

AKP hükümeti çıkardığı Üretici Birlikleri Yasası ile Birlik üyelerinin kolektif üretim yapmasını engelliyor. Tüm üyelerin birliklere üye olmalarını düzenliyor ancak birliklerin üyelerin ürettiği ürünleri işleyebilecek sanayi tesisleri kurmasını önlüyor. Birliklerin, üreticilerin kullandıkları girdileri (ilaç, gübre vb) iç veya dış piaysadan toptan alıp üreticilere dağıtması engelleniyor. Üretici- tüketici ilişkisinin doğrudan kurulabilmesi için aracıların ortadan kaldırılmasını bu yasa sağlamıyor. Çiftçilerin adına teker teker olmak kaydıyla sözleşme yapabilmesinin önünü açıyor, ancak birliklerin tüm üyeleri adına sözleşme imzalanmasını yasaklıyor. Birliklerin gelirinden üyelerine pay dağıtması engelleniyor. Ayrıca hükümetlerce tarımla ilgili olan ve onaylanmış uluslararası sözleşmeleri aynen kabul etme ve gereğini yapma zorunluluğu getiriyor. Yasa, üreticilerin birliğini tesis edici değil, adeta dağıtma maksadı çıkarılmış bir yasa gibi...

İşte AKP hükümetinin reform niteliğinde diye değerlendirdiği yasaların içeriği bunlar...

AKP; "Hedefimiz, tüketimdeki eğilimleri yakından izleyerek, gelişmeleri bir "erken uyarı" mantığıyla küçük ve orta ölçekli üreticimize ileten bir yapı oluşturmaktır" diyor.

AKP hükümetinin çıkardığı yasalara bakıldığında, çiftçiliği ortadan kaldırmaya kurgulu olduğu açıkça görülüyor. Yani söylenen başka yapılan başka.

SUYUN TİCARİLEŞTİRİLMESİ

AKP; "Toprak ve su kaynaklarının etkin kullanılmasına dönük yöntem ve araçlara öncelik verilecektir. Bilinçli sulama için geliştirmeye başladığımız yağmurlama ve damlama sistemi yatırımlarını desteklenmeye devam edeceğiz. Sulama projelerine öncelik vererek rasyonel hale getirecek ve bu projelere yeterli kaynak tahsis edeceğiz. Barajı bitirilen projelerin, sulama ve bakım kısmını özel sektörün yatırımına açacağız" diyor.

Toprak ve su kaynaklarının doğru ve etkin kullanılmasına dönük destekler doğru bir yaklaşımdır. Ancak sulanabilecekken sulana-mayan arazilerin suyla buluşturulması için bütçeye konulan ödenek azdır. Bütçeden ayrılan bu ödenekle sulanabilecek arazilerin tamamını sulayabilecek duruma getirmek için 80 yıla ihtiyacımız var. Bitirilen barajların çiftçi örgütlerine ve kamunun yönetimine değil de özel sektöre devredilmesinin düşünülmesi suyun ticarileştirilmesidir, yanlıştır. Çünkü parası olanların topraklarını sulayabilecekleri yeterli parası olmayan küçük ve orta ölçekli çiftçilerin barajlar su dolu bile olsa arazilerini sulayamayacaklarını gösteriyor.

ÇİFTÇİLER ŞİRKET KÖLESİ OLACAK

AKP; "Pazar garantili sözleşmeli üretimi yaygınlaştıracak tedbirler uygulanacaktır" diyor. IMF ve Dünya Bankası patendi yapısal uyum programlarıyla piyasayı düzenleyecek tarımsal KİT'ler önceki hükümetier tarafından özelleştirildi. Çiftçi piyasada yalnız başına bırakıldı. AKP "bu yapılanların yanlış olduğunu biliyorum, düzelteceğim" diye köylünün oylarına talip oldu ve aldı. Ancak hükümet olduktan sonra piyasayı düzenleyen alım kuruluşlarını oluşturmadı. Üreticinin üretime başlayabilmesi ve üretim sürecinde gereksinimi olan düşük faizli tarımsal kredi ve diğer girdiler için sübvansiyon uygulamadı. "Geçmiş hükümetlerin bıraktığı yerden IMF ve Dünya Bankası politikalarının bir sonraki aşaması şirketlere mahkûmiyet anlamına gelen sözleşmeli üreticiliği yaygınlaştıracağız diyor. Yani IMF ve Dünya Bankası'nın çizdiği yolun dışına çıkmayacağız. Çiftçileri şirketlerin kölesi yapacağız" diyor.

TOPRAKLAR OTOMOBİLLER İÇİN

AKP;"Dünyada önemi giderek artan Enerji Tarımı geliştirilerek yaygınlaştırılacak, tarım ve diğer sektörlerin ihtiyaç duyduğu biyoeta-nol ve biyodizel üretimi teşvik edilecektir" diyor.

Enerji tarımı, otomobiller ve endüstriye enerji üretme kaynaklı yaklaşımdır. İnsanların ve hayvanların beslenmesini sağlayacak gıda üretimi yerine otomobillere yakıt sağlama amaçlı arazilerin tahsis edilmesi anlamındadır; kabul edilemez. Çünkü arazilerin enerji tarımı için tahsisi gıda üretimini ve arzını azaltacağı, dolayısıyla gıda fiyaüarının yükselmesine ve yoksulların gıdaya erişimini güçleştirecektir.

"İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın" görüşünü benimseyen AKP için bu biyodizel, biyoetanol yaklaşımı "otomobilleri yaşat ki, otomobil sanayisi yaşasın"a dönüşüyor. Dünyadaki moda yaklaşım olan biyodizel, biyoetanol üretimi çevreye dost olduğu yaklaşımıyla kamuoyunda yaldızlanmaktadır. Bu görüş, tamamen doğru olmayan bir görüştür. Biyodizel ve biyoetanol üretimi için tahsisi edilecek arazilerin neden olacağı açlığın yanında bu arazilerde yapılacak tek tip üretimin kendisi başlıba-şına çevresel kirliliğin ve küresel ısınmanın sebebidir. Bu konuda dünyadaki esen moda rüzgârın eddsinde söylenmiş bir söylemden başka bir şey değildir.

DEMOKRATİK KOOPERATİFLER

AKP; "Organize Tarım Bölgeleri projelerini uygulamaya geçireceğiz. Yerli tohum geliştirme çalışmalarına azami önem ve destek vererek, özel sektörün de bu yöndeki çalışmalarını teşvik edeceğiz" diyor.

Organize Tarım Bölgeleri de kulağa hoş gelen bir söylem. Ancak çiftçilerin gerçek anlamda işleyen, işleyecek olan yapısı demokratik, işleyişi demokratik kooperatiflere ihtiyacı var. Bu konuda yasal düzenlemeler yapmayarak özel sektörün gıdada egemenliğini oluşturmaya yönelik çabalar üreticileri sömürmekten/özel sektöre sömürtmekten başka işe yaramaz.

Çiftçilerin ihtiyacı, üretimden pazarlamaya egemen olacakları demokratik yapılar, yani kooperatiflerdir. Yoksa üretimi yapıp çekilen değil. Ürettiğini işleyen, ambalajlayan ve tüketiciye ulaştıran yapılara yani demokratik kooperatiflere ihtiyacı var. Ürettikleri ürünlerini satarken, pazarlık gücü bile olmadan elinden yok pahasına alacak olan çiftçilerin, Organize Tarım Bölgelerinde desteklerle semirtilmiş, orada alıcı kuş gibi konumlanmış özel sektöre de Organize Tarım Bölgelerine de ihtiyacı yoktur.

AKP, hükümet olduğu dönemde tohum yönetiminin tamamına tohum şirketlerini egemen kılacak Tohumculuk Yasası'nı çıkardı. Şimdi seçim arifesinde seçim bildirgesinde yerel tohumu geliştirecek çalışmaları özendireceğiz diye yazıyor. Bu, çıkardığımız Tohum Yasası yanlış olmuştur anlamında söylenmiş-se doğrudur. Yoksa inandırıcılıktan uzak seçim arifesinde öylesine söylenmiş bir sözden öte bir şey olarak görmemek gerekir.

'ZİHNİYET DEĞİŞİMİ' İYİ YÖNDE DEĞİL

AKP; "Hayvancılık sektöründe büyük bir potansiyele sahip olan ülkemizin rekabet gücünü artırmak için başlatmış olduğumuz zihniyet değişimini kararlılıkla devam ettireceğiz" diyor. AKP'nin sözünü ettiği zihniyet değişikliği; çiftçiliği ortadan kaldırma, tarımı şirketleş-tirmedir. Yani "zihniyet değişimi" iyi yönde değil.

» Üretim değil, ithalat bakanlığı
AKP; "Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nı günün şartları ve AB'ye uyum çerçevesinde yeniden yapılandıracağız" diyor. Bir süredir IMF ve Dünya Bankası'nın önermeleriyle köylerden ve köylerin işlerini yapmaktan çekilen Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nm isminden Köyişleri kelimesini çıkarmak için çalışmalar yapıldığı kamuoyuna yansıdı. Bunu AB'nin isteğiymiş gibi sunmak doğru bir yaklaşım değil. Türkiye'yi gıdada yeterlilikten uzaklaştıran IMF, DB güdümlü yapısal uyum programlan ile AB OTP güdümlü İlerleme Raporları ile artık Tarım ve Köyişleri Bakanlığı üretime yön vermekten çıkmış, ithalatı düzenleyerek halkı aç bırakmamak için uğraşmaktadır.
* * *YARIN: Cumhuriyet Halk Partisi'nin tarım hakkındaki görüşleri

HER 50 SANİYEDE BİR ÇİFTÇİ İFLAS ETTİ


Abdullah AYSU

Yazı Dizisi: ÇÖKERTİLEN TARIM: Siyasi partilerin tarıma bakışı

Birgün 10.07.2007


AKP, Hükümet olduğundan bu yana geçmiş hükümetlerin bıraktığı yerden IMF ve Dünya Bankası (DB) politikalarını tarımda sürdürdü. "IMF, DB'nın tarımda yarattığı tahribatı onaracağım, onların çıkarttırdığı kanunları değiştireceğim" diyerek geçen seçim döneminde çiftçilerin gönlünü ve yüzde 50'sinin oyunu aldı. Ama hükümet olduktan sonra Türkiye tarımının tahribatına neden olan IMF, DB yapısal uyum reformlarını uygulamaya devam etti. IMF ve DB ile benzer politikalar öneren AB Ortak Tarım Politikası'nın İlerleme Raporları ile belirlediği yol haritası için yasal düzenlemeleri de eksiksiz olarak yaptı.
* * *
AKP halen tek başına iktidarda olan bir parti. Bu nedenle AKP seçim bildirgesinde, tarımsal alana ilişkin vaatlerinde, yaptıklarına çok, yapacaklarına az yer vermiş. Hükümette kaldığı süreçte yaptığı yasal düzenlemeler, uyguladığı politikaları anlatıyor AKP. Biz de AKP'nin bu anlattıkları üzerinden Türkiye tarımını geliştirdi mi yoksa bağımlı mı kıldı onu irdeleyip, sizinle paylaşacağız.


AKP DÖNEMİNDE İFLASLAR ARTTI


AKP; Siyasetinin merkezine insanı yerleştiren Adalet ve Kalkınma Partisi, "İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın" anlayışıyla yola çıkmıştır, diyor. Ancak tarım kesiminde bu anlayışını uygulamadı, uygulamadığından söz etmiyor. Tarımda AKP'nin kendisine özgü bir programı olmadığı gibi ülkenin tarım gerçeklerini belirleyip ona uygun çözümler oluşturma çabaları olmadı. Tarım sektöründe uyguladığı IMF, DB yapısal uyum programları ile AB Ortak Tarım Politikası İlerleme Raporları olmuştur. AKP hükümetinin uyguladığı bu politikalar sonucunda tarımda çalışan çiftçileri yaşatmadı, mesleklerini terk etmelerine neden oldu. Türkiye'de her 50 saniyede bir çiftçi iflas eder duruma geldi.


AKP; "Halkımızın ihtiyaçları doğrultusunda, artan nüfusumuza ve işsizlerimize istihdam imkânı oluşturmak temel önceliğimiz olmuştur. Sadece ekonomik değil, sosyal açıdan da büyük önem verdiğimiz istihdam sorununa, çok boyutlu bir perspektifle yaklaşılmıştır. Hükümetimiz döneminde; insanımıza aş ve iş imkânı sağlamanın ve sosyal sorunlara çare bulmanın sağlıklı bir ekonomik yapı ile mümkün olduğu bilinci ile, ranta dayalı ekonomik yapıdan üretime ve istihdama dayalı bir ekonomik yapıya geçilmiştir" diyor.


DOĞDUĞU YERDE DOYMAK


İnsanlar doğduğu yerde doymak isterler. Hükümet olan partilerin görevi de insanların doğdukları yerde doymaları için çözümler üretmektir. AKP'nin istihdama ilişkin söyledikleriyle hükümetliği döneminde tarım kesiminde uyguladığı politikalar tarım sektöründe istihdamı artırmadı, tersine istihdamı daraltan işlev gördü. Diğer deyişle, insanları doğdukları yerde doyurmadı. Köylerde yaşayanlara aş ve iş imkânı sağlamadı, aşından ve işinden etti. AKP bildirgesinde yazdığı; "Tarımsal istihdamda bir dönüşüm yaşanmış, 2002'de 7,5 milyon olan çalışan sayısı 2006'da 6,1 milyona düşmüştür" seçim bildir-gesindeki açıklamasıyla tarımda istihdamı azalttığını kendisi zaten kanıtlıyor!


AKP, seçim bildirgesinde; "2002-2006 döneminde, istihdamda sanayinin payı yüzde 19'dan yüzde 20'ye, hizmetlerin payı ise yüzde 46'dan yüzde 53'e yükselmiştir. Aynı dönemde, yapısal dönüşümü ifade eden bu süreç sonunda, tarım sektörünün istihdam içindeki payı 2002'deki yüzde 35 oranından, 2006'da yüzde 27'ye düşmüştür" diyor. Bildirgedeki bu açıklamasıyla istihdam daraltıcı politikalar izlediğini doğruluyor. Yapısal dönüşümünde çiftçileri yok eden çiftçilerin bırakmak zorunda kaldığı topraklar da şirketler, büyük toprak sahipleri ve değişik yapıların eline geçmiştir. Tarımdaki yarattığı tahribatı yine bildirgedeki şu cümleleriyle bir başarıymış gibi gösteriyor: "Tarım sektörümüzdeki verimlilik artışını ifade eden bu dönüşüm, çoğunluğunu kadınların oluşturduğu ücretsiz aile işçisi sayısını azaltmıştır" diyor. Gerçekten AKP'nin iddia ettiği gibi verimlilik arttıysa, ülke olarak biz gıdada kendimize yeterlilikten neden çıktık? Neden en çok tarımsal ürün ithalatını AKP döneminde yaptık?


ÖZELLEŞTİRMENİN DİĞER ADI: KÖYDEŞ


AKP;"Bilgi çağına ulaştığımız 21. yüzyılda yolu ve içme suyu olmayan, taşıma su ile ihtiyaçlarını gidermeye çalışan sabırlı insanımıza sahip çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, KÖYDEŞ ve BELDES projelerini devreye sokarak bu sorunlara kısa sürede çözüm getirmiştir. İktidarımız, bu projelere 2 yılda 4,5 milyar YTL'nin üzerinde kaynak tahsis ederek konuya ne derece önem verdiğini somut şekilde göstermiştir" Köylerin Altyapısının Desteklenmesi Projesi (KÖYDEŞ); Proje ile köy yolları, köy içme suları, toprak ve küçük su kaynaklarını geliştirme, köy kanalizasyonlarını gibi yatırımları projelendirme yolu ile desteklenmesi planlanmış ve illere göre belirlenen ihtiyaçlar üzerinden yatırımlar için ödenekler ayrılmıştır" diyor.


Kısa adı KÖYDEŞ olan bu yapıya yüklenen veya verilen görevler diyelim, geçmişte Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün kendisinin yürüttüğü yani ihale etmeden kendi olanaklarıyla üstesinden geldiği işlerdi. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü kapatıldıktan sonra bu işlerin özel sektörce ihale yoluyla özel sektör tarafından yapılmasının önünü açan bir uygulamadır. 2 yılda ayrılan 4,5 milyar dolar ödeneğin de önemli bir bölümü özel sektörün kasasına gitmiştir. Bu hizmetleri Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü yapsaydı daha az harcamayla yapar devletin kasasından daha az para çıkardı.


AKP ayrıca KÖYDEŞ için bildirgesinde; "KÖYDEŞ projesi, uygulama alanında da bir yenilik getirmiştir. İktidarımız, sorunları merkezden çözme yerine mahallinde, yörenin şartlarını bilen vali ve kaymakamlarımızın önderliğinde, İl Özel İdareleri ve Köylere Hizmet Götürme Birlikleri (KHGB) aracılığıyla mahalli imkân ve kabiliyetleri en verimli şekilde kullanarak kısa sürede çözmeyi amaçlamıştır" diyor. KÖYDEŞ; Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün ihalesiz kendi olanaklarıyla yaptığı işlerin yani kamunun yürüttüğü hizmetlerin özelleştirilmesinin diğer adıdır, denilebilir.


DESTEK BÜYÜK TOPRAK SAHİBİNE


AKP;"Havza bazında rekabet gücünün yüksek olduğu ürün ve alanları belirleyerek, verilecek destekleri bu ürün ve alanlara yönlendireceğiz. Böylece, yörelerimize göreceli üstünlüklerine göre uzmanlaşmalarını sağlayıcı roller verecek, aynı zamanda üretim planlamasını gerçekleştirmiş olacağız" diyor.


Evet, AKP'nin bir havza çalışması var. Kamunun bugüne kadar olmayan üretim planlamasını uyguluyor olması bakımından iyi bir çalışma. Ancak Türkiye'yi tarımsal üretim konusunda havzalara ayıran bu planlamada desteklerin verilişindeki ölçütleri küçük çiftçileri dışlayan bir politika izlemesi nedeniyle iflas ettirici, büyük toprak sahipleri ile çok sayıda hayvana sahip olanları destekleyen yapısıyla büyük toprak sahipleri, büyük sürü sahibi ve şirketlerin gücüne güç katıyor olması nedeniyle adil değildir.


AKP; "Hayvancılık potansiyeli bulunan ve temiz çevreye sahip bölgelerimizde organik hayvancılık ve bunların ürünlerini işlemeye yönelik tesisleri destekleyeceğiz. Aynı anlayış, organik sebze-meyve üretiminde ve arıcılıkta da uygulanacaktır" diyor. Organik tarımı desteklemeyi hedeflemesi, öngörmesi olumlu bir yaklaşım olarak görülmelidir.


AKP; "Tarım-üniversite-sanayi işbirliğine önem vereceğiz. Üretici kooperatifleri gibi örgütlerin yaygınlaştırılmasını sağlayacağız" diyor. Tarım, üniversite işbirliğine önem vermesi onları buluşturması iyi bir yaklaşım. Bilimin tarımla buluşturulması düşüncesi önemli. Ancak bilim insanlarının "tarımı sanayiye hammadde üretsin" ile sınırlı gören bakışı kabul edilebilir değildir. Tarımın ve tarımcının geleceğini de bu "tek yola" sokmak akılcı hiç değildir. Böyle bir yaklaşım ve yönelim çiftçiyi sanayicinin marabası yapmaktan öteye taşımaz. Doğru olan üretimden pazarlamaya zincire çiftçileri örgüüeri aracılığıyla egemen kılacak bir örgütlenmeye katkı koyacak bir üniversite tarım işbirliği doğru ve geliştirici olur. AKP'nin öngördüğü tarım-üniversite-sanayi- işbirliğiyle sanayi kesimine ucuz tarımsal hammadde sağlama çabasından başka bir şey değildir.


AKP; "...kırsal alandaki biyolojik çeşitliliğin kullanımına imkân vereceğiz. Arıcılık, ipekböcekçiliği, kaz yetiştiriciliği gibi yöre koşullarına uygun ve rekabet gücü yüksek alanlarda destekler sağlayacağız" diyor.


Söylem güzel. Ancak AKP tek başına hükümet olduğu dönemde IMF, Dünya Bankası ve AB'nin isteğiyle sayısız yasa çıkardı. Ancak Biyoçeşitliliği koruyacak olan, Biyogüvenlik Ya-sası'nı çıkart(a)madı. Hazırladığı Biyogüvenlik Yasası biyoçeşitliliği koruyucu olmadığı ve ol(a)mayacağı için toplumsal muhalefet güçleri tarafından haklı olarak engellendi. AKP'nin arıcılık, kaz yetiştiriciliği ve ipekbö-cekçiliğine destek sağlama düşüncesi olumlu. Ancak bir yandan IMF'nin tarımı şirketleşti-ren politikasıyla AKP'nin aile tarımına desteği öngören bu yaklaşımı çelişir. Ne kadar gerçekleşir bekleyelim görelim.


DTÖ İSTEKLERİNE UYMA KOŞULLU


AKP;"Tarım sektörümüzün rekabet gücünü artırmak, sürdürülebilir yapıya kavuşturmak ve orta vadede uygulayacağımız politikaları net olarak ortaya koymak için iktidarımız, Tarım Stratejisi Belgesi'ni hazırlamış ve Tarım Çerçeve Kanunu'nu çıkarmıştır."


"Tarım Kanunu'nda, kapsamlı bir yaklaşımla biyolojik çeşitlilik, genetik kaynakların korunması ve biyogüvenliğin sağlanması, ürün konseyleri, sözleşmeli üretim, tarım havzaları ve kırsal kalkınma hizmetleri ile ilgili düzenlemelere yer verilmiştir" diyor.


Tarım Strateji Belgesi'nin temel stratejik hedeflerine bakıldığında şirketler çıkarına dünya ticaretinin anayasasını belirlemeye/hazırlamaya çalışan DTÖ'nün isteklerine uyma koşullu. Küresel kapitalizme entegre olmuş, tarımda serbest piyasayı benimsemiş olan AB OTP'sine uyum koşulu var. Desteklemelerde piyasa mekanizmalarını bozmayacak desteklemeler öngörülüyor. Gelişmiş ülkeler kendi çiftçilerini desteklemek ve piyasa mekanizmalarını bozmayı etkisiz kılacak olan yeşil kutu, kehribar kutu gibi kutular adı altında tarımlarını ve tarımcılarını desteklemek için yan yollar bularak desteklemeleri sürdürüyorlar. Bizim gibi ülkelerden de piyasa mekanizmasını bozacak olan desteklemelerden kaçınmamızı isteyebiliyorlar. Gelişmiş ülkelerin kendi tarımlarını desteklemeleri, az gelişmiş ülkelerden desteklememelerini istemeleri olan ikili hayat ne adil ne de eşitlikçidir. Bu adil ve eşit olmayan tarım kesimindeki bu ikili hayata diğer hükümetler gibi AKP de uymuştur. Bunun dışında destekler belirlenirken ödeme miktarı, şekli ve zamanının önceden duyurulması üreticinin tercih kullanması açısından doğru bir önermedir. Ancak AKP hükümetliği süresince böyle bir politika uygulamamıştır. Hiçbir desteği zamanında ödememiştir. Çiftçiye gecikmeli ödediği desteğe gecikme faizi ekleyerek ödememiş ama çiftçinin Tarım Kredi Kooperatifine olan borcunun gecikmelerine faiz uygulanmıştır.


AKP DESTEĞİ AB NORMUNUN 1/7'Sİ


AKP; "AK Parti iktidarı döneminde, Türkiye'de tarım sektöründe önemli gelişmeler sağlanmıştır. Tarıma verilen toplam destekler, 2002'de 1,8 milyar YTL iken, bu değer 2007'de 5,3 milyar YTL düzeyine çıkarılmıştır" diyor.


AKP hükümetinin de ondan önceki hükümetierin de tarım iyi destek veriyoruz demeleri doğru değildir. Türkiye'de hükümetierin tarıma verdiği destek AB destekleme ölçütlerine göre verilmesi gereken oranın 1/7'sidir. AB'ye girmeye aday olmuş bir ülke hükümetinin biz tarıma iyi destek veriyoruz demesi anlaşılır bir durum değildir. AKP hükümeti çıkardığı Tarım Kanunda tarıma destek oranlarını GSMH'nın yüzde ı'inin altında olamaz demesine karşın 2006'da AKP Hükümeti'nin tarıma verdiği destek yüzde 0,83 de kalmıştır. Kendi çıkardığı kanunun gereğini bile yapmamış olması söylemiyle örtüşmüyor.


AKP; "İktidarımız döneminde traktör satışlarında büyük artışlar kaydedilmiştir. 2002 sonuna kadarki 4 yıllık dönemde toplam satılan traktör sayısı 75 bin iken, 2003-2006 arasındaki 4 yıllık dönemde bu sayı 134 bine yükselmiştir" diyor.


Bu traktör satış rakamları yanıltıcıdır. Şöyle ki; iflas eden çiftçinin sattığı traktörün rakamı da bu sayının içindedir. İflas eden çiftçi eski traktörünü satıyor. Traktörünü sattığı aynı yıl gidip yeni traktör alıyor. Bundan bir sene kazanıyor. Çiftçinin aynı yıl içinde sattığı traktör sayısının verilen sayıdan düşürülmesi halinde çiftçi traktör almış değil, iflasından dolayı sattığının daha çok olduğu görülecektir. AKP traktör satış sayılarını maliyedeki alım satım vergilerin kayıtlarına dayanarak yorumluyor. Bu kayıtlar hem AKP'yi hem de halkı yanıltıyor.


AKP; "AK Parti iktidarı, tarımsal desteklerin üretim ve verimliliği artırmaya dönük olmasına önem vermiş, toplam desteklerin içindeki DGD payını yüzde 86'dan yüzde 40'Iara düşürerek ürün desteğini altı kat artırmıştır" diyor.


Desteğin veriliş miktar ve oranında bir artış olmuyor, olmadı da. Doğrudan Gelir Desteği (DGD) payının yüzde 86'dan 40'lara düşürülmesi arada kalan yüzde 46 oranının değişik ürün yelpazelerine dağıtıldı. DGD olarak toprağa değil de doğrudan ürüne dolayısıyla üretime bağlı destek verilmesi doğru bir destekleme politikasıdır. Ancak destekte bir artış olduğu doğru değildir. Henüz kanun olarak konulan yüzde 1 miktarında bir desteğe ulaşılamamışken desteği 6 kat arttırdık, demek yanıltıcıdır. Geçmiş dönemlerde tarıma verilen desteklerin GSMH'ya oranı AKP hükümeti döneminden az değildir. AKP hükümeti döneminde yıllık olarak tarıma verilen destek GSMH'nın sadece yüzde 0,83'dür.


AKP; "Petrol fiyatlarında meydana gelen artışın üreticiye yansıtılmaması için çiftçilerimize ilk defa mazot desteği verilmeye başlanmıştır" diyor.


AKP hükümeti mazot desteği vermiştir. Ancak rekabet halinde olduğumuz ve olacağımız ülkelerin yaptığı destekle kıyasladığımızda verilen destek yetersizdir. Bu seçimlere köylüye mazot desteği propagandaları damgasını vurmuştur. Mazotun litre fiyatının düşürülmesinin istenmesi iyi bir yaklaşımdır. Ancak tarımın tek üretim girdisi mazot değildir. Çiftçiler üretimi sürdürmek için kredi kullandılar ödeme güçlüğü içerisindedir. Tarımsal üretimde kullandıkları yüksek fiyatlı elektrik nedeniyle elektrikleri kesilmekte, TEDAŞ ile mahkemelik durumda. Gübre, ilaç, tohum fiyatları, gibi tarımsal üretimin en önemli girdilerinin fiyat artışı her yıl açıklanan ürün taban fiyatlarından daha yüksek olmakta, çiftçiler bu girdileri pahalı almak zorunda, buna çözüm üretil (e) memekte. Tohum, ilaç, gübre, fide, fidan, mazot, düşük faizli kredi, damızlık gibi girdilerin sübvanse edilmesine IMF, Dünya Bankası ve AB Ortak Tarım Politikası karşı. Hükümetler de onlar karşı diye yapamıyorlar. Sorun uygulanan politikanın tamamının değiştirilip değiştirilmeyeceğinde yatıyor. Yoksa sadece mazotun fiyatını şöyle yapacağım, böyle yapacağım gibi vaatleri ortaya atmak, çiftçinin yoksulluğuyla eğlenmek gibi oluyor. Bu çiftçiyi son derece incitici bir durumdur.


Tarımsal kredi miktarlarında artış ve faiz oranlarında düşüş olduğu bildirgede yazılmıştır. Tarımsal kredi faizlerin düşük olması iyi bir gelişme. Tarımsal kredi erişim koşullarının zorluğu göz önüne alındığında tarımsal kredilerden küçük çiftçiler değil büyük çiftçiler ve büyük toprak sahipleri yararlanabilmektedir, diyebiliriz.


KREDİLER DE BÜYÜKLERE AKIYOR


AKP; "Adalet ve Kalkınma Partisi, Türk çiftçisinin ağır ve kronik bir sorunu haline gelen müteselsil kefalet sistemini kaldırmış ve bundan dolayı hapis ve haciz durumuyla karşı karşıya kalmış olan 650.000 çiftçimizin mağduriyetini gidermiştir" diyor.


AKP hükümetinin almış olduğu bu karar yerinde bir karardır. Birikmiş bir sorunu tedavi edemediğinden dolayı keserek çözme yoluna gitmiştir. Yalnız tarımsal krediye erişim koşullarında küçük üreticiye kolaylık sağlayacak çözümler sağlanmaması halinde bu hastalık çiftçiler için yeniden başka bir biçimde ortaya çıkacaktır ve bu kez hastalık ölümcül olabilir. Çiftçiler de ardı ardına iflaslar yaşanabilir.


AKP hükümetinin Tarım Satış Kooperatifleri ve Birliklerine destek vermemesi ve yasasını çiftçiler ve örgütleri çıkarına değiştirip düzenlememesi çiftçileri ve örgütlerini zor durumda bırakmıştır. FİSKOBİRLİK ve fındık üreticileri ile MARMARABİRLİK ve zeytin üreticileri bu zorluğu geçtiğimiz yıl yaşayan örgütler ve üreticiler oldu. Bu nedenle kooperatifleri destekledik sözleri ve söylemleri eksiktir, doğruları yansıtmıyor.


AKP; "Tarım sektöründe yıllardan beri yaşanan; pazarlama, ürünlerin tasnifi, paketlenmesi, pazarın uygun olduğu zamanlarda piyasaya arz edilmek üzere depolanması gibi sorunlar dikkate alınarak, çiftçilerimiz tarafından hazırlanan işleme, paketleme, soğuk hava deposu, mısır kurutma vb. teçhizat içeren kırsal kalkınma projelerine yüzde 50 ila 75 arasında değişen oranlarda hibeler verilmiştir" diyor. AKP hükümeti bu tür yardım ve desteklerde bulunmuştur. Daha da geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması gerekmektedir. Ayrıca bu destekleri kooperatifler aracılığıyla vermesi halinde çiftçilerin kooperatif çatısı altında toplanmasına katkı koymuş olur. Kırsal kalkınma projelerinin öngördüğü faaliyetlerin kooperatiflerle yürütülmesi daha yararlı olur.


YARIN:AKP için başarı, TİGEM'leri işletmeyerek kiraya vermek!